Sessizlik Öyküleri

4 | O, Burada mı?

31 Mart 2022

Öykü: O, Burada mı? | Yazan: Hakan Özbek

 

İndeks

Kıyas Aracı Olarak Kitap ya da Sonsuz Mutluluk | Bölüm 1
Kitaplar Eskir mi? | Bölüm 2
Burada Çirkin Bir Fincan Gördünüz mü? | Bölüm 3
O, Burada mı? | Bölüm 4
Biraz Konuşalım mı? | Bölüm 5
Bilinen Başlangıçlar, Bilinen Sonlar | Bölüm 6
Kendi Yarattığı “Mükemmellik” | Bölüm 7

 
 
“Gitmem gerekti, affet.”

Bazen bir cümle, bir kelime, bir bakış… aklınıza takılır. Bir şarkı sözü gibi değildir bu takılma, sizi düşündürür ve neden düşündüğünüzü de bilemezsiniz. Sonra bazı anlarda o cümle zihninizden uçar gider, alakasız bazı şeyler gelir aklınıza ve ardından yeniden o cümle düşer. Bu bir döngüdür çoğu zaman. Benim için ise kağıtta yazan o cümle uçup gittiğinde neden bunca zaman telefon numarasını almadığım aklıma geliyor, bunun için kendime kızıyorum.

Saat sabaha karşı 04.37. Havada hiç ışık yok, ancak sokaktan her zamanki sesler gelmeye devam ediyor. Bilinmeyen numaraları arasam? Soyadını bilmiyorum ki! Ne diyeceğim; “Kitapçıdan çalışan ve her karşılaşmamızda kahve içmeye gittiğim kızın numarasını istiyorum” mu diyeceğim?

Yatakta dönüp duruyorum çaresiz. Uyku tutmuyor. İlk gençlik çağında aşık olmuş gibiyim, içim öyle huzursuz ki anlatamıyorum kendime bile. Herhangi boktan bir durum bana dünyanın sonuymuş gibi geliyor bazen ama biliyorum, dünyanın sonu benim beklediğim zamanda ya da beklediğim şekilde olmayacak.

Yok, bu böyle olmayacak. Kalkıyorum yataktan, hemen yanımda duran fincanımı alıyorum elime, doğru mutfağa. Kahve hazırlayıp kitapların karşısında raflara bakıyorum. Elime gelen ilk kitabı, J.M. Coetzee’nin Yavaş Adam’ını alıyorum.

Sana söylemeye çalıştığım gibi, günlerimiz sayılı, ikimizin de, yine de bak burada zaman öldürüyorum, zaman tarafından öldürülüyorum, beklerken, seni beklerken.”

– Ben Paul Rayment değilim!

Kitabı okuduğum günler geçiyor aklımdan. Çoğunlukla metroda, girişin yanındaki cam panele yaslanarak okuduğum anlar… Kitabı tek elimle tuttuğum, yanımdaki kitaba bakıyorsa okumamı yavaşlattığım, onun da okumasına imkan verdiğim anlar… Kendimi takdir ettiğim anlar.

– Ne kadar iyi biriyim, değil mi Bay Rayment?

Paul benimle konuşmayacak. O zaman belki konuşmuştu ancak bugün değil. Benim sıkıntılarımı dinlerken değil. Sadece Bay Rayment’ın bunak aşk acılarını dinlerken. Yine de güzel hikâyeydi. Sonunda kavuşmuşlar mıydı? Pek hatırlamıyorum, ancak kavuşmamış olmaları gerekiyor. Sanırım…
 
 

*

 
 
Kahveme dokunmadan koltukta uyuya kalmıştım. Şimdi ise hemen giyinip çıkmam gerekiyor. Kahvemi yanıma alıyorum. Kapıdan çıkmadan gözetleme deliğinden bakıp katta kimsenin olup olmadığını kontrol ediyorum. Koridor boş. Ayakkabılarımı giyinip çıkıyorum, aynı anda karşı komşum çıkıyor. Ha siktır!

– Günaydın.

Hafifçe gülümseyerek kafamla selamlıyorum.

– Hazır sizi görmüşken bir şey sorabilir miyim?

Yine sadece kafamla onaylıyorum.

– Kimliğimi kaybetsem, gazeteye ilan vermek zorunda mıyım?

– Hiçbir fikrim yok. Neden, kimliğinizi mi kaybettiniz?

– Aklıma takıldı sadece.

– İyi günler.

Hava güzel, rüzgar ılık ılık esiyor. Gümüşsuyu’ndan Beşiktaş’a doğru yürüyorum, ardından Dolmabahçe ve sonunda Beşiktaş. Arada bir kahvemden küçük yudumlar alıyorum. Aslında yürürken bir şey içmeyi beceremem. Bu yüzden fincanımdaki kahve neredeyse hiç azalmıyor. Yine sürekli uğradığım kitabevlerinden birinin önünde duruyorum. Vitrinde göz gezdiriyorum önce. Sadece kitaplar değil, bir dolma kalem rafında da bayağı oyalanıyorum aslında. Kitaplara bakarken, onların arkası flu görünüyor. Ardından gözlerim kitapların arkasına gidiyor. İşte orada oturuyor. Elinde bir kitap var, tüm dikkati sayfalarda.

İçeri girip girmemekte kararsızım. Hiçbir şey olmamış gibi mi davranmam gerekiyor? Belki de en doğrusu bu. Yanına yanaşıyorum.

– Ne okuyorsun?

Kitabın kapağını gösteriyor. Hans Fallada’nın “Neden Ucuz Saat Takıyorsun?” kitabı.

– Neden takıyormuş peki?

– Babası pintiymiş.

Kitabı okumaya devam ediyor. Yüzüme bakmıyor, kaküllerini düzeltmiyor.

– İyi misin?

– Evet.

– Bu kadar mı?

– Kitap okuyorum, görüyorsun ya?

Kahvemden bir yudum alıyorum. Görüyorum, kitap okuyor.

– “Soranlara diyorum ki: Bu ucuz saati takıyorum çünkü benim babam pinti, huysuz, çekilmezin önde gideni.”

– Gerçekten buna devam edecek misin?

– O bölümü hatırlayınca paylaşmak istedim seninle.

– Ben zaten okuyorum şu anda!

– Kahve?

– Canım istemiyor.

Bu kez fincanımdan büyükçe bir yudum alıyorum. Gözlerimi sıkıyorum, ağzımda bir tur döndürüp kahveyi yutuyorum. Yeniden gözlerimi açıyorum, kahvenin acı tadı midemi yakıyor artık. O oturduğu yerde yok. Sadece kitap duruyor ortasından ayrılmış bir şekilde masanın üzerinde. Etrafıma göz gezdiriyorum. ‘Birazdan gelecek’ diyorum içimden, ‘Az sonra elinde bir kitapla gelecek. Muhtemelen yine bir Sovyet karşıtı olarak karşıma dikilecek.’ Gelmiyor.

Masanın üstünde duran kitabı alıp kasaya doğru ilerliyorum.

– Bu kitabı alabilir miyim?

– Hediyemiz olsun size.

– Neden?

– Yıpranmış çünkü biraz.

– Emin misiniz?

– Evet, alabilirsiniz. İsterseniz biz sizin için burada da saklayabiliriz.

– Teşekkürler, yanıma alayım o hâlde.

Bir adım atmak üzereyken, yeniden duruyorum.

– Şurada bu kitabı okuyan küt saçlı kadın şu anda nerede?

– Hangi küt saçlı kadın?

– Şurada oturan. Yani az önce orada oturan…

– Seçil Hanım mı?

– Adı Seçil mi?

– Bir dakika çağırayım. Bekler misiniz?

Bekliyorum. Tam bir dakika sonra ise Seçil geliyor: Evet, küt saçlı ancak o değil. Söyleyecek bir sözüm yok, sadece gülümsemekle yetiniyorum ve gitmesini bekliyorum. Ardından kasada duran kadına iyice yaklaşıp fısıldıyorum.

– Bu o değil.

Kadın Seçil Hanım’a zarif bir baş hareketiyle gidebileceğini söylüyor. Seçil ayrılıyor.

– Siz biraz dinlenin isterseniz. Arkadaşlarım size bir bardak su ve biraz kahve getirsin.

– Kahvem var.

Fincanımı gösteriyorum. İçinde hâlâ biraz soğumuş kahve duruyor.

Kitabı yanıma alıp dükkandan ayrılıyorum. Biraz yürüyüp kahveciye oturuyorum. Sigaramı yakıp garsonun gelmesini bekliyorum. Birazdan geliyor.

– Hoş geldiniz. Her zamankinden mi?

– Evet, lütfen. Bir de küllük yok masada, küllük alabilir miyim?

– Hemen getiriyorum.

Birazdan küllük geliyor. Sigaramı içip kahvemi beklerken kitabın sayfalarını çeviriyorum. Küçük bir kağıtta şöyle yazıyor:

Sadece her şeyin daha kötü gitmeyeceğini bil, yeter.”

Birazdan garson masaya iki fincan kahve bırakıyor. Anlamsızca yüzüne bakıyorum.

– Ben sadece bir fincan kahve içeceğim.

– Diğeri arkadaşınız için efendim.

– Arkadaşım?

Eliyle karşımdaki sandalyeyi işaret ediyor.

– Hanımefendi bir şey içmeyecek mi?

Kafamı yavaşça ona doğru çeviriyorum.

– O burada mı?

Adam hafiften kızarıyor, bir kabahat işlemiş edasıyla gözlerini kaçıyor.

– Bilmem, burada mı?
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Hakan Özbek
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan