Açık Pencere

İyi İnsan, Yeni İnsan | 1

8 Temmuz 2022

Yazı: İyi İnsan, Yeni İnsan | 1 | Yazan: Şen Sevgi Erişen

İndeks

İyi İnsan, Yeni İnsan | Bölüm 1
İyi İnsan, Yeni İnsan | Bölüm 2

 
Ben bir kentliyim. Köyüm hiç olmadı benim. İlden ile gezdim. Ancak yolculuklarımda gördüm, kırsal yerleri. Uzaktan bakarak yol aldım. Yeni yerler keşfederken uğradığım bir kasabada çay bahçesine girip ören yerlerini gezerken rastladığım köylülerle söyleşip alışveriş ettim. Kimi zaman yol üzerindeki lokantalarında çorba içtim. Onlara pazarlarda rastladım “Yerli domates bunlar, yerli” diye çığırırken. Kâh yaylaya çıkıp pansiyona çevrilmiş evlerinde kalıp yağlı sütlerinden yapılmış mis gibi doğa kokan sütlaçlarından yedim kâh kapılarının önündeki çeşitli otlardan yapılmış kavurmalarının, elde açılmış böreklerinin tadına baktım.

Sonra hep evime döndüm.

Yaşadığım yere, apartmanlara, otobanlara, dev gibi baz istasyonlarının yanındaki parklara, görkemli AVM’lere. Bir bardak suyu çeşmeden içemedim, bir avuç toprağa bir şey ekemedim. Şimdilerde hobi bahçelerini ekenleri duyuyorum. Para karşılığında tabii ki. Bahçemizdeki peyzajı seyrettim ama çimenlerin üzerinde çıplak ayakla gezinemedim. Yazın plajlarda şezlong kiraladım ya da eşyalarımı yanımda taşıyıp ihaleyle ya da bilmediğim başka yollarla kapatılmamış sahillerde güneşlenecek bir yer aradım.

Ha tabii, bir süre yaşadıktan sonra “şehir kurdu” olup çıktım hepimiz gibi. Sonuçta yine de her şeyi satın aldım ve sürekli almaya da devam ettim. Daha ucuza aldım diye sevindim bir de. Tüketerek ekonomiye destek oldum (!) bir nevi. Reklamlar, kampanyalar, “2 al, 1 ödeler” ile satılmak istenilen her şey bize ihtiyacımızmış gibi gösterdiler. Sonuçta “biz” hep bir şeyler satın aldık. Her satın aldığımız şey öncesi bir heyecan, sonra kısa süreli bir tatmin (doyum) yaşadık. Fakat her satın alınan şeyin ardından kısa süre içinde küçük duygusal yıkımlar da yaşadık. Çünkü geride satın alamadığımız ya da alamayacağımız birçok şey kalmıştı.

Göç alan şehirlerde artan kalabalık ve ekonomik darlıklar ulaşım sorunumuzu arttırdı ve biz birbirimize ulaşamaz olduk. Yine de birçoğumuz sistemin yarattığı “özel günlerde” hediyeleşmeyi ihmâl etmedik. Pek nadir komşularımızı görebildik, kahve içmeye gidebildik. Çalışan kadınlar özellikle iş yerlerindeki kahve molalarında şirket dedikodularını yudumladılar da karşı kapı komşularıyla karşılaşmaktan, iki laf etmekten korktular. Duygularımız karşılıksız kalırken bir kısmını da tamamen unutup “buzluğa” kaldırdık. Oysa bizler çocukken komşu komşunun külüne muhtaçtı, komşun açken tok uyunmazdı.

Bu arada köyler de değişmişti.

Kışlık yiyeceklerini yazdan hazırlayan köylüler gitmiş, yerine tarhanayı bile pazardan satın alan köylüler gelmiş, birçok genç de iş bulmak ve daha kolay, konforlu yaşamak üzere şehre göç etmişlerdi. Üretim eskiye göre çok daha az yapılıyordu, ithal edilen ürünler artmıştı ve pazarlama yöntemleri değişmişti. Bir “organik furyası” çıkmıştı da bir çok köylünün bundan haberi bile olmamıştı. Şehir bahçeciliği diye bir şey de gelişti bu arada.

Ben şimdiye kadar bir şehirlinin görünen yaşamından, etrafını saran madde dünyasından yani kısaca yoğun bir şekilde maddeden, “meta”dan bahsettim. Peki bir kentlinin ruhunda neler olup bitmiş nerelere evrilmişti insan?

Tüm bunlar olur biterken ruhumuz, geceleri yastığın altından çıkar usul usul seslenirdi bize. Uzun süredir el süremediğimiz çekmecelerimizde bizi bekleyen giysilerimiz gibi belli belirsiz bir “Ahh!” çeker, bedenimizin unutulmuş noktalarına dokunur, kendimize bir süredir vermeyi unuttuğumuz çiçeklerin kokusunu getirirdi bize. Eğer sesini duyuramazsa o zaman gündüz karşımıza bir dost sözü, bir ağaç gözü, acımsı bir bakış, sitemli bir gülüş, ödemek istediğimiz bir vefa borcu olarak çıkardı. Tüm bunlar bizde nadiren kahkahaya sebep olurdu ama çoğunlukla eziklik, yeniklik, mahcubiyet, hüzün, saklanma gibi duygulara da yol açardı.

İşimiz zordu vesselam! Kentliler köyü, köylüler kenti özledi. Hepimizin ruhları ise, basit bir yaşamı ve o yaşam içerisindeki hakikati özlemişti. Ruhlarımız her daim “özgür” olmayı isterdi. En çok da şimdi ihtiyacımız vardı buna. Yeni Dünya’da özgürlük dahi satın alınabilir bir meta haline getirilmişti. Duyduklarımıza, bize anlatılanlara, bize öğretilenlere göre hareket ediyorduk.

Sosyalleşmenin bir gereği de “bir örnek” olmaktı.

Birbirimizi ya da her türlü medyadaki hemcinslerimizi taklit ediyorduk. Bize bir ürün satabilmek için önce onu almamızı sağlayacak alt yapı oluşturuluyordu. Maddesel olarak hep eksiktik, -her neyse pazarlanan- bizde olmaması hep çok büyük eksiklikti. Hatta bize satılmak istenen her neyse onun ile bizim mutluluğumuz bile satın alınabiliyordu. Biz “biz” olmaktan çıkıp istenilen davranış ya da yaşam kalıplardan birini seçmekten ötesine geçemiyorduk. Birimiz “cool” takılırken diğerimiz sokaklarda slogan atıyorduk.

Hepsi çok değerliydiler şüphesiz çünkü birçok rol modelden seçip çıkardıklarımızdı onlar. Aynı atölyeden çıkmış konfeksiyon gibiydi kimliklerimiz. Aralarında bize en uygun olanı seçiyorduk. Özgün olmak ise bayağı bir emek gerektiriyordu. En nihayetinde kendimize sunulan, öğrendiklerimizden oluşan hayatları yaşıyorduk.

Sonuç olarak tam olarak özgürleşemedik. Çünkü ruhların özgürlüğü satılıp satınalınabilen bir şey olmamıştı hiçbir zaman. Öyleyse özgürleşmek için önce ruhumuzdan başlamalıydık. Ruhumuzu beslemek -artırmak- için onun karşıtını eksiltmeliydik. Maddeleşmişti her şey alınıp satılamayan hiçbir şey kalmamıştı geride.

Nesnelleştirdiğimiz Her Şeyi Eksiltmek

Yapacağım tam olarak da bu oldu. Giysi dolaplarını boşaltmak, ev eşyalarını azaltmak, alışverişi azaltmak ilk adımlardı. Sonrasında televizyonu kaldırdım evden, günlük kullandığım su miktarını bile azalttım. Kovaya biriktirdiğim suyla temizlik yaptım. Sosyal medyayı daha az kullandım. Daha çok yazdım. Dışarıdan alınan bilgiler değildi ruhumu besleyen. Tam tersi yazmak, konuşmak, anlatmak ruhuma katkı oluyordu.

Tüm bu evrelerde kimlerin, nasıl, ne şekilde “nesneleştirildiğini” fark ettim. En değer verdiğimiz, sevdiğimiz bir fenomeni bile lime lime edip bitiriyorduk. En saygın kişilere de aynı muamele yapılıyordu üstelik.

Bir kişinin nesneleşmesi ne demekti?
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Şen Sevgi Erişen
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

5 YORUMLAR

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 8 Temmuz 2022 at 15:36

    Memnun kalmayı, mutlu olmayı hatta sevinmeyi, sevindirmeyi unuttuk. Merakla bekleyeceğim devamını. Ellerinize, yüreğinize sağlık.

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 8 Temmuz 2022 at 15:56

    Aklıma beni üzen bir anım geldi, yazmak istedim:
     
    2008’de bir yıl Türkiye’yi gezmiştik karavanla. Öyle çok ve farklı farklı insanla tanışmıştık ki. Ama hiç unutmuyorum, Karadeniz’in eşsiz yaylalarından birine çıkıyorduk. Karavanımızı aşağıda bırakmış yürüyorduk. Bizim gibi yürüyen çok kalabalık vardı. Tonton bir nine kapısının önünde oturmuş, elinde çorap örüyordu, göz göze gelince bizi yanına davet etti, “Gelin soluklanın” dedi. Ve biz de kırmadık, yanına oturduk. Tatlı tatlı anlatıyordu, soğukları, yazın gelenleri. Eşim de fotoğrafımızı çekiyordu bu arada. Sonra bir grup geldi. Başlarında rehberleri vardı ve orta yaşlarda bir hanım çantasını açtı ve elinde değerli bir şey var gibi özenle nineye bir şey uzattı. “Al, yersin” dedi. Baktım bir adet haşlanmış yumurta, belli ki oteldeki kahvaltıda yemediği yumurtayı alıp çantasına koymuştu. Ninenin gözlerindeki mutluluk yok oldu bir anda. Çok üzüldüm. Gençler siz dinlenin ben yoruldum içeri giriyorum deyip yanımızdan ayrıldı.
     
    Ben üzülmüştüm, bilmem siz ne düşüneceksiniz. İnsanların o kadar çok çeşidi var ki!!!!

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 12 Temmuz 2022 at 20:49

    Ne güzel anlatmışsınız! Ben de etkilendim. Benim yazdığım konuyla da çok iyi örtüşmüş aslında! Çantasından yumurtayı çıkarıp ton ton nineye veren kadın öğrenilmiş olan “iyi insan” modelini seçerek o rolü üstlenmiş! İyi insan olma gayretiyle hareket etmiş ötesini düşünmeden. O anla hiçbir ilişkisi olmayan “öğretilmiş” bir davranışı üstelik de gayet kötü bir yorumlamayla -üstünkörü- sergilemiş! Sonuç yapmaya çalıştığı rolü- “kendi olmadan, kötü bir taklidi olarak- yaptığı için- tam tersi olmuş; KÖTÜ İNSAN!
     
    Aslında ne İYİ İNSAN ne de KÖTÜ İNSAN olmuş. Çünkü kendisi olmamış.
     
    Ne dersiniz?

  • Yanıtla Mehmet Gökcük 18 Temmuz 2022 at 18:25

    Üzerine sohbet etsek günlerce sürebilecek çok anlamlı bir konu. Sebep-sonuç ilişkilerini sıralamaya başlasak sanırım tarihin derinliklerine kadar inmemiz gerekir fakat ben özellikle milenyum döneminin kent-köy arasındaki uçurumu büyüttüğünü veyahut arada hiçbir uçurum bırakmadığını düşünüyorum.
     
    Madde-mana ilişkisi üzerine kafa yormamızı istemeyen bir sistem var.
     
    “Biz sizin için her şeyi düşündük, yormayın kendinizi ve keyfinize bakın.”
    “Bizimle özgürsünüz, mutlusunuz, güçlüsünüz, sağlıklısınız.”
    “Sizi sadece bugün desteklemiyoruz, geleceğinizi de tasarlıyoruz.”
     
    Tamamı angarya, tamamı yalan olan, imitasyon güzellikleri bizlere ahenk içinde pazarlayarak satıp, hakiki güzellikleri hücrelerimize dek unutmamızı sağlamaya çalışan bir sistem.
     
    Organik tarım furyası ayrı bir başlık, göç ayrı bir başlık, komşuluk ilişkisi ayrı bir başlık, iyi-kötü insan olmak, özgürlük kavramı, dün-an-gelecek üçgeni hepsi ayrı birer başlık.
     
    Birçok gerçeği yüzümüze vurmuş oldunuz ve muhtemelen devamında da bu vuruşlar sürecek. İlgiyle okuyacağım çünkü bütün toplumun gerçeklerle yüzleşmesi, öze dönüşü başlatması acil bir zorunluluk gibi geliyor artık. Ha “öz” demişken, o da apayrı bir başlık.
     
    Ben de şehirde doğdum ve büyüdüm. Köy kökenli, çok yıllar önce “taşı toprağı altın” şehre göç etmiş bir ailenin ferdiyim. Fakat köy hayatının da içinde bulundum. 1997-2003 yılları arasında bir köy-kasaba futbol takımında futbol oynamıştım. Tam da milenyum öncesi ve sonrası yaşanan kent-köy gelişmelerine bizzat şahit olmuştum. Ve inanın bu acı dönüşümü o günlerden fark etmiş, kendi yetiştirmeyi bırakıp yumurtayı, sütü, peyniri bakkallardan alan köylü büyüklerimize, arkadaşlarıma daha o zaman kızıyor, sitem ediyordum.
     
    Yaşadığımız, büyüdüğümüz kültür, jenerasyonumuz, yaşımız farklı belki ama yine birbiri ile örtüşen düşüncelerimizin var olduğunu bilmek güzel.
     
    Yüreğinize sağlık.
    Sevgi, selam ve dua ile…

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 20 Temmuz 2022 at 08:33

    Çok çok teşekkürler ediyorum vakit ayırıp okuduğunuz ve yazdığınız için! Konu derin elbette, yazı da epeyce doğurgan bir yazı. Her birinin fark edilmesi beni çok mutlu etti.
     
    Devamı hazır fakat bilgisayarımda sorun olduğu için daha sonraki hafta paylaşırım inşallah 🙏☀️🌻
     
    Sevgi ve saygılarımla…

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan