Yazılı Metin

Samandağı Rosetta Taşı

7 Mart 2023

Öykü: Samandağı Rosetta Taşı | Yazan: Metin Çoban

Arama kurtarma ekipleri, Hatay’ın Samandağı ilçesindeki göçük altından kurtarma işlerine ancak depremin 4. günü başlayabilmişlerdi. Vali ve diğer hükümet yetkilileri, şehrin kötü şekilde yıkıldığını, neredeyse ayakta bina kalmadığını söylüyorlardı. Kurtarma ve itfaiye ekiplerinin, iş makineleri ve diğer kamyon, alet ve edevatın da göçük altında kaldığını, ancak çevre illerden gelecek yardımlarla arama kurtarma işlerinin başlayacağını beyan ediyorlardı.

Babil apartmanının 2. katına kadar kazılmıştı, 4. katında 50 yaşlarında bir adam ve köpeği, 3. katında ise 12 yaşında bir kız çocuğu ve annesi sağ olarak çıkarılmıştı. 2. kata ise sadece son bir kez bakılacaktı. Herhangi bir ses duyulmuyordu ancak yıkılan binanın sağ tarafındaki dış duvarı çok hasar almasına rağmen bir boşluk bırakacak kadar dik duruyordu. İtfaiyeci Enes ve Oğulcan yukarıdaki dar boşluktan içeri doğru iple indiler. Yerde yüz üstü yatan bir erkek cesedi vardı. Sol kolu neredeyse tamamen kopmuş, sağ bacağının diz kapağı hemen üzerine ise büyük ihtimalle bir yabancı madde saplanmış ancak hem kopan kolun hem de yaralanan bacağın üzerine ustaca turnike yapılmış, hızlı kan kaybı önlenmiş böylelikle hayatta kalması biraz daha uzun sürmüştü. Daha genç olan itfaiyeci Oğulcan, cesedin yüzünü görmek için çevirdiği anda Enes:

“Hassiktir, siktir, ulan bu bizim tarih hocası, Ali Hamurcu, herkes ona ‘Hammurabi’1 derdi. Çevir lan, düz yatır, ahh benim canım hocam, çok yazık, çok yazık Allah’ım…”

Oğulcan, Ali Hamurcu’yu yani Hammurabi’yi sırt üstü çevirdi. Ceset çok katı olduğu için tek kalan kolunu karnının üzerine koyamadı ama sanki koyuyormuş, gibi ellerini havada salladı.
 

Atalarımız Orta Asya’dan Değil, Anadolu’dan Çocuklar

 
Enes yanına çöktü.

“Çok iyi bir adamdı. Hiç evlenmemişti ama çocukları çok severdi, bunu bu ilçede herkes bilirdi. Yetiştirme yurduna gider, oradaki öksüz yetim çocuklarla ilgilenir, kitap, oyuncak götürürdü onlara. Yöneticilerle arası çok iyiydi. Çocuklar için kısa seyahatler düzenlerdi, onlara tarihi yerleri veya müzeleri gezdirirdi. Ben bile onun yaptığı bir gezide, Zeugma Müzesi’ne gitmiştim Gaziantep’te. Hayatta ilk defa müzeye onunla gittim, bir daha da ne beni götüren oldu ne de ben kendim gittim. Hep kanunlardan, yasalardan, uyulması gereken kurallardan bahsederdi. ‘Bir toplum; anayasasız, kanunsuz, mahkemesiz, sadece kralın, diktatörün eline kalır. O kral, diktatör de kendi dilediği gibi insanların hakkında karar verir. Masumiyet karinesi çok önemli çocuklar. Bir insanın suçu ispatlanana kadar suçsuzdur’ derdi. Sıklıkla da ‘Bize yıllardır atalarımız, Orta Asya’dan, Moğolistan taraflarından geldiğimiz söylenir, bu çok doğru bir şey değil kanımca’ derdi. Tamam doğruluk oranı var; oradan gelen büyük kavimler oldu ancak burada yaşayan Hititler, Asurlar, Babiller, Samiler, Medler nereye kayboldular? Hiç bu topraklarda soy kırım duydunuz mu? İnsanları ırklara ayırmayın, herkesi sevin, herkese yardımcı olun’ derdi. Ben üniversiteyi kazanamayınca, valiliğe gitti, belediyeye gitti memur olayım diye, o zamanki belediye başkanı itfaiyede elemana ihtiyaç var deyince, ‘Ben, Enes’e kefilim, atlet çocuktur, güçlüdür, kuvvetlidir. Bunu Survivor denen yarışmaya koy, adada adam bırakmaz’ demişti. Babam uğraşmadı benimle, onun benle uğraştığı kadar.”

Oğulcan duvara feneri tutunca, duvarda çivi veya bir tel ile yazılmış yazıları gördü. Duvarın ve yazıların üzerinde kan lekeleri de vardı.

“Enes, lan burada bir sürü yazı var, daha yeni yazılmış üzerinde toz toprak yok, kim yazdı lan bunları, cin min olmasın buralarda? Adam evliya falan olmasın buralarda, onu ziyarete gelmesinler?”

“Git lan, adamın en nefret ettiği şey in cin, hurafe, safsatasıydı. ‘Bilimden ayrılmayın hiç’ derdi. Öyle ‘Dünya bir boğanın boynuzunda dönüyor, bazen boğa sallanınca deprem oluyor’ ya da ‘Dünya düz müdür?’ diye iddia edersen, ensene şaplağı yerdin, ‘Senin ensen düz, tırıs’ derdi.
Herhalde göçük altında beklerken kendisi yazmış olmalı, kalanlara ders olsun diye, şu fenerleri yan yana koyalım, iyice aydınlansın, telefonla fotoğrafını çekelim, sonra oradan daha rahat okuruz.”

“Cesedi ne yapacağız? Hemen çıkaralım mı?”

“Artık ölmüş, acelesi yok, zaten yemek molası vermişlerdi. İş makinesi kablosu mu ne kopmuş, onun için sanayi de arama yapıyorlardı. Onu da bekleyecekler.”

İkisi fenerlerini yan yana koydular ve duvarın fotoğraflarını cep telefonlarına kaydettiler, sonra telefonun fotoğraf galerisine gelip fotoğrafların netliklerine baktılar, oldukça iyi okunuyordu ve fotoğraflar da oldukça net çıkmıştı.

 

Doğa Bizim Düşmanımız Değil

 
Duvar beyaz boyalı olduğu için sanki kurşun kalemle yazılmış gibiydi. Hoca kocaman bir başlık atmıştı:

Samandağı Rosetta Taşı2
Tarih: M.S 2023 6 Şubat
Saat: 13.45

Ben bu yazıyı bir çöküntü altında yazıyorum. Kolum koptu, bacağıma inşaat demiri girdi. Sanırım büyük bir depremdi. Oturduğum apartman üzerime çöktü. Bir tek bu duvarım kaldı, ona da geçen sene dış tarafından destek mantoloma, kaplama yaptırmıştım, nem olmasın diye, sanırım ondan yıkılmadı. Telefon hattı çekmiyor, sinyal yok, dışarıdan da sesler sadece çok derinden geliyor. Yerin altından ise ara sıra canavarın sesi gibi ses geliyor. Sanırım artçılar çok büyük oluyor. Telefonun feneri ile bu yazıyı gelecekte okusunlar diye bırakıyorum.

Ben Ali Hamurcu, emekli tarih öğretmeni. Atalarım; Hattuşili,3 Asurbanipal,4 Hammurabi. Soyum; Hitit, Asur, Süryani, Türk, Kürt, Keldani. Dinim, mehzebim; Güneşe taparım, Hristiyan’ım, Yahudi’yim, Müslüman’ım. Memleketim; Anadolu, Orta Doğu, Mezopotamya, buraların çocuğuyum.

2023 yılı şubatının altısında bu yerde deprem oldu. Her yer yerle bir oldu. Tıpkı bundan 3.000 yıl öncesi gibi, tıpkı bundan 2.000 yıl öncesi gibi. Buralarda yine deprem olacak, bundan 3.000 yıl sonrada, 5.000 yıl sonra da.

Ali Hamurcu Kanunları

Dünya yuvarlaktır, öküzün boynuzu üzerinde dönmüyor. Toprağın altında boğa yılanı gezmiyor. Yerin altında lav var, ateş var, onun üstünde plakalar var, üzerinde toprak var, su var, bu plakalar hareket ediyor, toprak sallanıyor, üzerinde bizler kendi yaptığımız binaların altında kalıp ölüyoruz.

Bu 5.000 yıl önce de böyle idi, şimdi de böyle. O zamanlar da insanlar öldü, hayvanlar öldü, şimdi de ölüyor. Gelecekte artık ders alın, kimse ölmesin.
Atalarımdan Platon, Atina’da yazmıştı Devlet eserinde; bizler idea mağarasında5 kalmış tutsaklarız. Bize devlet tarafından gösterilen gölgeler kadar biliyoruz her şeyi. Çıkın mağaranızdan dışarı, görün gerçekleri, gözleriniz kör olsa bile.

Devlet seni korumalı, savunmalı, kurtarmalı, sana oyun oynamamalı. Ama biz gölgelerin tutsağıyız.

Devlet senden para almışsa bunu sana hizmet için harcamalı. Bir afet olunca, düzenli ekibi, parası, yardım malzemesi hep olacak. Sadece savaşta korumaz devlet vatandaşını. Doğa düşmanın değil senin, onla beraber yaşayacaksın, onun dediğine saygı duyacaksın. Onun suyunun kenarına, altı yumuşak toprak olan ovasına ev yapmayacaksın. Aç gözlü olup evim biraz daha katlı olsun, biraz daha büyük olsun diye, mekanik, statik hesapları değiştirmeyeceksin. Devlet olup değiştirilmiş bu hesapları affa sokup doğruymuş gibi kabul etmeyeceksin.

Kral, cumhurbaşkanı, başbakan, vali, belediye başkanı bunlara güvenmeyeceksin. Bunlar yeniden seçilmek için senin gözünü boyar, 5 bin verir 15 bin verir, yeni ev vereceğim der, vermez, bileceksin. Seçmek senin elinde bunlara hesap soracaksın.

Çocukları ilkokulda, ortaokulda, lisede doğal afetlere karşı eğiteceksin. Toprak ve ilk yardım hakkında bilgi sahibi yapacaksın. Eskiden izci oymakları vardı; vazgeçildi, kaldırıldı. Yeniden konulmalı, çocuklar doğada yalnız kalmalı, orada mücadele etmeyi, doğayı ve toprağı keşfetmeyi öğrenmeli.

Afet olacağı hesap edilerek her ilde 100 bin kişi başına 100 kişi profesyonel arama kurtarıcı bulunduracaksın. Buna bütçen yetmiyor ise silahlı kuvvetlerinde bunun eğitimlerini vereceksin. Sivil kuruluşlara amenna ama öncelik devletin eli güçlü olmalı. Devlet bunu organize etmeli.

Afetlerden önce toplanan paraları, afet zamanında kullanacaksın, öyle kampanya yapmak, para toplamak………

 

Ne İdüğü Belirsiz Bir Hoca Varmış

 
Enes tekrar duvara baktı, başka tarafında yazı kalmış mı diye, ama başka yazı görememişti. Hammurabi yine kanunlarını yazmış, ama tamamlayamamıştı. Oğulcan gözleri dolu bir şekilde
“Herhalde kan kaybından, belki de havasızlıktan şuuru gitti, belki de son nefesini verdi” dedi.
O sırada Enes’in telefonu çaldı, itfaiye müdürü Necati Bulan’ın adı telefon ekranında “Müdür Necati” olarak çıktı.

“Alo, Enes, canlı vatandaş var mı? Vali soruyor. Parti ilçe başkanının yaptığı binaymış orası, bir kişi daha canlı çıkarın, bak herkes ölmedi bu binada ölenler için de vadeleri bu kadar diyeceklermiş.”

“Yok müdürüm, başka canlı çıkmadı, ses de yok. Ama bizim tarih hocası Ali Hamurcu’nun cesedine rastladık, onu birazdan çıkaracağız. Tanırsınız siz de.”

“Hammurabi mi? Vah vah vah, iyi adamdı gerçekten. İyi iyi, çıkarın zavallıyı oradan.”

“Bir de müdürüm, hocam duvara biraz yazı yazmış, hatıra olarak. Bu duvarı kurtarabiliriz, böylece çıkaralım mı?”

“Ne yazısı ya, adam kurtulmak için uğraşmamış, duvara yazı mı yazmış? Allah Allah!”

“Hem de çivi veya telle yazmış, güzel de bir yazı. Kurtarırsak, yarın öbür gün lise yeniden yapılırsa orada bir salonda sergilenir. Ne dersiniz?”

“Sen şu yazıları bana bir atsana, Valiye sorayım ne diyecek?”

“Peki efendim, şimdi fotoğrafları size WhatsApp’tan yolluyorum.”

Enes ve Oğulcan, Ali Hoca’nın cesedini, yanlarında getirdikleri ceset torbasının içine koydular. Tam o sırada hocanın telefonunu buldular, açılmıyordu, pili tamamen boşalmış olmalıydı.

Aradan 20 dakika geçti, bu sefer bilinen bir numara değildi.

“Enes, bak kardeşim, ben emniyet müdürü Ercüment, sayın valim şimdi aradı, yıkıntı içindeymişsiniz. Orada ne idüğü belirsiz bir hoca varmış, ataları, soyları, dinleri bizden değilmiş, bir de duvara devlete karşı bir sürü küfür ve hakaret yazmış. Şimdi size hilti matkap indiriyoruz aşağıya. Cesedi alın çıkın siz oradan. Telefonlarınızı da kontrol edeceğiz bu duvarın fotoğrafları için, her yerden silin onları, görürsek işiniz mişiniz kalmaz, alırım sizleri içeri. Yağmacı, hırsız muamelesi yaparım size. Hadi kardeşim toparlanın oradan.”

“Ama efendim, dediğiniz gibi kötü şeyler yazmıyor, adam tarihçi, kendi tarzında yazmış.”

“Ne diyonuz lan siz, indirin lan o duvarı, indirin dedim size. O adamı da kimliği belirsiz cesetler çukuruna atsınlar namazını da kılmasınlar, gömsünler hemen.”

Enes ve Oğulcan, ceset torbasını aşağıya indikleri ipe bağladılar ve yukarı çekilmesi için yukarıyı aradılar. Yukarıdan Ali Hoca’nın cesedi çekilince ip geri gönderildi. Oğulcan önce çıktı, Enes odaya tekrar baktı; “Sana layık öğrenci olamadım, bu ülkede senin değerini bilemedi hocam, affet bizi. Umarım cennet vardır ve orada herhangi bir kral, cumhurbaşkanı, diktatör yoktur” dedi.

Yukarıda bekleyen polis, hemen itfaiyecilerin telefonlarına el koydu. “Bunları iyice inceleyeceğiz. Yarın karakoldan alırsınız” dedi.

Enes, hocasının ceset torbasının baş tarafını açtı, kafasının arkasına sakladığı Ali hocanın telefonunu aldı pantolonunun dizindeki cebine koydu. Ali Hoca’sı mutlaka bu taşın fotoğrafını çekmiştir, diye umuyordu.

Akşam olmuştu, yolun kenarına, derenin kenarına derme çatma çadırlar vardı, herkes kendi evinin yakınına çadır gibi bir şey yapmıştı. Kimse evini terk edemiyordu, edecek parası ve gücü yoktu. Elektrik hâlâ kesik, telefonlar iyi çekmiyor, hâlâ her yerde acı acı yakarışlar vardı.
 
 
M.S. 2023 Şubat 11
Saat: 17.56
 

Metin Çoban

 
 

Açıklamalar:

  1. Hammurabi: Babil Devleti’nin 6. kralıdır. En çok, çıkardığı Hammurabi Kanunları ile bilinir. Tanrı Marduk adına yapılan Essagila adlı bir Tapınakta bir taş üzerine Akadça yazılmıştır. – Ders Tarih    ⇡⇡⇡
  2. Rosetta Taşı: M.Ö 196 yılına tarihlenen Mısır Kralı V. Ptolemaios hakkında yazılmış, rahip fermanı içeren, tamamlanmamış gri ve pembe granodiorit bir taş yapıttır. Metin üç farklı versiyonda yazılmıştır: Hiyeroglif, Demotik ve Yunan; ki bu farlı versiyonların bir arada bulunması gerçeği nihayetinde Mısır hiyerogliflerinin çözülmesinde paha biçilemez derecede yardımcı olmuştur.
     
    Taş, 1799 yılında Pierre François Xavier Bouchard tarafından Mısır, Nil Deltası üzerinde bulunan el-Reşid (Rosetta) kenti yakınındaki Aziz Julien Limanı’nda bulunmuştur. Bu tarihe kadar (1799) Hiyeroglif yazı çözülememiş, anlaşılamamıştır.
     
    World History Encyclopedia    ⇡⇡⇡
  3. Hattuşili: M.Ö. 1565’te tahta çıkmıştır. Öncüsü olan Anitta’nın lanetlediği Hattuşaş’ı Hititlerin başkent ilan etmiştir. İsmi olan Hattuşili “Hattuşalı Adam” anlamına gelmektedir. – Anadolu Uygarlıkları    ⇡⇡⇡
  4. Asurbanipal: Birinci Asur Devleti’nin son hükümdarıdır. Savaşçı. Bilgin. İmparatorluk kuran. Kral öldüren. Aslan avcısı. Kütüphaneci. Büyük Asur kralı. – Arkeofili    ⇡⇡⇡
  5. İdea Mağarası (Mağara Alegorisi): Platon’un “Devlet” isimli eserinin yedinci kitabında Sokrates tarafından anlatılan Platon’un mağara alegorisinde bir mağaraya zincirlenmiş üç insandan bahsedilir. Bu insanlar yalnızca mağara duvarını ve birbirlerini görebilirler. Doğuştan beri bu hâlde olan üç insan, duvarda mağara girişinden yansıyan gölgeleri ve yankı yapan sesleri duymaktadırlar. Yani gerçeklik, onlar için yalnızca gölgeler ve yankı seslerdir.    ⇡⇡⇡

 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

4 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 7 Mart 2023 at 13:26

    Harikaydı 👌🏻 Yüreğinize, kelimelerinize sağlık 🙏🏻
     
    Hikâyeyi mutsuz bitirmemenizi de ayrıca çok sevdim. Siyasi erki elinde tutanların gerçekleri karartmasından, haklı insanların mağdur edilmesinden toplumca usanmışken, Ali Hoca’nın telefonu ile umudu okurun yüreğine yerleştirmemiz motive edici bir seçim olmuş 💯 Deprem konusunda hocanın yazdıkları ise elbette hârika tespitler, üzerine söylenecek söz yok.
     
    Okumaktan çok hoşlandığım bir başka bölüm de Platon’un mağara alegorisine yaptığınız atıftı 😁 Kamaşacak gözlerimize, gördüklerimiz karşısında zihnimizin başlangıçta yaşayacağı yıkıma rağmen zincirlerimizden kurtulup mağaradan çıkma cesaretini göstermemizi diliyorum 🙏🏻

  • Yanıtla Metin Çoban 7 Mart 2023 at 14:35

    Deprem yazıları yazmaya devam ettiğimiz için hepimiz üzgünüz, maalesef bu psikoloji bir süre daha devam edecek. İyileşme yazıları yavaş yavaş gelecektir. Hatay’da Maraş’ta, Adıyaman’da mutlu sonla biten hikâyeler gerçekten zor ancak umuda tutunmak gerekiyor, iyileşmek gerekiyor.
     
    Mağara alegorisi konusunda da kaçımız mağara dışına çıkıp gerçekleri göreceğiz bilemiyorum ama umudumu da yitirmiyorum. Çıkabilenler bazı şeyleri değiştirmeye başlayacaktır, bunu ümit ediyorum. Geliyor gelmekte olan diyorum 🙂
     
    Her zaman beni motive ediyorsunuz. Sonsuz teşekkürler.

  • Yanıtla Burak Süalp 12 Mart 2023 at 09:55

    Metin Bey, hârika bir hikâye. Kim bilir daha kaç dram yaşanmıştır bu şekilde. Daha kaç can, değer yitirilmiştir. Yazık. Hem de bile bile, göz göre göre.
     
    Hikâyenin tamamını çok sevdim. Fakat kimi bölümleri bambaşka.
     
    “Ben Ali Hamurcu, emekli tarih öğretmeni. Atalarım; Hattuşili, Asurbanipal, Hammurabi. Soyum; Hitit, Asur, Süryani, Türk, Kürt, Keldani. Dinim, mehzebim; Güneşe taparım, Hristiyan’ım, Yahudi’yim, Müslüman’ım. Memleketim; Anadolu, Orta Doğu, Mezopotamya, buraların çocuğuyum.“
     
    Bayıldım bu bölüme. Hikâyeye Halikarnas Balıkçısı’nın ruhu sızmış sanki burada. O anlatır ya, Anadolu’da, Yunanistan’da olduğundan daha fazla Yunan eseri vardır, o ünlü mitolojileri buralarda doğmuştur, diye.
     
    Umarım bu topraklarda yaşamış kim varsa atalarımız, analarımız hepsidir diye bakabileceğimiz günler yaşarız. Kısır ve güdük Türk-İslam sentezi yaklaşımından kurtuluruz. Üzerinde yaşadığımız topraklarda birikmiş kültürel zenginliğin farkına varırız.
     
    Kaleminize sağlık!

  • Yanıtla Metin Çoban 12 Mart 2023 at 12:33

    Yorum için çok teşekkür ederim.
     
    Gerçekten o bölgede veya dünyanın birçok yerinde insanlık için eziyet devam ediyor maalesef.
     
    Yazı için, Almanya’daki bir yakınım, “Ya Metin Abi, bu Ali Hamurcu hoca gerçekten var mı? Varsa yuhhh diyorum. Ama yok senin kurgun ise, yine de gerçekte bunlar, her insanın başına gelebilir bu ülkede, bunu da beklerim” demişti.
     
    Benim kendi düşüncem, özümüzün ne Oğuz Türk soyu olduğu, ne de dinimizin tek olduğu. Ben zaten insanlığın bu topraklara yerleştiği günden bu güne kadar gelip geçen her topluluğun hâlen devam eden torunları olduğuna inanıyorum.
     
    Tekrar yorum için çok teşekkür ediyorum.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan