Sessizlik Öyküleri

Deniz Kenarı Çok Eser

10 Aralık 2020

Öykü: Deniz Kenarı Çok Eser | Yazan: Hakan Özbek

Beş yıl önce buraya geldim, yeniden. Yeniden diyorum çünkü zaten buradan gitmiştim. İnsan burada yaşarken uzaklaşmak istiyor. Hem de ne uzaklaşmak… Kaçmak, dönmeyecekmiş gibi koşarak uzaklaşmak. Sonra? Sonra gidiyorsun. Gidince fark ediyorsun ki, burası seni kendine bağlayan bir yer değil, istediğin zaman gidebileceğin, istediğinde geri gelebileceğin bir yer. Yaşarken eziyet gibi geliyor falan ama şimdi fark ediyorum, eziyet değilmiş.

Buralardan uzak yaşadığım son yıllarda bazı sabahlar içimde farklı bir hisle uyanmaya başladım. Önceleri ne olduğunu anlayamadım ya da kendime çizdiğim sınırlardan çıkmak istemedim ama sonunda bir gece kendime itiraf ettim; gideceğim bu şehirden. O şehrin koşuşturması beni öylesine yormuştu ki… Artık bildiğim bir yere dönmeliydim. Alışkın olduğum, bildiğim, tanıdığım bir yere. Kalktım memleketime döndüm. İlk günler hatta haftalar güzeldi. Yeniden doğmuş gibi hissediyordum. Hoş geldine gelenler, ne yapacaksın diye soranlar, bir ihtiyacın olursa beni ara diyenler…

Sonra hoş geldin ziyaretleri bitmeye, özlem dinmeye başlayınca hayatım sakinleşti. O zaman çıkıp sahilde yürümeye başladım. Kendime bir kahve hazırlayıp, kitabımı alıp sahile çıktım. Denizin kokusunu çekmek, dalgaları dinlemek iyi geliyordu. Hem kimse de yoktu etrafta. Saatlerce yürüdüm, saatlerce okudum, litrelerce kahve içtim… Koskoca sahil hep bomboştu. Mesela İstanbul’da sahili görmek mümkündü ama aynı çizgi boyunca bir kaç metre yürümeye imkan yoktu. Denize sıfır bir yerde oturabilmek ise hayal gibiydi. Peki bu insanlar neden sahilde yürümüyorlardı ki?

Bir gün uzunca bir sahil yürüyüşünün ardından bir kafeye geçip, liseden bu yana sıkı dostum olan Muhittin ile buluştum. O zaman aklıma geldi, sordum:

– Herkes nerede?

Muhittin anlamaz bir ifadeyle yüzüme baktı. Eliyle anlamadığını işaret etti.

– Buradayız işte? Baksana oğlum kafeye, tüm ilçe burada nereyse.

Kahvemden bir yudum alıp kafamla onayladım.

– Buradasınız onu görüyorum. Bu sabah bütün sahil boyunca yürüdüm, kimse yok. İnsanlar neden sahilde yürümüyor?

– Neden yürüsünler ki? Soğuk oğlum sahil. Hem sahilde bir şey mi var görülecek?

– Deniz?

– Tamam da deniz zaten hep orada. Yeni bir şey değil ki?

– Ama çocukken giderdik okuldan kaçıp… Hatırlamıyor musun? Gizli gizli sigara içerdik sahilde.

– Tamam işte, kimse yok diye giderdik. Kimse görmezdi sigara içtiğimizi ondan giderdik. Şimdi herkes biliyor zaten. Hem bu yaşta da yediğimiz boku saklayacak değiliz.

– Nasıl ya? Ben denizi eskiden de severdim. Ben onun için gidiyoruz diye hatırlıyorum?

– Ne bileyim ben, sormadım ki sana o zaman “Denizi seviyor musun?” diye. Ben kimse yok diye giderdim.

Konuşmamız giderek hararetlenirken, o sırada kafeye bir arkadaşımız daha geldi. Taylan bizim kadrodan bir çocuktu. Beş altı genç hep birlikte takılırdık o yıllarda. Taylan biraz daha dar gelirli bir ailedendi. Babası bırakıp gitmişti onları. Annesi de az bir para ile evi döndürmeye çalışır, Taylan’ın çok az olan harçlığı bitmesin diye ona sigara aldırmaz, biz ikram ederdik.

– Oooo, gençler! Beni niye çağırmadınız lan?

Ona doğru dönüp selamladım.

– Biz de yeni araştık zaten.

Daha masaya buyur etmeden Taylan yan masadan bir sandalye çekip oturdu. Cebinden sigarasını, cüzdanını, telefonunu, arabasının anahtarını çıkarıp masaya koydu. Ardından paketten bir dal alıp yaktı.

– Eeee, mevzu nedir? Ne yapıyorsunuz?

Muhittin eliyle bana dur işareti yaptı.

– Bir şey yok lan. Dur ya da sana da sorayım. Biz lisede deniz kıyısına niye giderdik?

Taylan anlamsız bir soru sorulmuş gibi baktı.

– Sigara içmek için giderdik. Ne günlerdi be! Bu müptezel bak gözümden duman çıkarıyorum diye Nihat’ı kandırıp çocuğun elini yakmıştı. Ne adamdın lan!

O günü hatırlıyordum. Nihat bize çok kızmıştı ama kimse gülmekten çocuğun kızgınlığını bile umursamamıştı. Nihat da sinirlenip gitmişti sonra. Taylan’a sordum bu kez:

– Denizi sevmez miydik lan biz?

– Sikeyim denizi, sigara içmesek mal mıyız deniz kıyısında oturalım saatlerce. Hem rüzgar eserdi, sigaramızı yakana kadar ebemiz sikilirdi! Yazın deniz güzel ama kışın olmasa aramam ben!

Bir tek ben seviyor olamazdım. O gruptan biri seviyor olmalıydı denizi.

– Vay be. Eee, şey yok mu bizim, Cahit. O severdi denizi. Onu da mı yanlış hatırlıyorum?

Taylan ağzındaki dumanı hızlıca yüzümüze doğru üfledi.

– Yok lan! Cahit ne sevecek denizi. Babası balıkçıydı ya onun, hatırlasana. Adam Cahit’i her kötü karne aldığında eşek gibi çalıştırırdı yazları. Cahit o kadar sevmezdi ki burayı, gitti Çankırı’ya mı öyle bir yere taşındı sonra. Şimdi orada bir yerde işçi olarak çalışıyor. Mal çocuk ya! Elli kere de söyledim, babanın teknesiyle balık malık…. kazanırsın paranı diye, dinlemedi piç kurusu! “Sikeyim balığını da, tekneyi de!” dedi, sonra da siktir olup gitti Çankaya’ya.

Muhittin gülerek düzeltti Taylan’ı:

– Çankırı lan Çankırı!

– Neresiyse işte…

Cebimden sigaramı çıkardım, yaktım. İyice geriye yaslanıp birkaç nefesi üst üste çektim. Sonra arkadaşlarımın İstanbul’a geldiği gün aklıma geldi.

– Ulan siz madem denize meraklı değilsiniz, o zaman İstanbul’a geldiğinizde ne diye beni uğraştırdınız, “Deniz kıyısında güzel bir mekana götür bizi” diye. Bebek’te boş masa aramaktan ağzıma sıçıldı o gün!

Taylan eğilip dirseğini masaya koydu, ciddi bir ses tonuyla söyledi:

– Orası İstanbul.

– Eeee? Ne oluyor İstanbul olunca?

– Boğaz manzarası işte! Herkes Boğaz’a karşı oturmanın derdinde. Bizim bir fotoğrafımız olmasa mıydı orada?

– Olmasaydı ne olurdu acaba? Başınız göğe erdi mi? Burada kapınızın dibinde deniz var, bir kere balkona çıkmazsınız, orada deniz kıymetli mi oldu!

– Oranın denizi kıymetli aga…

– Göte bak! Bir de felsefi bir şey söyler gibi ses tonunu değiştiriyor sığır!

Muhittin kafasını parkinson hastası gibi sallamaya başladı. Küçümser bir bakış attı.

– Andaval lan bu! Oğlum, İstanbul’da Boğaz gören ev kaç para sen biliyor musun?

– …..

– Kendini satsan alamazsın be! Burada en fazla yüz elli bine denize sıfır evde oturursun. Haydi diyelim tadilat falan da yaptırsan iki yüz amına koyayım… Sen kimsin, köpek, İstanbul’la burayı kıyaslıyorsun!

– Ne alakası var oğlum, mevzu parayla mı ilgili? Denizse bu da deniz değil mi? Yani buradaki ev oradakinden pahalı olsa kışın denizin dibinde mi oturacaksın?

– Cahil ya… Öyle bir şey olabilir mi lan?

– Misal diyorum…

– Misalmiş… Adamın örnek verdiği şeye bak!

– Oğlum siz kafayı yemişsiniz vallahi! Ne ara bu kadar maddiyatçı oldunuz lan? Boktan hayaller kuran adamlardık, para falan da düşünmezdik. Şimdi deniz kenarına gitmiyorsunuz! Neymiş efendim, deniz kenarı esiyormuş! Esmesin mi lan? Sanki bir tek burada esiyor.

– Aynı şey değil işte. Anlatıyoruz, anlamıyorsun… Okumuş cahil dedikleri var ya; onlardan olmuşsun sen. Kör cahil be!

Muhittin sigarasından derin bir nefes aldı, dumanı çekti, bırakmadı. Duman burnundan süzülmeye başladı. Sigarayı küllüğe bıraktı. Arkasına yaslandı, güldü, güldü, güldü…

– Cahil!

Taylan, Muhittin’e doğru eğilip gözlerinin içine baktı.

– Salak bu çocuk ya! Oğlum az büyü amına koyayım ne bağırıyorsun! Bak kızlar bakıyor, rezil olduk.

Taylan’ı elimle arkaya doğru çektim.

– Bırak ya, zaten onların dikkatini çekmek için yapıyor bu. Eskiden de böyleydi.

Muhittin iyice kasıldı.

– Dur dur, şu kız var ya… Ona bitiyorum ben be!

Taylan ellerini iki yana açtı.

– Cık, cık, cık, cık…

Muhabbeti değiştirmek istedim. Telefonumu elime aldım. Rehberi karıştırıp Cahit’in numarasını buldum.

– Arayayım mı lan Cahit’i? İki laflarız?

– Arama ya, hiç çekilmez muhabbeti şimdi. Başlayacak buraya gelin diye… Sanki orada ne varsa… İnsan Çamlıca’ya neden gider lan?

– Çankırı oğlum, Çamlıca değil. Çamlıca İstanbul’da…

– Heeee, tamam. O zaman güzel yerdir. Çankırı öyle mi, peh!

– Ne alaka?

– Çankırı’da deniz yok hacı, ben denizi olmayan şehirde yaşayamam.

– E, burada yüzüne bakmıyorsun denizin?

– Olsun, yazın gidiyorum işte, yüzüyorum falan hep.

– Lan bir söylediğin diğeri ile uyuşmuyor! Denizi sevmiyorum diyorsun, sonra yok deniz olmadan yaşayamam, ölürüm, solarım… Ne ayaksın?

– Ben ölürüm dedim mi? Yaşayamam dedim sadece.

– Yaşayamam ne demek geri zekalı?

– Olmaz anlamında…

– Yaşamıyorsan ne olursun Taylan! Benimle taşak mı geçiyorsunuz oğlum! Yaşamıyorsan ölüsün demek!

– Muhittin sana cahil deyince kızdım ama sen hakikaten cahilsin ya! Kör cahilsin, zır cahilsin hatta!

– Zır cahil diye bir laf yok, zır deli var…

– Siktiğimin çok bilmişi…

– Ooooohoooooo….

Muhittin yeniden masaya döndü.

– Neyi tartışıyorsunuz? Alıp veremediğiniz nedir kardeşlerim?

– Lan sen de kanaat önderi gibi ne ayaksın ya kardeşlerim falan?

– Oooo, Hakan sen de osuruktan nem kapıyorsun bakıyorum da. Büyükşehirde yaşadın diye bir havalar falan…

– Ne alaka ya? Denizi seviyorum dedim, siz de sevmiyorum dediniz bu kadar. Başka bir mevzu yok.

Hakan Özbek

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

4 YORUMLAR

  • Yanıtla Mert Divan 11 Aralık 2020 at 20:54

    Ben denizi severim hacı, her zaman her şekilde severim de bir tek rüzgarın içtiği sigarayı sevemedim…

    • Yanıtla Hakan Özbek 12 Aralık 2020 at 14:59

      Seninle ben ayrı 🤓

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 11 Aralık 2020 at 21:15

    Denizi ben de çok severim. Deniz ve bir kitap yeter. Ahh tabi şarap falan da olursa hayır demem 😝
     
    O kadar keyifle okuyorum ki… Diyaloglarına zaten bayılıyorum. Ama son iki öykünde arttırdığın betimleme bölümlerini de en az onlar kadar sevdim. Tebrikler Hakancım, çok güzeldi 👏🏻

    • Yanıtla Hakan Özbek 12 Aralık 2020 at 15:01

      Teşekkürler Didem,
      Deniz, şarap, kitap… Ne güzel olurdu şimdi. 🙂

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan