Yazılı Metin

Zahir Hayatım | Cevat

31 Ekim 2023

Öykü: Zahir Hayatım | Yazan: Metin Çoban

 

İndeks

Zahir Hayatım | Cevat | Bölüm 1
Zahir Hayatım | Nazmiye | Bölüm 2

 
Pazar günleri hariç her sabah saat 8.00’de bu kafeye geliyorum. Küçük bir kafe fakat tüm yazar ve yayıncı tayfası, gün içinde buraya mutlaka uğrar. Öğlen yemeği sonrası ve akşam altıdan sonra yer bulmak imkânsızdır. Ben emekli bir yazar olduğum için sabah sekiz oldu mu hemen buraya gelirim. Zaten çocukluğumdan beri sedef hastası olduğumdan, sütlü ve glutenli ürünler yiyemiyorum, kahvaltı benim için çok önemli değil yani, bir kupa kahve içtim mi sabah benim için başlar.

Bugün güneşli bir gün, yine pencerenin önünde Didem ve Emine laptopları önlerinde harıl harıl çalışıyorlar. SenVeBen Yayıncılık kurucusu imtiyaz sahibi baş editör Didem Karataş ve yazı işleri sorumlusu Emine Sağlam. Didem, sabah küçük kızını orta öğretim okuluna, Emine de iki oğlunu ilk öğretim okuluna bıraktıktan sonra hemen buraya gelirler, iki latte söylerler. İkisinin de özel kupası var dükkanda, başka kupaya kahve koydurmazlar. Didem’in kupası kırmızı, Emine’nin kupası ise yeşil.

Bu Didem Karataş inanılmaz bir kadın, Emine de öyle, ellerinde süper bir kadro var, hem öykücüleri, hem köşe yazarları şampiyonlar ligi kadrosu gibi, diğer editör Burak Yılmaz da bu camianın aranan adamı. Keşke daha önce onlarla tanışsaydım.

Ben kitabımı bastıracak yayınevi ararken dediler ki:

“Yayınevi sana promosyon yapmazsa boşuna kitap yazarsın, en fazla 5000 adet basarlar, para da kazanamazsın.”

Ne oldu, en bilinen yayınevine gittik, birinci kitap “Nükleer Aldatmaca” için güya 2 imza günü de yaptılar. Gazetede de 1 gün reklam. 5.000 adet birinci baskı, 10.000 adet ikinci baskı, toplam iade 8.000. Tam bir fiyaskoydu. İkinci kitap “Zeytinime Dokunma” için yine aynı terane. Editörümün bana söylediği laf:

“Cevat Bey, hep sınıfsal çatışma ve çevre koruma romanları yazıyorsunuz, bırakın efendim bu konuları. İşçileri sendikaları bile düşünmüyor, ülkede hangi fabrikada grev var? Size ne milletin tarlasındaki zeytinden, ormanındaki ağaçtan. Yazın şöyle; doğudan İstanbul’a gelmiş bir aşiretin Türkiye’de en üst sıralara yerleşmiş inşaat firmasını mafya babaları bassın, mafyanın başındaki adamın kızı, aşiretin oğluna aşık olsun, millet böyle hikâyeler istiyor.”

“İyi de ben bunu istemiyorum ki. Gidin büyük dergi kitap satışı yapılan yerlere, yemek dergisinin de motor yarışları dergisinin de yaprak boyutları aynı, kalitesi aynı, aldığı reklamların sayfa numaraları bile aynı. “Çok Satanlar” bölümüne git, yüzde 50’si kişisel gelişim ve Zen, yüzde 25 tarihsel dökümanlar, yüzde 25 dünya klasikleri. Halk bunun farkında değil, edebiyatçılar da umursamıyor, bu düpedüz fanzin.1

İnsanlar senin söylediğin şeylerde kendini bulabilir ama ben o tür bir yazar değilim. Ben insanın romanı okuduğu zaman içinde kendini bulduğu, tanıdığı karakterlerin olduğu romanlar yazmak istiyorum ve böyle de yazmaya devam edeceğim. İsterse hepsi iade olsun.”
 

* * *

 

Saat 09.30

Her zamanki saatinde Selin Korkmaz kafeden içeri girişini yapıyor.

Bu sefer kimseye “Günaydın şekerler. Hepinize evrenden en güzel sinerji” demeden girdi, doğruca masasına oturdu, yine çok alımlı, yine çok güzel. Ama biraz mutsuz bugün.

Selin Korkmaz, güzellik salonları ve makyaj malzemeleri satan birçok mağazanın sahibi, 40’lı yaşlarda ama görüntüsünü görseniz 30 bile demezsiniz. Kocası “yürü ya kulum” dedikleri cinsten; inşaat mühendisi iken, şimdilerde 5’li çetenin alt taşeronu, tüm ihalelerde taşeron Emin Korkmaz, sonsuz bir zenginlik. Selin her gün 09.30’da kafeye gelir. Telefonu devamlı elindedir, herkesle konuşmaz, kahvesini içer. Saat 10.00 gibi kafenin karşısındaki sahibi olduğu güzellik merkezine gider.

Birden masasından kalktı. Bana doğru geliyor, hiç yapmazdı, masasından konuşur yanıma hiç gelmezdi. Önüme geldi, alçak bir ses ile, “Cevat Bey, benimle kadınlar tuvaletine gelir misiniz? Size bir şey göstereceğim” dedi.

“Kadınlar tuvaleti mi? Yanlış anlamadım değil mi? Peki geleyim “ deyip arkasından yürümeye başladım. Herhalde kimsenin dikkatini çekmemek için böyle söyledi diye düşündüm. Tam tuvaletin önüne gelince “Ben içeriye kadar girmeyeyim, kimse yanlış bir şey anlamasın ne gösterecekseniz burada gösterin” dedim.

“Korkmayın canım, burada göstermem mümkün değil” dedi. Biraz utanarak, sağıma soluma bakarak kadınlar tuvaletinin içine girdim. Vayy… Bizim tuvaletten iki kat daha genişliğe sahip. Bir dresuar bile var içeride, üzerinde makyaj temizleme pamuğu, aseton ve kremler duruyor.

Selin “’CevatBey’ yok artık. Bu yaptığımdan sonra sana Cevat diyeceğim. Biliyorum bana hoşlanarak bakıyorsun, beni beğeniyorsun, yanından geçtiğim her zaman kıçıma bakıyorsun. Anlamıyorum sanma, ne zaman bacak bacak üstüne atmaya kalksam, kahve yudumlamanı durdurup izliyorsun. Ben de bundan zevk al diye ağır ağır atıyorum bacağımı diğer bacağımın üzerine.“

Biraz utanmıştım, dedikleri doğruydu ama öyle kıvrımlı popoya kim bakmazdı, o kusursuz uzun bacaklar, o sonradan yapılmış göğüsler, dudaklar, kadın resmen tornadan çıkmış gibiydi.

“Bu bir suç değil Selin Hanım, ata sözü olmasa da uydurulmuş bir laf var, güzel kadınsınız, çekicisiniz, güzele bakmak da sevaptır. Lakin çok rahatsız olduysanız size sırtım dönük otururun bundan sonra.“

Birden önümde diz çöktü, telefonunun kamera bölümünü açtı, video bölümüne getirdi bana uzattı. “Pantolonunu aşağıya indir, sana oral seks yapacağım” dedi. Telefonu ani bir şekilde kapattım, ona uzattım.

“Selin sen kafayı mı yedin? Sadece baktım diye beni utandırmaya mı çalışıyorsun? Bunu hiç yaşamamış olalım, ben derhal buradan gidiyorum“ dedim. Hemen toparlandı, ayağa kalktı.

“Ya yanlış anlama, kocam olacak o hırt Emin, sekreteri Kübra’ya oral seks yaptırmış, utanmadan bunu bir de videoya çekmiş. Şeytan dürttü, dün akşam uyuklarken, telefonunu kendi parmak izi ile açtım, bu adam neler yapıyor diye. Bir baktım ki video var, videoda kadın bayağı Emin’in aleti… Tövbe estağfurullah, bir de kadın türbanlı ya, güya dini bütün. Kopyasını aldım kendi telefonuma. Bakın seyredin, bunlar porno yıldızı gibi ya” derken gözlerinden yaşlar geliyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Sarıldım, bir baba gibi saçlarını okşadım. “Bak Selinciğim kocan bir hata yapmış diye sen de aynı hatayı yaparak ondan intikam almazsın, ikiniz de hata yapmış olursunuz. Şimdi bu durumu bildiğini kocana söylemelisin, onun hal ve tavırlarına göre de evliliğinizin devamı hakkında karar verirsiniz. Sana tavsiyem, bu görüşmeye yanında bir avukat ile gitsen iyi olur. Hem sana karşı bir tazyikte bulunamaz, hem de bir tanığın var diye olayı oraya buraya kaçıramaz. Var mı öyle tanıdığın iyi bir avukat? Ama para karşılığında kocanın yanına geçmeyecek bir avukat olmalı.”

Selin biraz toparlandı, dresuarın üzerindeki kağıt mendillerden 2 tane alarak burnunu sildi.

“Var tabii ki. Hem yakın arkadaşım, hem de Emin’in canına okuyabilecek tek avukat Asuman Aslan.“
 

* * *

 

Birkaç ay sonra Asuman Arslan, Selin ve Emin’in anlaşmalı boşanmasını gerçekleştirdi.

Meğer Kübra denen kadınla Emin Bey 4 yıldır imam nikahlı olarak evliymişler. Üstelik bir de Kerem adında oğulları olmuş. Selin bunu duyunca çocuğun hakkını yememek adına adil bir paylaşım yapılmasına ses çıkarmamış, kendi oğlu Mertcan’ın kardeşi ne de olsa Kerem. Ama yine de tüm güzellik salonları, makyaj mağazaları, 5 lebiderya daire, Bodrum’daki yazlık ve bankadaki 4 milyon dolar Selin’e kalmış. Asuman Arslan’ın avukatlık ücreti 1 milyon lirayı da Emin Bey ödemeye razı gelmiş.

İşte bu Asuman Arslan geçen gün beni aradı. Selin’in benim hakkındaki planlarını bildiğini ama onu sakinleştirerek doğru yola getirdiğim için bana teşekkür etti. Ayrıca iyi bir para kazandığı için de beni yemeğe davet etti. Asuman Hanım’a, “Yemeye gitmeye gerek yok, eğer görüşmek isterseniz Selin Hanım biliyor bizim bir kafe var, orada ben size kahve ısmarlayabilirim, hem size danışmak istediğim bir konu var” dedim.

Ertesi gün 09.30’ada Selin artık “Selin Coşkun” olarak kapıdan neşeli bir giriş yaptı. Yaklaşık 3 aydır kafeye gelmiyordu. Hemen Didem, Emine ve ben ayağa kalktık, ona sarıldık. Kimimiz geçmiş olsun dedi, kimimiz hayırlı olsun. Sonra Asuman Arslan girdi içeri. çizgili kruvaze bir ceket giymişti, başında ise fötr bir şapka vardı. Ayakkabılarının burun tarafı uzun ve oldukça sivriydi. Birden karşımda onu öyle görünce Nietzsche’nin Zerdüşt kitabında kadınlar bölümündeki sözü geldi; “Kadının yanına gidiyorsan kırbacı unutma.” Herkesin yanlış bildiği ve yanlış yorumladığı söz, hatta bazı çevirilerde “Kadının yanına giderken kırbacını almayı unutma” diye çevirmişlerdir. Adamı kadın düşmanı gösterirler, oysaki tam tersine, kadın erkeği yola getirendir. Erkek uçarı ve serseridir, bağlı değildir. Ama kadın erkeğe göre daha duygusal, daha akıllı, daha sakindir. Makbul kadın da böyledir. Elindeki kırbaç, erkeğe vurmak için değildir, bir metafordur kırbaç, vahşi hayvanları eğitmek, onları ehlileştirmek için kullanılır. Erkek vahşi, saldırgan ve vurdumduymazdır, onu yola getirmek daha disiplinli hale sokmak içindir.

Nietzsche kadınları üç ayrı tip haliyle anlatır.

İlk kadın tipi hadım edilmiş olan yani, erkek olmak istemindeki feminist kadını temsil eder. Bu tip kadınların genel hali, erkeklerin üzerinde tahakküm kurabilen güç ve zenginliğe sahip kadınlardır. Günümüzde bu tip kadınlar Kaliforniya Sendromu’na yakalanmış kadınlar olarak nitelendirilirler. Artık onlar için bir ev içinde biri ile yaşamak, aile kurmanın anlamı yoktur, para ve gücün verdiği özgürlük, onun emri altında çalıştırdığı erkekler üzerine kurduğu üstünlük, onu bir erkekle veya kadınla uzun süreli ilişki içinde kalmasını engeller, zaten zevk de almaz.

İkinci kadın tipi toplumla birlikte düşünüp kadınlığı hadım edeni temsil eder ki toplumun büyük çoğunluğunu bu kadın tipi oluşturmaktadır. Toplum koyduğu katı kurallar altında bu kadını baskı altında tutar, dini cemaatler, töre kuralları, kadının kendi yaşam ve haklarını kısıtlar. Kadın bu baskıyı bir türlü kıramaz ve bu şartlarda yaşamaya, sesini çıkarmamaya devam eder. Kadın artık kadınsı hislerini önemsemez.

Üçüncü kadın tipi ise bu ikisi de olmayan gerçek kadındır. Gerçek kadın, yani ne penis olmak arzusuyla kendisini perişan eden ne de toplum penisiyle (ahlâk ile) kendisini perişan eden olmayıp kendiliğindenliğiyle ortaya koyan kadındır.

Asuman ilk kadın tipi gibi geldi bana, sanki bir eliyle pantolonunun önünü düzeltip yürüyecekmiş gibi.

Selin, herkese kahve ısmarladı, sonra Didem ve Emine’nin yanına gitti. Büyük ihtimalle hararetli bir şekilde Selin’in boşanma macerasını konuşuyorlardı.

Asuman Hanım kahvesinden bir yudum aldıktan sonra sıcak gelmiş olmalı ki dudaklarını ısırdı, kağıt peçete ile dudaklarında kalan kahveyi sildi. Sonra konuşmaya başladı:

“Cevat Bey, yazarmışsınız, roman yazıyormuşsunuz, iki kitabınız varmış, sizden çok özür diliyorum, iş hayatından fazla roman okuyamıyorum. Bir ara romanları edinirim, size de imzaya getiririm. İmzalarsınız benim için değil mi?“

Başımla onayladım.

“Sizin almanıza gerek yok, evde birkaç tane vardı, bir dahaki görüşmemizde size imzalamış olarak ben takdim ederim. Çok önemli eserler değil zaten. Ben size dedemden bana kalan miras ile ilgili bir iş vermek istiyorum. Bu işle ilgili birini görevlendirip durumu aydınlatır mısınız?“

Asuman bana olan borcu varmış gibi, “Bakın Cevat bey bu işle ilgili her türlü yardıma hazırım, sizden avukatlık ücreti de talep etmeyeceğim, bunu kabul ederseniz sizi dinliyorum“ dedi.

“Ama nasıl olur? Benim miras işim burada değil, Giresun Bulancak’ta“ dedim.

Asuman “Aaa tesadüfe bakın benim yanımda stajyer bir kız var, Ceyda, o kız da Bulancaklı. Vekâleti ona çıkartırız, o dosyanızı inceler. Hem bir senedir annesinin yanına gitmemişti; oraya gider, onu görür, sizin de dosyanıza bakar. Çok iyi oldu bu iş. Hem kız tatilini yapsın hem de biraz işi öğrensin. Birkaç ay sonra onu kendime ortak alacağım, çok zeki ve namuslu bir kız. Burada bahsettiğim namus iffet, ar değil yanlış anlamayın, halk arasında laf öyle gelişiyor, dürüst güvenilir demek istedim, yoksa bir başkasının namusu hakkında kimsenin konuşmaya hakkı yok.”

Asuman dış görünüşü ile yanlış yorum yaptığım bir kadın çıktı. Hoşuma gitti konuşmaları, düşünceleri.

Mirasın ne şekilde kaldığını ve veraset ilamları hakkında sorular sordu.

“Mirasım, şu an Bulancak Meydanı’nda Atatürk ve bölge insanlarını gösteren heykelin sağ köşesinde elinde kemençe olan dedemden kalıyor. Bilir misiniz bilmem? İstiklal Savaşı sırasında Karadeniz’de Rum ve Ermeni komitacılarına karşı olarak Topal Osman Ağa2 denen kişi bir çete kurmuş. Milis bir örgüt, silahları kendileri temin ediyor, zaten kaçakçılık falan da yapıyorlar. Babamın dedesi Hamit de bu çetenin içinde. Adam kemençe çalıyor güya. Babaannem anlatırdı ben küçükken, “Ermenileri, Rumları köylerinde baskın yaparak taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmadan öldürmüşler. Çoluk çocuk demeden hepsini katletmişler. ’Savaştı o zaman oğul, onar da bizim köylere yapıyorlarmış aynısını. Keşke biz de yapmasaydık, onlar da yapmasalardı.’

Sonra dede Ankara’da Atatürk’ü koruyan 12 muhafızdan biri olmuş, İstiklal Madalyası verilmiş. Topal Osman, Ankara’ya gelince iktidar sevdalısı olmuş, suikastler, adam kaçırmalar, öldürmeler. Hatta Atatürk’ün Çankaya’da evini basmışlar. Topal Osman yakalanınca kafası vücudundan ayrılmış. İsyanın cezası gereği asılması gerekiyormuş, mezarından çıkarılıp meclisin kapısı önüne ayağından asılarak başsız sallandırılmış. Dede kemençeci olduğu için yırtmış bu olaylardan köyüne dönmüş.

Topal Osman o kadar kendini beğenmiş bir adammış ki ’Hamit bu Giresun’un neresini istersen sana vereyim’ dermiş. Benim dedenin kafa türkü söylemek, kadın peşinde koşmak olduğu için ’Ne yapayum ben Giresun’u. Bende var sadece bir kız çocuk, damada mı yedireceğum bunca araziyu’ dese de hatırı sayılır bir mülke el koymuş. Ama adam hem zampara hem kumarbaz hem de çalışmayı sevmiyor. Evli kadınlardan bile hoşlanırsa, kocasına tarla verip o kadından boşandırıyormuş. 9 kadınla evli olduğu rivayet ediliyor.

Ben bugüne kadar kalan son mirasçıyım, herkes öldü. Her ölümde yapılması gereken veraset ilamlarını, tapularını hiç işletmedim, bu yüzden çok fazla evrak işi var. Böyle bir adamdan kalan mirası almak niyetinde değilim, hemen hepsini satılığa çıkaracağım ve o bölgede ne kadar ilkokul, ortaokul var o okulların kütüphane, laboratuvar, bilgisayar ihtiyaçlarını karşılayacağım.”

Asuman Hanım, bu hikâyeyi dinledikten sonra, bana saygı duyarak baktı.

“İnanılmaz biriymişsiniz. Selin ikinizin arasında geçenleri anlatınca, sizin de çapkın bir insan olduğunuzu, kadınları süzüp, iç geçiren biri olduğunuzu düşünmüştüm, ancak oldukça mazbut biriymişsiniz. Sizinle yarın saat 11.00’de noterde buluşalım, Ceyda’ya vekalet verelim.“

Yanımdan kalktı, Selinlerin yanına gitti.
 

* * *

 

Ertesi gün 35. Noter salonunda, saat 10.55’de kısa saçlı bir kız geldi yanıma.

“Merhaba, siz Cevat Çapan‘sınız değil mi? Ben Ceyda Tanır. Asuman Hanım’la çalışıyorum. Bana vekalet verecektiniz, kimliğinizi ve 2 adet vesikalık fotoğrafınızı alayım, işlemlere başlasınlar.“

Biraz şaşırmıştım ama kızın yüzüne, özellikle gözlerine bakınca yıllardır onu tanıyormuşum gibi hissettim. Kimlik ve fotoğrafları uzattım.

“Hayret beni ilk defa görüyorsunuz, nasıl tanıdınız? Asuman Hanım iyi anlatmış olmalı beni size” dedim.

Ceyda evrakları oradaki katibe verdikten sonra yanıma geldi.

“Asuman Hanım anlattı ama ben sizi daha önceden tanıyorum. Annemin Bulancak’tan sınıf arkadaşıymışsınız. Bir kere bana Google’dan arattırmıştı. Görsellerden son halinizi görmüştü, ’Aaa bizim Cevat hiç değişmemiş ya kız, hâlâ çok yakışıklı’ demişti. Oradan biliyorum sizi“

Bana ’hâla yakışıklı’ diyebilecek kim olabilirdi? Bulancak ile ilgili kafamda o kadar az şey vardı ki.

“Ceyda kızım, sen Nazmiye ile İbrahim’in kızı mısın? Gözlerin o kadar çok Nazmiye’ye benziyor ki bende neden bu kız bana çok tanıdık geldi diye düşündüm.“

Ceyda, “Evet Nazmiye ve İbrahim’in kızıyım. Herkes öyle söyler, gözlerin annene ne çok benziyor derler. sSizin Facebook sayfanızı aradı annem, arkadaş olarak eklemek, telefonunuzu istemek için.“

Benim sosyal bir hayatım yoktu ki Facebook sayfam olsundu. Demek ki Nazmiye’nin bir sosyal hayatı vardı. Eskiden Giresun’a bir disko açılmıştı, bana durmadan “Beni dans etmeye ne zaman götüreceksin Cevat? herkes gitti, biz gitmiyoruz“ derdi.

Yüzümdeki, ellerimdeki sedef izleri hep sorunum olmuştu. Ortamlara gidip herkesin bize bakmasını istemiyordum, bu yüzden ömrüm boyunca liselerde edebiyat hocalığı yaptım. Hayatıma hiçbir kadını almadım. O gün Nazmiye’yi de “Sen ne fingirdek kızsın. Sen oynayacaksın, adamlar oranı buranı seyredecek, yok bende öyle mide“ deyip terslemiştim. Onun hayatını bu şekilde sürdürmesini istemediğimden, bizimkilere ben liseyi İstanbul’da bitirmek istiyorum deyip amcamların yanına taşınmıştım. Bir daha da Bulancak’a geri dönmemiştim.

Ceyda işlemleri bitirdi, dışarı çıktık, öğlen olmuştu.

Karşıdaki dönercide döner yemeyi teklif ettim, hemen kabul etti. çok sevinmiştim. Nedense kıza karşı bir sempati besliyordum. Babasının akciğer kanserinden 37 yaşında öldüğünü söyledi. Annesi o kadar genç yaşta dul kalmasına rağmen başka biri ile evlenmek istememiş, sadece Ceyda’nın eğitimi ile ilgilenmiş, şimdilerde ise Bulancak Lisesi müdürü olarak öğretmenlik işine devam ediyormuş. Arada sırada benden Ceyda’ya bahsedermiş. Benim onun ilk aşkı olduğumu, babasının bunu bildiğini, anlatmış.

Ceyda’dan annesinin telefon numarasını istedim. Hemen telefonumu eline aldı, “Nazmiye 💕“ diye kaydetti. 2 üst üste kalp koymuştu. Sonra Facebook’ta bana bir profil açtı. Profil görseli için fotoğrafımı çekti. Nazmiye’nin sayfasına gitti, “Arkadaş olarak ekle” butonunu tıkladı. “İstek gönderildi“ yazdı. Aradan 2-3 dakika geçti geçmedi, bildirim geldi. “Nazmiye Tanır arkadaşlık isteğinizi kabul etti” yazıyordu. Telefonu tekrar bana uzattı. Telefonda “Nazmiye 💕 Aranıyor“ yazıyordu. Birden çok sevgi dolu bir ses geldi.

“Cevat, sensin değil mi? Ceyda yanında mı?“

Ben ne söyleyeceğimi şaşırdım. Gözlerim doldu ardında da yaşlar geldi. Konuşacak bir şey bulamıyordum.

Ağzımdan sadece bir iki kelime çıkabildi.

“Nazmiye, affet beni, şimdi farkına vardım, seni çok özledim ben.“
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 

Metin Çoban

 

Açıklamalar:

  1. Fanzin: İngilizce FANatic ve magaZINE kelimelerinin kısaltılmasıyla oluşturulan finansal kaynaklardan ve hiyerarşik yapılardan uzak alternatif bir basılı materyaldir. Farklı yöntemlerle çoğaltılan örnekleri olmakla beraber genellikle fotokopi aracılığı ile çoğaltılarak, satış amacı güdülmeden dağıtılan yayınlardır. Dergiden (süreli yayınlardan) ayrı olarak, süresi belirsiz olarak çıkar ve daha amatörce hazırlanır.
     
    Türkçede “Fanzin” olarak kullanılan “fanzine”, genelde belirli bir konu üzerine işlenen yapıtlardan (yazı, resim, fotoğraf, karikatür vb.) oluştuğu gibi, değişik ve çeşitli konuların yapıtlarının da bir araya gelmesiyle oluşabilir. Her türlü materyal kullanılarak oluşturulabilen fanzinler tek sayfalık olabileceği gibi birbirine zımbalanmış, iğnelenmiş çok sayıda sayfadan da oluşabilir. Geleneksel olarak el yazısı, daktilo, kolaj, çizim gibi farklı elementlerden oluşur. – Vikipedi    ⇡⇡⇡
  2. Hacı Topal Osman Ağa: Kurtuluş Savaşı’nda Doğu Karadeniz’de faaliyet gösteren mahallî milis güçlerinin reisi ve muhafız taburu komutanı.Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Giresunlular’dan oluşan muhafız kıtasının komutanıdır. Kurtuluş Savaşı’nda yararlıklar göstermiş, 1923’te Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey cinayetinin azmettiricisi olduğuna karar verilince hakkında tutuklama emri verildi. Çıkan çatışmalarda yaralı olarak ele geçirilmiş ancak İsmail Hakkı Tekçe tarafından başı gövdesinden ayrılmak suretiyle kesilerek öldürülmüştür. – Wikipedia    ⇡⇡⇡

 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

12 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 31 Ekim 2023 at 13:33

    Nietzsche üzerine okuduğum son kitabın yorumunu paylaşmayı, sırf seninle bu tartışmayı yapmayı geciktirmek için öteliyordum. Ama buraya kadarmış. Dün gece öykünün Nietzsche ve kadın arketipleri bölümünü düzenlerken sakinleşmek için ara verip önce bir kadeh şarap içtim, ardından devam ettim okumaya.
     
    Nietzsche’yi yanlış anlamıyorum. Sosyal medyada birkaç aforizmasını okuyup hayranlıklarını ilan edenlerle bir olmadığım ortada. Hem kitaplarını okudum hem de felsefesini yıllarca çalıştım. Bazı noktalarda fikirlerine katılsam dahi genel tavrından ötürü o katıldığım kısımları dahi onaylamaktan hoşlanmıyorum.
     
    Kadın ve feminizm konusuna gelince feminizmin “penis isteme” olarak adlandırılmasının iğrenç, aşağılayıcı ve son derece cinsiyetçi bir yorum olduğu aşikâr. Ayrıca neden bir penis isteyeyim; kendilerini bir uzuvla tanımlamayı tercih eden herhangi birine özenmem söz konusu dahi olamaz. Ben kadın olmaktan gurur duyuyorum. Feminizm de erkek olma hevesi değil, erkeklere tanınan eğitim, sağlık, iş imkânlarının kadına da tanınması gerektiğini anlatan soylu bir eşitlik mücadelesidir. Böyle iğrenç bir tabirle aynı cümle içinde yer alması ise beni evet oldukça rahatsız ediyor.
     
    Dergide kimseyi kendim gibi düşünmeye zorlamadığımdan öyküyü yayınlamama seçeneğim yoktu. Fakat altına kendi düşüncemi yazmak ve feminizme yapılan bu aşağılayıcı tanımlamadan rahatsız olduğumu belirtmek de bunca yıldır savunduğum idealler için bir zarûrîyetti.
     
    Öykü devam edecek sanırım. Nietzsche ve feminizm üzerine olan bölüm haricinde sevdim aslında hikâyeyi. İçinde benim, Emine’nin ve Burak’ın geçmesi ise -kendi adıma söyleyeyim- oldukça hoş bir detaydı 😍 Teşekkür ediyorum bizleri böyle tatlı yazdığın için.
     
    Sevgiler canım ❤️

  • Yanıtla Metin Çoban 31 Ekim 2023 at 14:09

    Ben Nietzsche ‘yi severim her fikrine de sahip çıkarım. Burada 3 kadın tiplemesini yaparken, “kendi isteğiyle hadım” diye düşünen kadın tipi diye bahseder. Penis arzusu yoktur. O tür davranışlar Kaliforniya Sendromu yaşayan kadınlarda psikologlar tarafından adlandırılır. İkinci tip kadın, toplumun hadım ettiği kadındır. Toplum ahlâk kuralları, töre kuralları ile kadını hadımlaştırır. Kadın ezilir, kadınlığını tam yaşayamaz. Üçüncü tip kadın ise her iki tipte olmayan kadın tipidir. Ve Nietzsche’nin tercihi bu tip kadındır. Burada yanlış olan birşey yok bana göre. Ayrıca ben kendim olarak veya öykü dahil Cevat olarak asla kadın haklarını, kısıtlayan fikirlere, aşağılamalara kesinlikle karşıyız. Aslen feministiz.
     
    Öykü gerçekten kısa oldu galiba, bir iki kişi devamı olacak mı diye sordu. O zaman ikinci bölümü yazmak gerekiyor.
     
    Yaptığın herşey için sana, her zamanki destekleri ile Emine ve Burak’a, dergideki diğer arkadaşlara sonsuz teşekkürler 🙏 iyi ki bu dergiye çağırmışsın.
     
    Sevgiler canım 💕

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 31 Ekim 2023 at 15:51

      Hangi çağ dışı psikoloğun fikri olduğu açıkçası beni ilgilendirmiyor, kim feminizmi “penis arzusu” diye tanımlamaya kalkarsa ben onunla tartışırım, isminin önünde hangi ünvan olduğu mühim değil.
       
      Erkeklerin -özellikle de erkek psikologların- geçmişte kadınlar hakkında bugünün biliminin kabul etmesinin söz konusu dahi olamayacağı ipe sapa gelmez yargılarda bulunduğunu biliyoruz. Bunun en meşhuru sanırım “histeri”. Günümüzde psikologların büyük bir bölümü “histeri” diye bir rahatsızlık olduğunu kabul etmese de kadınlar en ufak bir duygu belirtisi gösterdiğinde hâlâ histerik olmakla suçlanıyorlar 🤦🏼‍♀️ Bu yüzden “penis arzusu” gibi çağ dışı kavramların arkasında hangi sözde psikoloğun olduğu gerçekten umurumda değil. Bu sözde akademik varsayımları devam ettirmenin de kadın hareketine zarar vereceği ortada.
       
      Bir de rica edeceğim erkekler bizleri sınıflandırmaya falan kalkmasın. Ne saçma bir şey insanı -daha doğrusu kadını- sadece 3 ana karaktere indirmeye çalışmak. Ya osun ya busun ya da diğeri. Adamların beni zorla sokmaya çalıştığı o kalıplardan hiçbirine sığmam söz konusu değil. Ömrü boyunca kadınlarla doğru dürüst ilişki kuramamış bir adamın (Nietzsche) kadınlar hakkında bunca laf etmesi de komik bence.
       
      Aslında komik değil, bayağı kin dolu Nietzsche onu reddeden her kadına. Gerçi kin dolu olmadığı pek fazla insan da yok. Dostluk ilişkileri de ortada. Wagner en bilineni fakat herkesle ilişkisi aşağı yukarı aynı. Önce büyük bir hayranlık, hatta dalkavukluk, sonra ise büyük bir kin. Tabii Wagner’in karısına aşık olmasının da bunda etkisi büyük. Kadını Wagner’in değil, kendisinin hak ettiği kanısında. Cosima’nın kocasına aşık olmasının bir önemi yok tabii Nietzsche için. Lou Andreas-Salomé aşkı da aynı şekilde. Bana kalırsa Nietzsche kibirli, mizojinist adamın teki. Deliliği de bence ömrü boyunca söz konusu, sadece hayatının son döneminde ayyuka çıkıyor. Ama işte kitleler delileri dahi ya da peygamber ilan etmeyi sever 😉
       
      Bunları Instagram’da kitap yorumum esnasında yazacaktım fakat kısmet burayaymış. Bir kere ok yaydan çıktı, şimdi sustur susturabilirsen beni 🤷🏼‍♀️

      • Yanıtla Metin Çoban 31 Ekim 2023 at 17:30

        Hay elimi eşek arısı soksaydı da yazmasaydım o bölümü, sonsuza kadar içimde tutsaydım. 😃 Konuyu kapatıyorum. Ben sadece kadınların değil, tüm yaratıkların haklarını savunan, ezilen her canlının yanında olan biriyim. Nietzsche çok önemli değil, nihilist olmam ona bağlı değil. O beni öyle yapmadı. Okur geçerim.
         
        Bir daha seni kızdıracak hiçbir şey yazmayacağım, seni bir saniye bile sinirlendirmeyeceğim.
         
        O şırınga yemiş avuç içinden öpüyorum seni.
         
        Sevgiler canım 💕

        • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 31 Ekim 2023 at 18:54

          Ahahahahahha ya kıyamam 😂 Ben seninle tartışmayı seviyorum, dostluğumuz da böyle başladı zaten 😉
           
          Nihilist mi 😂 Ben onlara da sinir oluyorum 🙈😂🙈
           
          Sen yaz istediğini, sonra kapışırız sorun yok 🙃
           
          Kocaman sevgiler 😁🤗

          • Metin Çoban 31 Ekim 2023 at 19:24

            Bugün berbat bir gün. Sabah Hülya’nın A. Camus kitabı “Düşüş” üzerine yaptığı yorumda ona biraz çıkıştım. A. Camus bizim cemaattendir, o da bir nihilist, korumak zorundaydım. “Kafka’ya göre Camus candır” dedim.
             
            Senin benim nihilist olmama şaşırman beni şaşırttı. Benim stoacı, biraz da Epikürcü olduğumu biliyorsun. Marcus Aruellius atamızdır. Büyüyünce Stoacı olmayı geliştiriyorsun, nihilist oluyorsun.
             
            Bizim için hiçbir şeyin değeri yoktur, duygularımız yoktur derler, oysa ki değer taşıyan şeyler olmak için çaba gösteririz ama sıkıntı değer taşıyan şeyler gerçekte var mıdır? Varsa bile biliniyor mudur? Kime göre değerlidir?
             
            Sen Didem Çelebi, benim için üst insansın değerlisin, ondan seviyorum seni, bak duygularım varmış 😃❤️❤️❤️

  • Yanıtla Emine Öztürk 31 Ekim 2023 at 21:43

    Sevgili Metin,
     
    Ben Nietzsche filan bilmem.🤫
     
    Didem ile atışmanız muazzam keyifli. Ben ismimi hikâyende görünce çok mutlu hissettim. Ben o, o benmişim gibi okudum. 🙊🙈
     
    Harikaydı 😳

  • Yanıtla Metin Çoban 31 Ekim 2023 at 22:22

    Eminecim çok teşekkür ederim yorum için. Didem bi’ tanedir, kraliçedir ama fena tartışırız onunla, bu yıllar önceden böyle. Ama yakında beni dergiden kovacak. Sanıyor ki ben feminist değilim. Benim kız Eser bin kere çarpar yere beni, şeytanın çarpmasına gerek kalmaz. 😃
     
    Öykümde seni karakter olarak göstermeme izin verdiğin için teşekkür ederim.
     
    Sevgiler, selamlar 💕

  • Yanıtla Josef Kılçıksız 9 Kasım 2023 at 09:17

    Bu metni gecikmeli olarak okumuş olmaktan hicap duydum.
     
    Bu öykü aslında kapitalist buldozerinin dümdüz ettiği alanları gösterirken bir Türkiye panoraması da sunuyor.
     
    Nietzsche gibi birçok filozof/düşünür mizojinliklerini çarpıcı savların ya da “deha” olmanın sağladığı ayrıcalık perdesinin arkasına gizledi. Bunu da bir çekince olarak belirteyim.
     
    Kalemine sağlık Metin, daha nicelerine…

  • Yanıtla Metin Çoban 10 Kasım 2023 at 17:54

    Sevgili Josef ben de gecikmeli olarak değerli yorumuna verdiğim cevap için hicap duyuyorum.
     
    Çok naziksin, çok teşekkür ederim 🙏

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 13 Kasım 2023 at 13:34

    Metin Bey, sizin yazınızı okumuştum. Yorumlardaki hararetli tartışmanın soğumasını beklemiştim. Bugün dergi sayfasını açınca sizin daha önce okuduğum yazınız olduğunu unutup tekrar gözden geçirdim.
     
    Güzel yazıyorsunuz, fikirler farklı olabilir elbette. Akıcı, merak uyandırıcı, duyguyu yaşatan bir yazı tarzınız var. Az kelimeyle çok şey ifade etmek benim de ulaşmak istediğim noktadır. Bunun için şiir yazmayı da deniyorum.
     
    Sizi okumak ayrı bir zevk.
     
    Sevgi ve saygılarımla.

  • Yanıtla Metin Çoban 14 Kasım 2023 at 13:56

    Şen Hanım çok teşekkür ederim. Ne kadar hoş sözleriniz.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan