Açık Pencere

İyi İnsan, Yeni İnsan | 2

5 Ağustos 2022

Yazı: Yazı: İyi İnsan, Yeni İnsan | 2 | Yazan: Şen Sevgi Erişen

 

İndeks

İyi İnsan, Yeni İnsan | Bölüm 1
İyi İnsan, Yeni İnsan | Bölüm 2

 

1. Bölümün Özeti

Kırsal kesimden kopuk kentlerde yaşamanın getirdiği bazı şartlar insanı şekillendirdi. Topraktan meyvesini yediği ağaçtan uzaklaşan, onu tanımayan insan modeli; taş binaların, plazaların içinde ya da onlara ulaşmaya çalışılan varoşlarda bir sıkışmışlık yaşıyor ve bunu aşmaya çalışıyordu.

İyi insan olmanın koşulları da değişmeye başladı doğal olarak. Bu değişimi başaran insan, yeni bir model oluşturacaktı. Bunun için geçilmesi gereken en zorlayıcı durum her şeyi katılaştırıp nesneleştirme alışkanlığımızdı.
 
 

2. Bölüm

 
 

Ünlü Bir Yazar

Bir süre sonra onun hakkında bazı kalıplaşmış fikirlere sahip olmuştuk bile. Onu fark ettim. O kişi, şöyle söyler, böyle konuşur, böyle yer, böyle içer vs. O zaman bu kişi artık “yaşamayan” cansız bir ölü olmuştu farkında mıydık acaba? Adını duyunca gözümüzün önüne o kişi geliyordu ve hemen ardından onu nitelediğimiz -ki tam bir “nesneleştirmekti” bu- biçimler, şekiller, tanımlar, kavramlar taburu sıralanıyor ve resmi geçit başlıyordu. Tamamıyla olumlu söylemleri olan biri olduğu halde benim hissettiğim yine de onu birkaç kavram ve tanımla sınırlandırdığımızdı.

Birileri sadece onu değil, bir çoğumuzu satılabilir bir haber, bir hikaye olarak mı görüyordu? Ve buna biz de dahil mi oluyorduk? Bir gruba, kendi söylemlerimizi de içine alan bir topluluğa katılıyorduk. Yapılan röportajda bunun üzerine kuruluyordu bütün sorular. Sonunda onu basit bir şekilde tanımlayıp, paket hâline getirip üst raflara yerleştirivermiştik hep beraber.

Biz Nesneleştiğimizin Farkında Mıyız?

Geçenlerde bir iletişim projesi üzerinde çalışan gruba dahil oldum. Sosyal bir araştırmaydı ve katılımcıların pek çoğu psikoloji okuyan üniversite öğrencileriydi. İçlerinden biriyle bire bir görüşmelere başladık. Aramızda kuşak farkı vardı; bu yüzden benim gençliğimde yaşadıklarımı, nasıl evlendiğimi merak ettiğini söyledi.

Bu basit, anlaşılabilir bir kavram olarak kullanılan başkasının “hayatını öğrenmek” meselesi, içinde “hayatı nesneleştirmeyi” barındırıyordu. Hatta tam olarak da buydu!

O kişiyi önce onun hayatını dinleyip oluşturduğun bir sabitlenmiş alan içerisine hapsetmekti yapılan en basit hâliyle. Bir sürü paketler vardı; yaşanmış serüvenler, yapılmış başarılmış ya da başarılamamış işler güçler, evlilikler, karılar, kocalar, çocuklar, dertler, tasalar. Her çeşidini duymaya da çok ihtiyacımız vardı(!).

Hepsi bizim ambalajlı paketimizdi. Daha çok “hikâye paketine” sahip olmalıydık. Öyleyse daha çok, daha çok almalıydık. Daha çok insan, daha çok hayat, daha çok hikâye. Son olarak insanı da bir paketin içine sokmaya kadar getirmiştik işi. Tüketim toplumunda bunun bir önemi de yoktu. Bir koca paket “Ata”, bir orta boy “yazar, ressam, şarkıcı”, bir küçük boy “iyi baba, romantik aşık, terbiyeli çocuk”.

Ortalık irili ufaklı paketlerden geçilmiyordu. Paketler, paketler. Fark etmeden insanları paketlemeye başlamıştık.

”Paket paket yumurta, sakın beni unutma.
Unutursan küserim, öğretmene söylerim.”

“Nasıl mutlu olmuş, nasıl başarmış, ne giymiş ne çıkarmış, nereden gelmiş nerelere gitmiş” paketleri her yerde dolanıyor, her düşünceye bulaşıyordu. Doktorun oğlu, mühendisin eşi, profesörün yazdığı kitap gibi.

Bu arada “sermaye” kendini geliştirdi markalaşmaya gitti. Değişik insan topluluklarının her birine uygun “paketleri” oluşturdular. Markalar da bizim/sizin bir bakışta tanınmamıza destek oldular. Onlar hangi pakete dahil olduğumuzu da belirliyordu artık. Yani konuşup anlaşmaya bile gerek yoktu; insanların bir bakışta hangi tip paket olduğunu görüyordunuz. Zaten elde avuçta “görünür” olanlar için öyle çok çeşit de kalmamıştı. Özgünlük mumla aranır hale gelmişti. Oysa hepimiz doğadaki renk, koku, işlev bolluğu gibi çok farklı ve çeşitliydik.

Siz hangi pakettensiniz, Versace misiniz, Converse mi? Falan et lokantası mı, filan marketler zinciri ya da mahalle bakkalı mı?

Burada söz ettiğim konuya bakış açım; anlattıklarımı iyi-kötü, olumlu-olumsuz olarak değil de bir oluşum, bir vaka olarak görmeye çalışmaktır. Olay temelinde baktığınızda; hiç fark ettirmeden ”iyi” anlamda içimize sızanlar da yok değil.

Nasıl mı?

Şöyle; bazı ürünler “organik”, bazı konular çok “bilimsel”. Elbette gerçek anlamda “bilimsellik” ya da “organik üretim” kavramlarını yok sayamayız. Bunların bir önemi, bir yeri vardır hayatımızda. Esasında onların imajlarının değil de gerçek işlevlerinin önemi çok büyük gerçekte. Yalnızca bir “paket”, bir “kullanım tarifesi” hâline gelince o doğal varlığından başka bir kimliğe bürünüyordu hepsi. Sorun o kavramlarda, kişilerde ya da yapılan işlerde değil, onu kendi olmaktan çıkardığımız klişeleştirdiğimiz durumdaydı; her şeyi nesneleştirip bir vazo gibi masa üzerinde seyirlik, katı görünümlü sınırları olan bir objeye dönüştürmekteydi esas sorun.

Bu toplumsal kalıplar; “çok gülme ciddiye almazlar, doktordan satılık arabalar, 5 çayı, aile kutsaldır, bir tatil bile yapamadık, bir çiçek bile getirmediler” ya da “hayırlı evlat, geçimli kadın, saygılı çocuk, medeni adam” gibi daha pek çok şekillerdeydi, içimize yerleşen olumlu kabul edilen kalıplar. Tüm bu olguların bir gerçek yanı vardı bir de kendi gerçekliğinden uzaklaştırdığımız yanları. Sorun onları “metalaştırmamızdaydı”.

İyi İnsan

İşin en önemli yanı da bir çoğunun “iyi olma” başlığı altında toplanabileceğiydi. İyi insan olmayı kim istemezdi? Öyleyse hep beraber “iyi insan” olmalıydık. “İyi insan” kalıbında yaşamalıydık öyleyse. Bu “düşünce ve yaşam kalıbı” en zor fark edileni ve en güç terk edilenidir herhalde. Oysa o da yaşamın akışını durduran yaşamın gerçek anlamı olan “doğayla uyum içinde yaratım” gerçeğini öteleyen bir kavram hâline geldi sonuç olarak. Çünkü onları zihnimizde akışkanlığını görmeyip, “katılaştırdık” önce, sonra da “metalaştırdık”. Doğal olarak yapılan davranışlar, yapmacık bir “iyilik paketinin” içine girmişti. Ve tüm paketlenmiş ürünler gibi satılmaya hazır raflarda bizleri bekliyordu. Giderek “insan” satışına da başlanmıştı ister istemez. Bir kişiye reklam için ödenen paralar, transfer ücretleri gibi.

Ya bu paketlere dahil olamayanlar. Onlar ne yaptılar?

Parası olan ya da olmayan, bundan kaçınabilen var mıydı? Köyden şehre gelmiş Hanife de dahil herkes su kaynatmak için “kettle” almak istiyor, temizliğe gittiği kadınların verdiği fazla giysileri çek yatın altında biriktiriyordu.

Bilinçli olup da bu paketlere girmeyen kimler kalmıştı?

Onlara da hemen ayrı bir paket yapmalıydık; “özgün kalanlar paketi”.

Tüm bunları yazdıktan sonra şimdi daha iyi anlıyorum, bir türlü kendimi tam olarak bulamayışımın nedenlerini.

Sadece ben mi? Hepimiz kendi “yaratıcılığımızdan” uzaklarda bir yerlerde dolanıyoruz. Bir türlü kendimize ulaşamıyoruz. Kendimize…

Şimdi bir süredir önümüzde birçok kişinin fark ettiği bir değişimin içindeyiz. “İyi insan” yerine geçebilecek yeni bir kavram türemekte: “Yeni İnsan”

Lütfen bu kavramı tanımlamayalım. Tanımladığımız her şey gibi o da bir çerçeve çizer insana. Bırakalım olsun, sadece izin verelim “olmasına”.

Haydi buradan seslenelim ona:

Hoş geldin “yeni insan”. Senin “oluşmana”, hiçbir paketin kalıbın içine sokmadan “sen olmana” izin veriyoruz.
 
 
Şen Sevgi Erişen
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan