Uyanış Öyküleri

Hayatın İçinde | Geçip Giden Zaman

8 Nisan 2021

Hayatın İçinde | Geçip Giden Zaman

 

İndeks

Hayatın İçinde 👉🏻 Birinci Bölüm
Hayatın İçinde | Geçip Giden Zaman 👉🏻 İkinci Bölüm

 

Hayatın İçinde | Geçip Giden Zaman

Hava sıcaklığı 35 dereceyi bulmuştu, yüzünden aşağıya soğuk terler akmakta ve Osman ayakta durmakta zorlanmaktaydı. Çok geçmeden yere yığıldı. Yakınından geçmekte olan bir taksinin şoförü aniden frene bastı, arabasını yolun karşı kenarında durdurdu. Aynı anda, Osman’ın düşüşünü görmesiyle kulağındaki kulaklıkta yüksek sesle dinlediği müzikle yarışırcasına koştu bir genç delikanlı. Çarçabuk çağrılan ambulansla kısacık bir zamanda hastaneye varmış olmak, adamın kaderini değiştiremedi. Aynur, kocasının ölüm haberini aldığında saat 13.20 idi, ölüm-doğum saatlerinin kayda alınması gibi, kadın, saati hafızasına kazıdı. Aradan geçen yıllara rağmen her gün, o saatin öncesi ve sonrası, nerede olursa olsun sessizleşti.

*

Küçük ve hemen hemen herkesin birbiriyle bir şekilde tanış olduğu bir kasabada oturmak çoğu zaman Aynur’a güven veriyor olsa da bazen kendisini gözlem altında hisseder, olur da fiskosların ana karakteri haline gelirim diye bir hayli çekinirdi. Birbirlerinin hayatları ile ilgili hiçbir şey bilmedikleri, hatta merak bile etmedikleri insanların yaşadığı büyük bir şehirde olmayı hayal edecek olsa, hemen hayalinin saçmalığına güler geçerdi. Her ne kadar, çocukluğunun ve ergenlik yıllarının geçtiği kasabasından, üniversite eğitimi için kısa bir süreliğine ayrılmış olsa da gittiği yer çok da uzakta olmayan, yine küçük bir şehir olduğundan ve her hafta sonu koşa koşa ailesinin yanına dönme ihtiyacı hissettiğinden kendini hiç oraya ait hissetmemiş, şehir hayatına adapte olamamıştı. Aklının burada kalmasında, liseden beri beraber olduğu sevgilisi Osman’ın payı büyüktü. Babasının yanında çalışmak zorunda olduğundan kasabada kalmış olan ve bunun keşkesini, yaşadığı sürece içinde taşıyacak olan Osman’ın…

*

Osman’ın ailesinin ufak bir nakliye şirketi vardı ve Osman’dan beklenen, liseyi bitirip tüm yazlarını orada çalışarak her detayını çocukken öğrenmeye başladığı baba işinin başına geçmesi ve yılların yorgunluğunu artık sırtında taşımak istemediğini sık sık ifade etmekten çekinmeyen babasını, ömrü hayatında birazcık olsun rahat ettirmesiydi. Bekleneni yapmıştı Osman, babasının hayalini, kendi hayat amacı yapmış, babasını rahat ettirmiş, iş yerini her sabah, ta ki bir öğle vakti henüz ellisine bile ulaşmamışken ofisinin kapısında sıcağın altında dikilirken birden yere yığılana kadar, hep aynı saatte açmıştı. Kısacık ömründe, ara sıra çalışma odasının kapısını kilitleyip masasının çekmecesinin derinlerine itilmiş mühendislik fakültesine giriş hakkı kazandığını bildiren belgeyi çıkardığını, yanında bir bardak rakısının da eşlik ettiğini karısı bile bilmemişti.

*

Zarife üçüncü doğumunu yapıyorken, çığlıkları evin dört bir yanında yankılanıyordu. Kocası, eli kolu bağlı, ne yapacağını bilmez halde başı kesik tavuk gibi bir yukarı çıkıyor, müjdeli haber ümidiyle karısının odasının kapısına varıyor, bekleşen komşu kadınlara bakıyor; bir alt kata koşuyor, annesinin oturduğu salona giriyordu. En sonunda dayanamadı, “Acaba hastaneye mi götürsek? Yolunda gitmeyen bir şeyler var gibi” dedi korku dolu gözlerle. “Doğum bu, bazen zorlu olur ama selli yağmur gibidir, geçip gidince hepsi unutulur” dedi annesi gayet sakin, hiç kımıldamadan.

Saat 14.52’de Zarife’nin çığlıkları kesildi, selli yağmur dindi, ama güneş açmadı. Genç kadın, Osman’ını kucağına alamadan bu dünyadan göçüp gidiverdi.

*

“Sakinliğini annesinden almış” sözünü her duyduğunda dikkat kesildi Osman, ne yapıyorsa bıraktı, oyunun en heyecanlı yerinde de olsa gözü görmedi, annesi ile ilgili her ayrıntıyı bilmek istedi. Daha da sakinleşip, sessizleşti zamanla, annesine benzedikçe onu yaşatacağını düşündü içten içe. Büyüdükçe elindeki bilgiler azaldı, silinmeye başladılar sanki, hafızasına kaydetmeye uğraştıkları. Bazen suçluluk duydu unutmaktan, bazen suçladı zamanı, hiçbir şeyi umursamadan böyle akıp gittiğinden.

*

Otobüs, tam terminalden içeri girerken, Osman, güneşten gözlerini kısmış gelen otobüsü dikkatle süzerken, Aynur heyecanla atan kalbinin üzerine elini koyduğunda, saat 17.48’i gösterdi. Birbirlerine sarıldıklarında ise durmuştu zaman.

*

Osman ve Aynur’un kaderleri birbirine daha çocuk denecek yaşta bağlanmıştı. Dış dünya ürkütücü gelmeye başladıkça daha da sarıldılar birbirlerine. İlişkileri kozaları olsun diye ilmek ilmek ördüler her anlarını.

*

Eve doğru yürürlerken geçen haftasını, okulda olanları anlatıyordu Aynur, Osman dinliyordu. Aynur en çok bu anları hayal ediyordu uzaktayken. Yaşadığı her anı sanki sonradan anlatmanın heyecanı için yaşıyormuşçasına hafızasına kaydederdi. Osman’ın işinden ve kasabadaki yaşantısından memnun olduğunu biliyordu. Bundan dolayı kendi kozasından kontrollü çıkışını, güvenli limanlarından ayrılmadan atıldığı küçük heyecanlar olarak görüyordu; ne de olsa hep dönebileceği bir sığınak hazırda vardı. Osman böyle memnunsa hayatından, olması gereken doğru yerdeydiler.

Eve doğru yürürlerken Osman dinliyordu Aynur’un geçen haftasını, okulda olanları anlatıyordu Aynur. Onun yaşadığı her anıyı kendi de oradaymış gibi dinlerdi Osman. Yaşamından, yaptığı işten memnun değildi, ama tüm bunları dillendirmenin hatta kendi içinde bile sorgulamanın faydasızlığına inanmıştı. Aynur’u dinlerken, sanki kozasından çıkan, güvenli limandan ayrılıp özgürlüğü seçen kendiymişçesine, olması gerektiği yerlerde, yepyeni heyecanlarda, yepyeni anılar biriktirdiklerini hayal ederdi.

“İnsanın evi gibisi yok” dedi Aynur, tüm samimiyetiyle, Osman’ın da aynı düşüncede olduğundan emin.

“Elbette” diye kısacık cevapladı Osman.

*

Aynur, her hafta, her cuma akşamı otobüs terminalinde buluştu sevgilisiyle. Her yeni haftanın başlangıcında geri döneceği günün beklentisi ile hüzünlü ayrıldı aynı yerden. Zaman aktı hiçbir şeyi umursamadan.

*

“Mutlu musun?” dedi bir gün Aynur ansızın. Deniz kenarındaki kayalıklarda oturmuş, ayaklarını çıplak sallandırmışlar soğuk suya, dalgalandırırlarken suyu hafiften.

“Neden ki?” derken soran gözlerle baktı Osman, sanki dünyanın en saçma sorusuna cevap vermesi bekleniyormuşçasına.

“İşte, hani…” dedi Aynur, biraz duraksadı, doğru kelimeler çıksın kendiliğinden diye. Son zamanlarda, okulu bitmek üzere iken, dikkat kesilir olmuştu Osman’ın hallerine, sözlerine, hatta daha ziyade aralarında söylenmeyenlere.

“Çok eskiden hani, derdin ya bazen, şöyle bir kaptan olsam da geçsem koskocaman bir geminin dümenine, sürsem açık denizlere…” Gözlerini denize çevirdi, yola çıkmış sevgilisinin ardından kaygılı bakar gibi.

“Nasıl da hatırlıyorsun böyle şeyleri” derken Osman sıcacık gülümsedi, kendi gözlerini denize çevirdiğinde gülümseme asılı kaldı yüzünde.

“Sanki asırlar önceymiş gibi… Öyle derdim değil mi? Çocukluk işte, insan her şeyi yapabileceğini sanıyor. Sonra da biraz daha büyüyünce gemiyi yapan olmak istemiştim.”

Alışkın oldukları ama kendilerini huzursuz hissetmedikleri kısa bir sessizlik oldu.

“Sonra biraz daha büyüyünce hayat başladı. Kaptan olup denizlerde özgürlük arayan çocukluğum, kendi elleriyle hayatını kurma hevesindeki gençliğim ve yetişkin ben. Hepsi farklı zamanlara ait farklı yaşamlar gibi.”

*

“Yine aynı saatteki otobüse biniyorsun değil mi, Pazar 18.00?”

“Evet maalesef, sabah erkenden dersim var, akşamdan gideyim. Ama daha önümüzde koskocaman bir hafta sonu var öyle değil mi?” derken Aynur telefonu boynuyla kulağı arasına sıkıştırmış, bir taraftan da masasındaki notlarını toplamaktaydı.

“Tabi ki” dedi Osman “ve koskocaman bir hayat” diye ekledi.

Akşam buluşmak üzere sözleşip telefonu kapattığında masasında önünde bulunan ajandasına baktı, bugün cumaydı ve birazdan ofisinde hareketlilik başlardı. Yola çıkacak olan kamyonun düzenlenecek irsaliyesi, yapılması gereken son kontroller, yapılacak ödemeler ve listede yazılı diğer isler. Başka hiçbir şeye yer bırakmayan bu koşuşturmanın ona iyi geldiğini düşündü Osman. İşe koyuldu.

*

Osman’ın babası uzun zamandır elini çekmişti işlerden. Osman dışındaki oğullarının hepsi bir bir yurt dışına çalışmaya gidince, elinde bir tek küçük oğlu kalmıştı. Tek ümidini de kaçırmamak için zaman içinde, farkında da olmadan, duygusal hapishanenin duvarlarını yavaş yavaş örmüştü, ta ki oğlunun kaçacak yeri kalmayana kadar. Onun da hakkıydı yılların yorgunluğunu üzerinden atmak. Hem o da hep annesinin dizinin dibinde değil miydi, son ana kadar her kararına boyun eğmemiş miydi, sözünden çıkmayacak bir oğlu o da hak etmemiş miydi?

*

Osman başını kaldırdığında babasını gördü, yine kapıda dikilmiş hayran hayran seyrediyordu oğlunu çalışırken.

“Gel baba, niye duruyorsun öyle kapıda, geç otur” derken hemencecik fırlamış, masasından kapıya varmıştı bile. Tuttu kolundan, yardımsız yürüyemeyeceğine inandığı babasının oturmasına yardım etti.

“Bir şeye mi ihtiyacın vardı, niye aramadın ben gelir hallederdim.”

“Yok Osman’ım, hiçbir şeye ihtiyacım yok, sayende.”

Osman başını öne eğdi, babasından hep duyduğu bu sözler, hep utandırırdı onu.

“Yavaş yavaş yürüyeyim de açılsın bacaklarım dedim, pek bir ağrıyor bu günlerde.”

Hayat onu öyle yormuştu ki, karısını zamansız kaybedişi, üç çocukla ortada kalışları, bir taraftan iş güç devam etmek zorunda, ölenle ölünmüyor ki, annesinin dediği gibi, sonunda neredeyse bir başına kalacaktı, kimsesiz, iyi ki Osman’ı buradaydı…

Osman, babasına bakarken adamın nasıl da hızla yaşlandığını düşündü, hele de son yıllarda, iyi ki buradaydı, zavallı babası bu haliyle bir başına kalacaktı.

“Bugün senin işin çoktur, ben öyle bir merhaba diyeyim dedim. Bir çayını içip kalkacağım.”

*

Baba oğul pek severlerdi övgü dolu sözler söyleyip birbirlerinin gönüllerini hoş etmeyi. Osman babasının bundan mutlu olduğunu bildiğinden ona aynen karşılık verir, neredeyse bir tür oyuna çevrilmiş sahneyi defalarca oynarlardı. Oyun, zamanla hayattan bir kesit olmaktan çıkıp hayatın ta kendisi olmuş; nezaket, amacını aşıp tüm kararların, deneyimlerin efendisi olmuş; iyi niyet, özellikle Osman’ın ayağına takılan taşlarla dolu yolunun mimarı haline gelmişti. Osman, her hareketinde önce babasının bundan mutlu olup olmayacağının hesabını yapar, eğer ufacık da olsa bir sakınca görmüşse, bedeli ödemektense kazanacaklarından hemen vazgeçerdi. Aynur’un babası tarafından kabul görmesi ise çok kolay oldu. Osman doğru insanı seçmiş olduğuna böylece emin oldu. Aynur’un ailesi de Osman’ı benimsediler. Evlilikleri, ailelerin onayı ve yüreklendirmeleriyle düşündüklerinden de erken oluverdi. İki genç ne olup bittiğini anlamadan, serin bir sonbahar günü, saat 17.00’de, belediye binasında kıyılan son nikahla, kendilerini birer yetişkin olarak buluverdiler.

*

Zaman hiçbir şeyi umursamadan akıp gitti. Osman ve Aynur yetişkinliğe alıştı, iki de kızları oldu. Çocukların varlığı, Osman’ı, geçmişinin armağanı olan sessizliğinden bir nebze sıyırdı. Aynur, deniz kenarında kayalıklarda oturmuş çıplak ayaklarını sallandırırken ve soğuk suyu hafiften dalgalandırırken sorduğu sorunun cevabını bir daha aramadı kocasında. Kendisinin de mutlu olup olmadığını sorgulamadı. Olması gereken yerde olması gereken şekilde bir hayat sürdüler. Ta ki Osman, bir öğle vakti, ellisine bile ulaşmamışken, ofisinin kapısındaki sıcağın altında dikilirken birden yere yığılana kadar.
 
 
Nuket Doyuran

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan