Sessizlik Öyküleri

Aynısından Olsun

11 Kasım 2021

Öykü: Aynısından Olsun | Yazan: Hakan ÖzbekAylardır iş arıyordum. Bütün kariyer sitelerini, kendime uygun olduğunu düşündüğüm tüm ilanları tek tek incelemiş ve kendime en uygun ilanlara başvurmuştum. Örneğin ilanı verenin aradığı özellikler arasında İngilizce varsa o ilana başvurmuyordum. Buna rağmen geride kalan sekiz ayda tek bir başvuruma dahi yanıt alamamıştım. Bu sürede bazen arkadaşlarımın “Falanca markete kasiyer aranıyormuş, başvur istersen. Boşta kalmaktan iyidir” demesine kulak asmıyordum.

Tecrübesiz desen değildim. Sekiz yıldır iş hayatında, pek çok iyi şirkette çalışmıştım. Tüm bu süreyi tek bir şirkkete geçirmesem de günümüze göre istikrarlı sayılırdım. Hiç işten çıkarılmamıştım ve böyle bir şeyin olacağına ihtimal dahi vermiyordum. Ancak hayatta her zaman işlerin bizim düşündüğümüz gibi gitmeyeceğini işten çıkarıldığım gün anladım. Sabah ofise vardığımda turnikeye kartımı okutmuş ancak giriş izni alamamıştım. Bir sorun olduğunu düşünüp görevliden yardım isteyip içeriye girmiş, durumu hemen ilgili birime iletmiştim. Onlar beni hiçbir açıklama yapmadan İnsan Kaynakları birimine yönlendirmiş, orada önüme konulan kağıtlardan iş akdime son verildiğimi öğrenmiştim. Bir açıklama yapılmadı. Tazminatım fazlasıyla hesabıma aktarıldı ve ben de bir soru sorma gereği görmedim. Nasılsa bir iş bulurdum. Bana iş mi yoktu!

Geçen sürede anladım ki bana iş yokmuş. Üstelik sadece bana değil, milyonlarca insana daha iş yokmuş. İlk başlarda durumu çok önemsemedim. İşsizlik maaşı alıyordum. Gerçi o ancak kirama yetiyordu ama olsun, kenarda param vardı. Yetmeyince oradan harcıyor, günlerimi iş arayarak ve geri kalan zamanı da çeşitli uğraşlarla değerlendiriyordum. Mesela izlemediğim dizileri izliyor, okuyamadığım kitapları, dergileri okuyor, buluşamadığım arkadaşlarla buluşuyordum. Ancak arkadaşlarla buluşma işine kısa süre sonra uzun bir ara vermeye karar verdim. Çünkü bu buluşmalarda çoğunlukla hesabı onlar ödüyor, istemeden işsizlik vurgusu yapıyorlardı. Haliyle bir süre sonra rahatsız ediyordu.

Neyse ki artık bir işe girmeye çok yaklaşmıştım.

Artık iyice düzensizleşen kahvaltımı yaptığım sırada telefonum çaldı, telefonun diğer ucunda konuşan kadın Okyer Holding’ten aradığını ve benimle başvurduğum ilan üzerine bir görüşme yapmak istediklerini söyledi. Sesimdeki uyku mahmurluğunu gizlemeye çalışarak görüşmeyi ne zaman ve nerede yapacağımızı sordum. “Yarın saat 14.30 sizin için uygun mu?” diye sordu. Uygun olduğunu söylediğimde detayları bana mail yoluyla ileteceklerini söyleyip kapattı.

Telefon görüşmesinin ardından içimde kelebekler uçuşuyordu. Hemen çalışma odamda, kitaplığımın hemen üstünde duran ajandamı alıp, ilana ne zaman başvurduğuma baktım. Neredeyse aradan üç ay geçmişti. Görüşmenin iyi geçmesi halinde daha fazla zaman kaybetmeyeceklerini düşünerek kendimi ateşledim. Günün geri kalan kısmında ne kitap okuyabildim ne de bir şeyler izleyebildim. Aklımda sadece görüşme vardı. Ne soracaklardı? Ben ne cevap verecektim? Standart birkaç soru üzerine düşünüp ajandama olası soruların yanıtlarını yazdım ve tüm gün bunları tekrarlayıp durdum. Hatta bu işi fazlaca ciddiye alıp üstüme takım elbisemi geçirdim ve oturma odasında bir mülakat ortamı hazırladım.

Sabah üstümde takım elbisem, kafam masada uyandım. Hemen saate baktım, 8.56. Aynanın karşısına geçip takım elbisemi kontrol ettim. Ceketin etekleri kırışmıştı ancak bu kaçınılmazdı. Çünkü bir şekilde toplu taşımada ya da en iyi ihtimalle görüşme sırasında oturduğumda kırışacaktı. Üstelik o kadar da kötü görünmüyordu. Hemen cüzdanımı aldım. O sırada okuduğum kitap gözüme ilişti. Henüz erkendi ve boşa geçecek zamanı okuyarak değerlendirebilirim fikriyle onu da yanıma alıp evden çıktım.

Kadıköy’de yapacağımız görüşme için iskeleye doğru yürürken telefonumun kamerasını açıp yüzümü kontrol ettiğimde çok önemli bir şeyi unuttuğumu fark ettim, tıraş olmamıştım. Yüzümde 5 kilo sakal vardı ve ense tıraşım da berbat haldeydi. Hemen iki sokak geriye gidip Berber Necmettin’e uğradım.

“Günaydın Necmettin abi, sıra var mı?” diye sordum içerde hızlıca göz gezdirirken.

Necmettin Abi hemen her gün ona tıraşa gelen Mithat Amca’nın boğazından usturasını çekip, “Oooo kardeşim hoş geldin, otur şöyle. Mithat Abi’yi bitireyim hemen seni alırım..” dedi. Yeniden usturayı Mithat Amca’nın boynuna dayayıp yavaşça aşağı kaydırırken, “Çay içer misin?” diye sordu.

Kafamla onaylayıp önümde duran sehpanın üstünden gazeteye uzandım. Bugünün gazetesi olduğundan emin olup okumaya başladım. O sırada Çaycı Hüsnü’nün çırağı içeri girip çayı getirdi.

Necmettin Abi kafasını çevirmeden, “Sehpaya bırak Önder. Şuradaki dolaptan da bir tane fiş alıver sana zahmet” deyip tıraşa devam etti.

Gazetenin manşetinde koca koca puntolarla “ÇEKEMİYORLAR” yazıyordu. Altında ise ülkede yaşanan ekonomik krizin dış mihrakların işi olduğu, ülkeyi aşağıya çekmek için planlar yapıldığı gibi şeyler yazıyordu. Gazeteyi katlayıp sehpaya bıraktım. “Başka gazete yok mu Necmettin Abi?” diye sordum.

“Yok, tek o var. Gerisi yalan zaten” dedi Necmettin Abi usturasındaki köpüğü peçeteye silerken.

Hiç tartışmaya girmedim. Keyfimi bozacak değildim. O sırada Mithat Amca’nın tıraşı bitti. Necmettin Abi ortalığı toparlamaya başladı. Tıraş kabını, fırçasını yıkayıp lavaboya su tuttu. Ardından tezgahına sıçrayan suları saç kurutma makinesiyle lavaboya doğru ilerletti. Tıraş sırası bana gelmişti. Ayağa kalkıp ceketimi çıkardım ve arkamda duran askıya döndüm. O anda aynanın olduğu yerde bir değişiklik fark ettim.

“Abi aynaya ne oldu?”

“Hangi ayna? Ne olmuş?”

“Buradaki ayna abi, hangisi olacak?” diye arkamdaki duvarı gösterdim.

“Haaa… O, şey ya…” deyip kurutma makinesinin fişini çekti. “Sen fotoğrafı diyorsun.”

“Fotoğraf değil bu, resim” diye düzelttim.

“Her ne boksa işte. Geçen bizim pasajın girişine bırakmışlardı. Çocuklar oynarken kırar diye aldım dükkana koydum. Bir haftadır burada. Ne soran oldu, ne isteyen. Ben de öyle boş boş duracağına asayım dükkana dedim. Nasıl ama güzel olmuş, değil mi? Hem bak sana da benziyor eleman. Geçen WhatsApp’tan atacaktım sana, unuttum sonra” diye durumu açıkladı.

“Sen bunun kimin tablosu olduğunu biliyorsun, değil mi abi?” diye sordum.

“Dedim ya pasajın girişinde buldum diye. Ne bileyim kimin olduğunu? Ense tıraşı ile ilgili bir şey olduğu kesin ama. Allahı var kim tıraş ettiyse güzel yapmış, hakkını yiyemem. Bir de ayna gibi duruyor ama değil. Hem adamın yüzü de görünmüyor” deyip beni koltuğa çağırdı.

“Nasıl yapacağız sana?” diye sordu bir gözü tabloda.

“Aynısından olsun abi, resimdeki çocuk gibi.”
 
 
Hakan Özbek
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 13 Kasım 2021 at 04:52

    İşe girme sorunsalını berber, traş, ayna, parlak ense falan derken nasıl da unuttuktuk ama…

  • Yanıtla Burak Süalp 23 Kasım 2021 at 10:42

    Sevgili Hakan günaydın. İşsiz kalma, iş arama, iş görüşmelerine gitme gündemlerini çok geride bırakmış olmama rağmen ilk satırlardan itibaren hikayenin atmosferine mıknatıs gibi çekildim. Bunun nasıl kötü bir dönem olduğunu gayet iyi biliyorum. Yaklaşık 10 ay işsiz kaldığım bir dönemde bu duyguları ne kadar yoğun yaşadığımı tahmin edersin. Ben de, işsiz kaldıktan birkaç ay ve onlarca görüşme sonra bana iş yok herhalde noktasına gelmiştim. 10 ayın sonunda da iş bulamasaydım geriye ne özgüvenim ne de ben kalırdık sanırım.
     
    Ayrıca şu berber sahnesine tutuldum, söylemeden geçemeyeceğim. Traş sırasındaki sohbetten, çay ocağından gelen çaya; berberin lavaboyu temizlemesinden gazete manşetine yaptığı yoruma kadar inanılmaz doğal bir akış olmuş. Tebrik ederim.
     
    Bu yorumu yazarken kimin tablosu o, hangi eser diye düşünüp sormuştum. Yazının görseline hiç dikkat etmemişim :)))) Sayende öğrenmiş oldum. Rene Magritte’nin Not to Be Reproduced eseriymiş.
     
    Kalemine sağlık dostum!

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan