Uyanış Öyküleri

Hayatın İçinde

11 Şubat 2021

İndeks

Hayatın İçinde 👉🏻 Birinci Bölüm
Hayatın İçinde | Geçip Giden Zaman 👉🏻 İkinci Bölüm

 
Hayatın İçindeNasıl olabilirdi bu, anlayamıyordu, bu kadar düşük bir not nasıl alabilirdi? Fakat bu yeni gelen öğretmenin öğretme şekli de soru soruşu da çok farklıydı. Başarılı olmaya o kadar alışıktı ki, şimdi şaşkın ördeğe dönmüştü. Ablası geldi bir an aklına, “onun hiçbir konuda mükemmel olma gibi bir derdi yok” diye içinden söylenirken, dudakları da kızgın bir ifadenin şekline bürünerek büzüldü. Hiçbir zaman onun gibi, aklına estiği çılgınlığı yapabilme özgürlüğüne sahip olamayacağını düşündü Buket.

Henüz on üç yaşında ergenliğin içinde olanın o olmasına rağmen! Ne de olsa o hep annesinin, onu mutlu eden, uslu kızıydı. Birden yine midesinde yoğun bir ekşime hissetti. Alışıktı, stres ve endişeli olduğunda hep yaşardı bunu. Sınav notunu hâlâ annesine söyleyememişti, en iyisi biraz rahatlamaya çalışmaktı. Yürümek her zaman ona en iyi gelen ilaç olmuştu. O da öyle yapacaktı. Hele de böyle hafif yağmurlu bir günde yürümek daha da keyifli olurdu. Canı eve gitmek de istemiyordu zaten. Saçlarının yağmurda ıslanmasından hoşnut parka doğru yürümeye başladı.

Adımlarını farkına varmadan öyle hızlandırmıştı ki bir an dizindeki acıyla yavaşlamak gereği hissetti. Sanki ayakları öç almak istercesine yere sert sert basıyordu. Hızını yavaşlatmasıyla beraber derin bir soluk aldı ve gözüne ilişen banka oturdu. Epey yorulmuştu. Oturunca bedenini dikleştirdi, omuzlarını hafifçe yükseltip geriye attı. Kürek kemikleri aşağıya inince biraz rahatlamıştı. Bedeni hafif gevşeyince, birden içinde her şey yolunda hissi uyandı. Derken aynı hızla Buket’in aklı devreye girdi. Bu sorunun da çözümünü nasıl olsa bulacağını düşündü, her zamanki gibi. Yeter ki iyi bir planlama yapsın, sonrası kolaydı, hiçbir şey akışına bırakılamazdı. Kontrolü tekrar ele geçirmiş kaptan edasıyla ve kendi düşünce sisteminin tanıdık limanında demirlenmenin verdiği güvenle, banktan kalkıp yürümeye devam etti.

Eve vardığında kapıda ablasıyla karşılaştı. Şaşırdı. Bu saatte onun dershanede olması gerekirdi. Böyle derslerini asmaya devam ederse bu sene de kazanamayacaktı. Annesi ne yapsa haklıydı, bu kız iflah olmazdı. Serap da huzursuz olmuştu. Sanki kendi evine girerken değil de hırsızlık yaparken yakalanmış hissiyle, “Evde kimse yok sanmıştım” dedi. “Öğleden sonra dersler iptal oldu, ben de evde çalışmaya karar verdim” derken, kendisinden küçük kız kardeşine hesap veriyor gibi konuşmanın kızgınlığını içinde duyuyordu. İki kız daha fazla konuşmaya gerek duymadan eve girdiler. Zaten sadece gereken zamanlarda gerekli olan kadar konuşurlardı, beraber geçirdikleri her anda kelimeleri tutumlu kullanmaları gerekirmişçesine.

Buket odasına geçti ve geçen gün, böyle daha rahat çalışabileceğini hissettiğinden, camın önüne çektiği çalışma masasına kuruldu. Her zaman, masanın üstünde hep aynı yerde, aynı hizada duran eşyalarına baktı, sanki onun ruhunun huzura kavuşmasını sağlamak için olağanüstü güçlerce bir araya getirilmiş parçalardı bunlar: Kendini bildi bileli hep onunla olan minik, tüylü, şirin tavşancığı; dokuz yaşına girdiği doğum gününde babasının ona aldığı, her saat başı içinden çıkan küçük bir kuşun ötüp sonra tekrar pembe evinin yuvasına geri girdiği çalar saat –ki babasıyla olan hatırladığı son anısı, bu hediyeye sevinciydi ve de her sınav öncesi mutlaka küçük kutusunu açıp içinden özenle çıkarıp eliyle birkaç kez sıvazlayıp tekrar dikkatle yerine koyduğu uğurlu taşı– ki annesiyle sahilde yürüyüş yaparken bulup uğurlu olduğuna inanmıştı. Farkında olmadan yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oldu.

Hem son günlerde başına dert olan Fransızca dersine çalışmayı canı hiç istemediğinden hem de şu hissettiği huzurlu anların birazcık daha onunla kalmasını arzuladığından arkasına dayandı ve gökyüzündeki, sanki ilk kez görüyormuşçasına büyülendiği bulutları seyretmeye daldı. Şu an ne Fransızca dersi umurundaydı ne de ablası, hatta annesinin mutlu olup olmadığının bile önemi yoktu. Tek odağı masmavi gökyüzünü şiir gibi süsleyen bembeyaz bulutlardı. İçine ılık ılık akan bir hissin varlığı onu daha da keyiflendirmişti. Daha önce de benzer küçük deneyimler yaşamıştı, farklı zamanlarda, farklı yerlerde. Tuhaf bir mutluluk, bir heyecan kıpırtısı ama telaşsız, sükûnet barındıran bir bilinç hali… Bu dinginlikte bir ömür geçirilebilir mi, diye düşünmeden edemedi. Oysaki şu an en son arzulayacağı şey sorgulamalarla, davetsiz düşüncelerle bu anın büyüsünü bozmaktı. Vazgeçti Buket ve kendini sessizliğin kollarına bıraktı. Zihni de sanki bu anı bekliyormuşçasına uyum sağladı.
 

*

 
Ablasının odasından gelen ağlama sesi ile derin inzivasından sıyrılıverdi, anlaşılan ablası onunla aynı bilinç hallerinde değildi. Annesinin sesini duymamış olsaydı odasından çıkmak gibi bir niyeti olmayacaktı. Ama çoktan ablasının kapısında belirmiş ne olup bittiğini anlamak isteyen gözlerle etrafı süzüyordu. Ağlamalara bağırmalar eşlik etmiş, hatta kimi eşyalar havada uçuşmuştu. Çarçabuk konu netleşti Buket için: Serap, akşam arkadaşlarıyla dışarı çıkmak istemiş, annesi kabul etmemiş ve sonunda özgürlük kısıtlamaları, sorumsuz davranışlar, despot olmalar, asi davranışlar bağırışların konuları oluvermişti. Serap, kafese kıstırılmış hayvanın korkusu ve hırçınlığıyla intikamını almak için var gücüyle savaş veriyor, annesi karşısında ehlileştirilmesi gereken bir vahşi ile baş etmek zorunda kalmışçasına karşılık veriyordu. Her ikisinin de bundan vazgeçme niyeti yoktu. Buket, kapı eşiğinde dikilmiş olanlara bakarken birden bir şey fark etti; ikisi de savaşma arzusu ve zaferi kaybetme korkusuyla dolulardı.

Gördüğü, annesinin üzüntüsü, çaresizliği değildi; ablasının baş edilmez tavırları da değildi. Hem annesinin hem de ablasının savaştan vazgeçmek istemeyişleriydi. Buket, hayatındaki en önemli iki insana bakarken onların, aralarındaki kavgaya nasıl sımsıkı tutunduklarını gördü. Aslında ne yaşandığının pek de önemi yoktu, önemli olan süngüyü düşürmemek, geri adım atmadan savaş alanında sonuna dek mücadeleye devam etmekti. Serap’ın gece izni filan sadece görünürdeki bir ayrıntıydı. Önemli olan tartışmak ve bundan mutsuz olmak, öfkeden kuduracak hale gelmekti. Bu yüzden ki ikisi de vazgeçemezdi, vazgeçmek demek savaşı bitirmek demekti.

Buket sarsılmıştı, hiçbir şey söyleyemeden kıpırtısız öylece duruyordu kapıda. Diğer ikisi, onu ve sükûnetini fark ettiklerinde kısa bir şaşkınlık anı yaşandı. Ama bir an sonra annesi hışımla odadan çıktı, ablası kendini yatağa attı, yüzünü yastığına gömdü. Hıçkırıkları kendilerine buldukları yoldan çıkıp odanın içinde salınmaya başladığında Buket kendi odasına dönmüştü. Tekrar masanın başına oturduğunda başka bir Buket vardı sanki. Annesi hızla mutfağa gitti ve hızlıca önlüğünü üstüne geçirip, dolaptan çıkardığı patlıcanları seri hareketlerle soymaya başladı. Hafiften sakinleşme belirtileri göstermeye başladığında, küçük kızının arkasından koşup gelmediğini, onu teselli etmeye çabalamadığını fark etti, bir tuhaflık sezinledi ama çok üstünde düşünmeden elindeki işe hız verdi.

Buket, şimdi yine gözlerini bulutlara dikmiş bakıyordu, az önce yaşadıklarının öncesinde, bulutlardan akan hissi anımsamaya gayret etti. Sanki onu yıkayan, arındıran hissi. Bu arınma, sis perdesini hafiften aralamış ve Buket’in farklı bakış açılarına vakıf olmasının yolunu açmış gibiydi. Şimdi Buket ne annesi için üzülüyor ne de ablası için öfke doluyordu. İçi bomboşmuş gibi oturuyor ve bulutlara bakıyordu. Daha önce defalarca böyle olaylara şahit olmuştu ve hepsinde aynı tepkiyi göstermişti; derin bir üzüntü ile kalbi sıkışıp kalır, nefes almakta zorlanırcasına boğulur gibi hisseder, tüm içindekilerin çıkıp gittiğinden emin olana dek kusma isteği ile yanıp tutuşurdu.

Oysa şimdi, şu anki hissizliği onu sevindirsin mi korkutsun mu bilemeden sükûnetle oturuyordu. Kavga nedeninin onun gözünde zerre kadar değeri kalmamıştı, böyle olunca suçlanacak da korunacak da kalmamıştı. Buket alışık olmadığı bilinç haliyle ne kadar kaldığının ayrımına varamadan öylece oturdu ve gece yatağına uzanıp gözleri ağırlaştığında usulca kendi kendine söz verdi; sis perdesinin her tarafı kaplayıp görmesini engellemesine izin vermeyecekti. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yola düştüğünde, içindeki geceden kalma sıcak hisse, bir de soğuktan korunmak için paltosuna, sarılmış bir halde, hızlı adımlarla okula gidiyordu.
 

*

 
Sabahın ilk ışıklarının mahalleyi aydınlatmasının, güneşin onu selamlamak için hazır olanlarla kucaklaşmasının üstünden saatler geçmişti. Serap yatağında hafifçe kıpırdandı. Yavaş yavaş uyku bedeninden çekilmek istiyordu ama Serap daha onu bırakmaya niyetli değildi. Biliyordu ki uyanırsa mutsuzluğu onu sımsıkı saracak ve tüm gün peşini bir an dahi olsa bırakmayacaktı. Oysa ikna ederse gözlerini, dalacaktı boşluğa. Ama bedeninin tüm tükenmişliğine rağmen, zihni bir kere uyanmıştı ve şimdi onu tekrar rüya diyarına göndermek zor görünüyordu. Hele de tuvalet ihtiyacı bu kadar fazlayken… Serap, akşamdan kalanların bedenini kontrol etmekteki zorluğunu taklit edercesine yalpalayarak odasından çıktı, neyse ki etraf sessiz görünüyordu. Zaten bu saatte ne annesi ne de Buket evde olmazdı. Serap bir an, içinde küçük bir hoşluk hissetse de bu ayrımına varamayacağı kadar kısacık bir andı.

Banyoda aynadaki aksiyle göz göze geldiğinde içi acıdı. Gözlerinin kızarıklığı, burnunun şişliği, bezgin yüzünü çevreleyen darmadağın saçları kızın iyice tadını kaçırmıştı. Gerçi esas tadını kaçıran her zaman olduğu gibi annesiydi, neyse ki dün gece Buket dahil olmamıştı kavgalarına. Bu durum da bir tuhaftı ama Serap şu an bunun üzerine kafa yoracak halde değildi. Kendisine bakmaya tahammül edemiyor gibi çabucak aynaya arkasını döndü, hızlıca banyodan çıktı ve bir kez daha ev halkıyla karşılaşma ihtimalinin olmamasının keyfini duyumsayıp odasına girdi. Onu bekleyen dağınık yatağa kendini bıraktı.

Uzun zamandan beri annesiyle arası bozuktu. Mutlu anlarının olduğu zamanları bazen hatırlamaya çalışsa da o hatıraların başka bir zaman diliminde kaldığına ve artık içlerinde tekrar sevgi tohumlarının filizlenemeyeceğine inanıyordu. Bazen babası yaşıyor olsaydı annesi ile ilişkileri bir yerde düzelir miydi, diye merak ediyor ama bütün bu düşünceleri “neyse ne” diyerek ustaca susturuveriyordu. Arkadaşları da ondan çok farklı durumda değillerdi zaten. Bir arada oldukları çoğu zaman anneleri ile ilgili sorunlarından bahsetmek neredeyse bir keyif halini almaya başlamıştı. Yalnız olmadıklarını bilmek, bir diğerinin de dertli olduğunun farkında olmak garip bir şekilde iyi hissettiriyordu onlara.

Serap sosyal bir genç kızdı. Babasının apansız ölümü ile hayatlarında yaşanan ani değişimi, arkadaşları ile kâh didişmeler, kâh ağlamalar, kâh gülmeler arasında sıvıştırı vermişti. Hatta biraz bu durumu dikkat çekme aracı olarak kullanmaktan da çekinmemişti. Annesiyle zaten gergin olan ilişkileri, o günden sonra daha da çekilmez hâl almıştı. Mecburi zaman dilimini tamamlamaya çalışıyormuş gibi hissediyordu. Bir gün gelecek evden ayrılacak ve bir daha ne annesinin ne de büyümüş de küçülmüş, kuralcılığıyla annesinin kopyası olarak gördüğü kardeşinin yüzünü bile görmeyecekti, buna emindi. Bu mahalleden, bu evden olabildiğince uzağa gidecekti…

Serap, özellikle morali bozuk olduğu zamanlarda hep parka gider, hep aynı bankta oturur, saatlerce kalkmazdı. Bazen uzaktan, kardeşini görürdü, hızlı hızlı adımlarını birbiri ardına yetiştirmeye çalışır gibi yürürken. Serap, fark edilmemeye özen gösterirdi. Ama zaten bilirdi ki kardeşi de dışarıda olan bitene kapalı yürürdü.

Bu sabah da dakikalarca yatağında bir sağa bir sola döndükten sonra kalkmaya karar vermiş, üzerine alelacele bir şeyler geçirmiş ve işte yine sorunlarından kaçtığını mı, huzura koştuğunu mu tam bilemediği parkta, bankında yerini almıştı. Evden hızla çıksa da kahve yapıp termosuna koymayı asla ihmal etmezdi. Elinde kahvesi, karşısında gözlerinin aşina olduğu ağaçlar, Serap için dayanılması zor zamanların molasıydı. Tanıdık olan sessizlik, deli gibi konuşup duran zihni için çölde vahaydı. Kendisini sadece burada güvende hissediyordu. Bu güven hissi için derin bir minnettarlık geçti kalbinden. Şükre pek de alışık olmadığını fark etmeden…

Ne kadar zamandır öylece oturduğunu bilmiyordu. Sessizliği bozan zihni yine oyun oynamaya karar vermiş, sahneye çıkmış ve onu karanlık dehlizlerde yolculuğa çıkarmıştı bile… Kız o kadar dalmıştı ki, yandaki bankta oturan, usulca başıyla onu selamlayan, neredeyse artık kadim dostu haline gelmiş ama adını bile bilmediği yaşlı adamı fark etmemişti. Her gün düzenli olarak gelen müdavimlerindendi buranın adam. Sık sık da Serap’la karşılaşıyorlardı. Önceleri kısa selamlaşmalara, zamanla kısa ama öz konuşmalar da eklenmişti. Yaşlı adamın varlığı, içten ve samimi tavırları, hatta sessizliğindeki derinliği garip bir şekilde kıza huzur veriyordu. Serap o kadar bağlanmıştı ki bu gizemli adamla geçen zamanlara, parka gelişlerini sıklaştırmıştı farkında olmadan.

Sessizce bekledi yaşlı adam, kızın iç dünyasındaki yolculuğa davetsizce dahil olmaktan çekinircesine. İhtiyacı olana, kalbini şefkatle açmayı bilen bilgelikle bekledi ve sessizliğine ortak oldu usulca. Serap, zihni küçük bir mola vermeye karar verdiğinde fark etti adamı. Utanarak, merhaba, dedi. Annesinin görse çok şaşıracağı mahcup bir ifade belirmişti güzel yüzünde. Nezaket her daim varlığını sürdürüyormuşçasına yakışmıştı ve yaşlı adama gösterdiği özen, kızın yüzünü aydınlatıyordu sanki. Uzun bir sessizlik içinde oturmaya devam ettiler. İkisini de rahatsız etmeyen, hatta dostluğun güvenli yüzünü su yüzüne çıkaran huzurun sesini dinlediklerini bilerek…
 

*

 
Aynur, tüm gün boyunca işine odaklanmakta güçlük çekti. Öğle yemeğine çıkmadı, canı yemek çekmediğinden arkadaşlarının dışarıdan bir şey getirme önerilerini geri çevirdi, insanlarla konuşmaktan kaçındı, gözleri bilgisayarında, zihni kâh kızında kâh kocasından ayrı geçen beş yılın muhasebesinde, günü tamamladı. Akşam, ofis boşalmaya başladığında canı eve gitmek istemedi. Buket’in dersten sonra okulda kalıp çalışacağını söylediğini hatırladı, Serap ile karşılaşıp tekrar kendini bir muhaberenin orta yerinde bulmayı istemedi. İsteksizce masasını toparladı, çantasını, ceketini aldı, onun gibi sona kalmış birkaç kişiye yarım ağız iyi akşamlar dedi ve çıktı.

Havanın soğukluğu yüzüne çarptığında dün geceden beri ilk defa rahat bir nefes aldı, bir plan yapmadan yürümeye başladı. İşyeri, iki tarafı mağazalarla ve her saat insanlarla dolu olan bir caddedeydi. Bir mağazanın önünde durdu, vitrine baktı uzun uzun, sanki alıp almamakta kararsızmış gibi, içeriden satıcı onu görünce kapıya yöneldi boş yere, Aynur sessizce ayrıldı oradan, bir köşede müzik yapan bir grubu seyretti, kalabalık oluşturmuş bir küçük insan topluluğuyla dinledi müziği, onlar alkışlarken sessizce uzaklaştı oradan, rüzgar çıktı, savruldu yapraklar, insanlar paltolarına sarıldı, hızlandırdılar adımlarını, Aynur sessizce yavaşladı, ağırlaştırdı adımlarını, esinti iyi geldi zihnine, düşüncelerini dağıttı, insanlar iyi geldi ruhuna, devam eden yaşama tanık oldu, soğuk iyi geldi bedenine, açıldı, kendine geldi.

Sonra sahile indi, kuşları seyretti, özgürlüklerine imrenerek. Kahve aldı kendisine küçük bir büfeden, küçük bir karton bardak içinde. Boş bulduğu bir banka oturdu, denizin karşısında. Birden başlayan yağmur yüzünden kalkmak zorunda kaldı, neredeyse kaderine yine sitem etmeye başlayacaktı ki iskeleden kalkmak üzere olan küçük bir gezi vapurundan, “Son bir kişi!” diye ona seslenen genç bir delikanlının sesiyle irkilip, düşünmeden verdiği kararla, biniverdi vapura. Hemencecik ilk bulduğu yere oturdu, cam kenarındaydı, buğulu şehir manzarasına bakarken inanamadı yaptığına, daha az önce ofisinden çıkmış eve gideceğini düşünürken şimdi hiç bilmediği, nereye diye sorma fırsatı bile olmadığı bir yere giden bir vapurda, bir başına, elinde kahvesi, seyrediyordu dışarısını, belki uzun zamandır ilk defa hayatın içinde olarak.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nuket Doyuran

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan