Sentez

Yolun Başı | 5

8 Kasım 2019

Öykü: Yolun Başı | Yazar: Özge Can

 

İndeks

Yolun Başı: Birinci Bölüm
Yolun Başı: İkinici Bölüm
Yolun Başı: Üçüncü Bölüm
Yolun Başı: Dördüncü Bölüm
Yolun Başı: Beşinci Bölüm

 
Beyaz sabun kokulu çarşafların içinde, sabah güneşinin gözüne vurmasıyla güne uyandı Gizem. Odayı dolduran aydınlık, içinde oluşan puslu griliği dağıtmaya yetti. Gece, içinde biriken “Ben kimim?” sorusunun cevabını bulamayıp uykuya bırakmıştı kendini. Annesinden gelen kimliği ile babasından gelen kimliği birbiri ile çelişkide kalmış, tüm kalıplardan sıyrılıp “Adımla müsemma bir gizemim” deyip sorgulamalardan vazgeçmişti.

Çay kaşığının bardağa çarparak çıkardığı ses, hane halkının çoktan güne başladığını gösteriyordu. Mahcup bir utangaçlıkla saati arandı; henüz daha yedi idi. Bu kadar erken ve dinlenmiş olarak uyandığına şaşırıp toparlandı.

Bugün yeniden yola düşme günüydü.

Kahvaltı sofrasındaki hane halkını selamlayıp, yanlarına oturdu. Gözlerini kaçırarak selamını alan Türkan’ın çekimindeydi yine. Bu sancılı uzaklığı çözmeden buradan ayrılmayacaktı.

“Türkan’cım, bugün babamın evine gitmek istiyorum. İşin yoksa kahvaltıdan sonra birlikte gidelim mi?”

“Olur Gizem abla, siz kahvenizi içerken ben sofrayı toparlarım, sonra da çıkarız.”

Sabah kahvesinde dem alırken, eski muhtar Serdar’a kısaca o günün programından bahsedip bugün ayrılacağını bildirdi Gizem. Bir taraftan da gözleriyle Türkan’ı takip ediyor, işinin biteceği anı yokluyordu.

Güneşin aydınlığı gibi gülümsedi Türkan, içindeki puslu grilikten eser kalmayarak ışıltıyla karşılık verdi Gizem. Bu sessiz iletişimle güne başlamaya hazır olduklarının sinyalini verdiler birbirlerine.

İki kadın evden yan yana çıktılar. Yürüyerek gitmeyi teklif etti Türkan;

“Yol boyu güzeldir burada Gizem abla, okulun, caminin, bahçelerin yanından geçeceğiz. Köyün mezarlığı da o tarafta, senin için uygunsa anneme de uğrarım iki dakika.”

“Olur canım. Ben araçtan fotoğraf makinemi de alayım o zaman. Biraz da fotoğraf çekerim.”

Yol boyunca koşturan çocuklar, köyün neredeyse yüz yıllık sokaklarında eğreti duran giyimleri, ellerinde modern zamanın oyuncağı cep telefonlarıyla cıvıl cıvıl sabah etkisi yaratıyorlardı. Çocuklara bakıp gülümsemekten kendini alamadı Gizem. Bugün içinde ağustos güneşi sıcaklığı vardı.

Bozkırın ortasındaki Boz köyünde, kendi hayatının başladığı noktada olmanın bilinmezlikten uzak, coşkulu bir sıcaklığı kaplamıştı ruhunu.

Makinenin objektifine sürekli bir şeyler takılıyordu. Atalarının yaşadığı, hatta neredeyse atalarının inşa ettiği sokaklarda gezerken gurur dolu bir tebessüm kaplamıştı yüzünü. Bahsi geçen cami, köyün okulu, hepsi sıradanlıktan kurtulmuş bir mimari ile dikkatini cezbediyordu. Tüm bu mimari yanında bir de köyün doğal yaşantısının görseli, şehir yaşamına alışkın zihninde yeni bir perde aralamıştı.

Yolun sonundaki taş evin önüne geldiklerinde anladı Gizem buranın doğduğu ev olduğunu. Bahçe kapısını anahtarla açtıktan sonra kenara çekilip yol gösterdi Türkan. Aralarında anlaşmışlar gibi ikisi de hiç konuşmuyor, aralarındaki sessiz anlaşmaya sadık gözle, beden diliyle hemhallik ediyorlardı.

Gizem ilk anda bahçenin kenarındaki babasının mezarına yöneldi. Hangi dilde, hangi dua ile Tanrı’ya ulaşacağını bilemedi. Bildikleri ile yeni öğrendiklerinin zıtlığı arasında sadece “Ben kızın, Gizem” diyerek bir yabancıya ait gibi duran mezar taşına kendini tanıttı. Daha fazlasını yapmak gelmedi içinden. Başka diyara gitmiş birine ne hesap sorulabilirdi, ne de ondan yanıt alınabilirdi. Belki kendi içinde yaşayacağı bir pişmanlık… Onu da yersiz ve hak edilmemiş bulduğundan dolayı eve yöneldi.

Ev tam da Metin muhtarın anlattığı gibi duruyordu. Hiçbir şeye dokunulmamış. Her şey yerli yerinde, birilerinin soluğu duvarlarda asılı kalmış gibi. Bir kalbin çarpıntısı taş duvarlarda yankılanıyor gibi. Kulağında yabancı bir sesin tınısı geziniyor gibi. Oysa evdeki her şey yabancıydı. Bildik hiçbir nokta yoktu. Taş evin içinde taşlaşmış gezerken bilindik bir yüzün fotoğrafı ilişti gözüne. Annesinin gençliği ile babasının yüzünü ilk kez gördüğü fotoğraf karesi. Kaçarak evlendikleri gün çekilmiş olmalıydı. Solmuş fotoğrafın içinde babasının yüzünde kendini anımsatan bir şeyler aradı. Derinlemesine incelemekten korkarak duvardan indirip eline aldı çerçeveyi. Çerçevenin diğer yanında da kendi bebekliğinin fotoğrafı, bir eşi de kendi evindeydi.

Çocuk olmayı diledi, babasının sevgi dolu bakışları altında evin içinde koşturduğu anlar hayal etti.

Merdivenlerden, babasının omzunda inen bir kız çocuğu düşlemeye çalıştı. Kendine ait hiçbir iz bulamadı. Yaşanamamışlıkları üzerine giydirmeye çalıştıkça yaşadıklarını kaybedeceğini tecrübe etmiş birinin olgunluğuyla anılarına sarılmayı yeğledi. Evden sadece tek bir fotoğraf çerçevesi alıp çıktı Gizem. Bahçeden çıkarken babasının mezarına dönüp bakmadı bile.

Gizem’deki bu dalgalı ruh halini fark eden Türkan, daha bir yakınlık duydu yanında kırıklarına yama tutturmaya çalışan kadına.

Sessizce çıktılar baba evinden. Yolun sonundaki mezarlığa doğru yürümeye başladılar. Sessizliği Gizem bozana kadar Türkan tek laf etmeden yanında yürüdü.

“Türkan, sizin köy de böyle mi?”

“Hiç görmedim köyü ben.”

“Annen anlatmıştır belki.”

“Annem anlatmayı sevmezdi, sessiz bir kadındı. Köyden bahsetmeyi hiç sevmezdi. Hatice teyzem -Serdar amcanın eşi- o gidip geldikçe bazen bahsederdi; annem sessizce kalkardı ortamdan.”

“Babana n’oldu Türkan?”

“Bilmiyorum, varlığının ispatı verdiği soy isim desen, o da yok bende zaten. Ben Serdar amcanın kütüğüne kayıtlıyım. Sağ olsun, o olmasa annem benimle ne bu köyde ne de başka yerde barınamazdı. Senin annen gibi değildi annem; belki yaşadıkları, belki yoksunlukları kendi başına başka bir yere gidip yerleşecek gücü yoktu annemin.”

“Anladım Türkan’cım. Annemin buradan gitme nedeni dini sebepler. Babamın korkakça geleneklerinden kopamaması, annemin daha cesur davranmasına sebep olmuş. Onların aldığı kararlar benim tüm yaşamımı değiştirmiş. Burada kalsaydık belki ben çok farklı bir insan olacaktım. Kendimi arafta hissedecektim belki de. Gerçi şimdi de herhangi bir dinin gönüllü müridi değilim. O zaman o arada kalmışlıkla çekiştirilip duracaktım.”

“Senin baban, iyi bir insandı Gizem abla. Sana, annene zarar verecek biri değildi. Belki diğer büyükler zorladılar; değişimi, bu farklılığı istemediler ama İbrahim amca iyi bir insandı.”

“İyilik nedir ki Türkan’cım?”

“Kendi içinde taşıdığın iyiliğin başkalarını bırak, var olmasına sebep oluşturduğun çocuğunun hayatına değmesine müsaade etmiyorsan, nasıl iyi bir insan olabilirsin ki?”

“Kasıtlı bir kötülük yapmıyorsan, kötülüğünden var olmasına sebep olduğun bir çocuğun yoksa, iyisindir.”

“İyi insan olmak göreceli bir kavram değildir ki. Kötülüğün, zalimliğin karşısında durduğun kadar iyisindir, içinde taşıdığın iyi duyguları yansıttığın kadar, insanlara, doğaya, hayvanlara, kısaca bulunduğun dünyaya karşı tutunduğun tavır kadar iyisin. Türkan’cım bireysel iyilik ya da kötülük kişinin özelinde yaşanabilecek bir duygu durumu değil. Yaptığın her şey herkesi etkiliyor. İyi ya da kötü olabilirsin. Bir kıstas yoktur elbette. Kalbinde taşıdığın duygunun sorumluluğu seni bağlar.”

“Anneme amcam tecavüz etmiş. Ben öyle olmuşum. Burada ki kötülük amcamda mı? Ses etmeyen dedemde mi? Askere giderken karısını ailesine emanet edip giden babamda mı? Kocası askerde iken hamile kaldı diye annemi suçlayan kendi anne, babasında mı? Kim daha çok kötü Gizem abla? Ne olduğunu bildikleri halde, sesleri çıkmayan köy ahalisinde mi? Askerden dönüp kucağında bebek görüp ne olduğunu dinlemeden tekme tokat annemi döven babam –başka türlü izah edilemeyeceği için bu unvanı kullanıyorum- kalbindeki hangi duygunun sorumluluğunu taşımış?”

Gizem, duyduklarının çarpıcı gerçekliği karşısında ne diyeceğini bilemeden öylece baka kaldı Türkan’a.

Dokunsa, yavan kalacak teselliyle Türkan’ı hafife alacağı duygusuna kapıldı. Kendi tecrübesizliğinin getirisi yaralarını birleştirme gafletini hatırlayıp utandı. Az sonra mezarına gidecekleri Türkan’ın annesinin kabri başında nasıl durması gerektiğini bilemedi. Karışık duygular içinde sadece baktı Türkan’a.

Hayata başlama sebebinin ihanetiyle yüzleşmiş, gerçekliğin bütün kulvarlarındaki izleri zihninde yıllarca taşımış bu genç kadın, acının tüm hallerini içine hapsetmiş, dimdik kapkara gözlerle Gizem’e bakıyordu.

“Yaralarımız ortak değil Gizem abla. Fakat bir ortaklık varsa; olanlar içinde kadınların üzerinden erkekliklerini ispat eden erkek güruhu ile hemcinsine sahip çıkmaktan imtina eden, bastırılmış, sindirilmiş kadın güruhunun tepki ve tepkisizliğidir.”

“Haklısın Türkan, çok haklısın. Sen, yaşamın getirdiği her şeye rağmen, hayatta dimdik durabilmiş bir kadınsın. Kendi gerçekliğini, kendini tamamlamak için kullanabilmişsin. Senin bu güçlü halin, gözündeki kendinden emin bakış güç verdi bana. Belki de içten içe hissediyordum böyle bir hikâyen olduğunu, konuşmak için –tekrar özür diliyorum- ısrarcı davranma gafletim bundandır belki de.”

“Sen bir yola koyulup gelmişsin Gizem abla. İçinde kendinle ilgili taşıdığın sorular buraya kadar getirmiş seni. Sen bir son beklerken, bir sürü yeni başlangıçlarla karşılaştın. Var olan hikâyenin merakındaydın, bunları yaşaman çok normal. Ben bu köyün yoluna bakarken geldiğim anları düşledim hep, annemin kucağında ben, yanımızda Serdar amcayla, Hatice teyzem.

Oradaki yola düşüp Boz köyüne girişimiz.

Hep aynı hikâyeyi dinledim. Hep aynı hikâyeyi bildim. Herhangi bir anı bile farklı olmayan yolun başının da sonunda aynı olduğu hikâyeyi. Belki farklıdır umudu taşıdım içimde hep ama hikâye her daim mutsuz sonluydu. Senin yirmi dört saat içinde hayatının tüm gerçekleri değişti, yine çok iyi ayakta duruyorsun. Kendini yabana atma. Ben sana yarenlik etmekten mutluluk duydum Gizem abla.”

Gizem, yanında dimdik duran genç kadına hissettiği gönül bağı ile sarıldı. Dokunduğu anda da göz pınarlarında hazır bekleyen yaşlar dökülmeye başladı.

İki kadın, iki yaralı kadın!

Bir yolun ortasında birbirlerine sarılmış, ağlar halde başlangıçlarla sonların karmaşasına teslim ettikleri ruhları ile yaşamlarının hikâyesinde yeni bir yola girdiler…
 
 

…SON…

 
 
Özge Can

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan