Yıldız Tozu

Ayın Elemanı

23 Mart 2022

Yazı: Ayın Elemanı | Yazar: Sıla Malik

Güne karanlık kalkmadan, telefonunun alarmıyla başladı. Mesainin başlamasına tam 3 saat vardı. Yarım saatini hazırlanmaya ayırdı. Rutin basitti. Kalk, duşa gir, tıraş ol, hazırlan ve çık. Son 15 yıldır izin günleri hariç bu döngüde geçiyordu sabahları.

İşe gitmesi bu mega kentte en az 2 saatini aldığından erken çıkmayı adet edinmişti. Ancak onun gibi düşünenler çoğunlukta olduğundan kırmızı farları bol yolculuğu olurdu hep.

Beyaz gömleği, özenle bağladığı kravatı, kırışmaması için ekstra özen gösterdiği siyah ceketiyle tipik bir beyaz yakalıydı o. Vasfının “işçi” olmasını kaldıramayan okumuşlar sınıfındandı. 20 yıllık eğitim hayatında hep en iyiye oynamıştı. Başlarda istediği hayat şu an yaşadığı mıydı? Aslında çoktan hipnotize olmuştu bile. Gri şehrin yüksek kalelerinin içine hapsolmuştu o. Ofisine ilerledi. İnce koridora girmeden önce yine aynı şey çekti dikkatini:

“Ayın Elemanı”

Sahi aldığı terfi onu tatmin etmemiş miydi? “Junior” olarak başladığı mesleğinde genel müdür olmuş, işverenlerine göre gayet başarılı biriydi. Ya da sektör içerisinde fark yaratmak isterken bir saatlik işi yarım saatte yapabildiği ve az iş gücü çok iş tutumuna çok güzel uyduğu için mi bu övgülere sahipti? Bilmiyordu.

Oysa onunki tamamen takıntıydı. Ortaokul yıllarından başlamış bir takıntı. En iyi liseyi kazanmalı, en iyi üniversitede okumalı, yabancı dili olmalı, yüksek lisans mutlaka yapmalı, iyi bir sosyal ağa sahip olmalı, kültürlü olmalı, saygın bir hayat yaşamalıydı.

Robotik bir hırsla inşa edilmeye kalkışılan muazzam sıkıcı bir hayattı onunki. Global bir şirkette çalışmayı, dil öğrenmeyi, en iyi okullarda eğitim almayı başarmıştı. Ancak bütün bunları ciddi bir görev bilinciyle yapmıştı. Hobileri nelerdi? Elbette onun da ruhuna dokunan ve insani tarafını okşayan birtakım zevkleri vardı. Mesele bunlara sahip olmak değildi. Mesele homojen bir yaşamı başarabilmekti.

Ayın elemanı seçilmek. Örnek gösterilmek. İş yaşamında kat ettiği onca yola rağmen hala saplantılı olduğu bir konuydu. Kendine içten içe sırf bu yüzden kızardı.

Öğle arasına kadar aralıksız çalıştı. Toplantılar, düzenlemeler, projeler, görüşmeler. Ardından iş arkadaşlarıyla yemeğe çıktı. Kıyafetleri, tavırları bir başkaydı. 21. yüzyılın plazalı burjuvazisiydi onlar. Lüks bir yaşam hedefiyle gözü daha da yüksekte olan ortanın bir üstü kesim. Gittikleri restoranlarla kendilerine katma değer katmak isteyen ve ona göre duruşlarını değiştiren ancak hesabı yemek kartıyla ödeyen kimlik karmaşası mensupları.

Yemekten sonra yüksek katlı binanın terasında kahve içmeyi ihmal etmedi o da. Gelen zamlardan şikâyet edip sigara almak için bütçesi yetebilen ancak prensip meselesi olarak sigara tüketmeyen biriydi. Her gün aynı parayı kahveye yatırıyordu ama bunun ne kadar bilincindeydi? Ülkenin durumuna karşı tüm düşüncelerini sosyal mecralardan belirtiyordu. Dost meclislerinde sıkça söz ediyorlardı gidişattan.

Gerçekten bir şeyler olduğunda ise onu sahada görmek imkansıza yakındı. Bazılarımız nasıl o uzun camekan binalara ve içlerine yabancıyız. O da unutmuştu çoktan gerçekten sokakta olmanın nasıl olduğunu.

Ne ara bu kadar soyutlanmıştı, fark edemeden gelişmişti her şey.

Akşam saatler beşi gösterdiğinde bilgisayarını kapatıp sanki boğazından tasma çıkarmış gibi nefes verdi. Eve dönme vaktiydi. Ya da en az 2 saat sürecek bir keşmekeşin içinde yerini alacaktı. Hoş, bazı iş arkadaşları artık toplu ulaşımı kullanmayı tercih ediyorlardı. Öğle yemeğinde bol bol “Marmaray” güzellemesi duymuştu. Onun tek dezavantajı evinin herhangi bir metro durağına yakın olmayışıydı. Hâlâ kredisini ödediği bir zamanların en iyisi evi, şimdi satmak hayâl bile değildi.

Akşam rutinleri de sabahkiler kadar sıkıcıydı. Eve gel, üstünü değiştir, takımı kuru temizlemeye vermek üzere ayır, yemek yap –ya da dışarıdan sipariş et-, koltuğa kurul ve internet alemine hoş geldiniz. Yüzyılın getirdiği bıkkınlık onda da vardı. Bıkkınlık. Önceleri yemek saatiyle denk gelen ve ailelerin ortak zamanlarının bir parçası olan ana haber bültenlerini izleyen azalmıştı. İnternet, sosyal medya artık her şeyden “anında” haberdar ediyordu insanları. Doğruluğu, yanlılığı gibi olgulara dikkat azalmıştı. Her 15 dakikada bir değişen gündem sağ olsun, takip etmek ve incelemek artık güncelin gerisinde kalmanıza neden oluyordu.

Önce abone olduğu kanalların video güncellemelerine baktı. Takip ettiği programlardan bir tanesini yemek yerken izlemek adına başlattı. Ah, ne büyük hataydı o yaptığı.

Hani, hobilerden ve hayallerden konuşmuştuk ya. İşte onun en büyük hayali ve aynı zamanda en büyük nefreti. Kendilerine “farklı” bir yaşam kurabilmiş insanlar. Onların serüvenlerini, belgesellerini izlemeyi çok seven ancak izlerken gördüğü karakterlerden nefret eden biri o.

Dünya’yı dolaşanlar, Ege’ye taşınanlar, işi bırakıp hayalindeki sektöre geçenler, babadan meslek edinmiş olanlar, bambaşka amaçlarla yola çıkıp yolda değişenler.

Bingo! 21. yüzyılın kendi içinde çatışmasını bulduk. Hem insanları kendi kabuklarına sürükleyen, yalnızlaştıran sistemi hem de insanlara kendi olabilecekleri özgürlük alanlarını –bknz: sosyal medya- yaratarak onlara fırsatlar sunan sadece geleceğe programlı zaman makinesi adeta.

Tam da böyle bir anda bir şeyler yokladı yine onu. Son zamanlarda hep bu saatlerde gelip uyuyana kadar gitmeyen, sıkıntılı bir ruh hali.

Okumayı sevdiği kitaplar, izlediği filmler, etkilendiği şeyler vardı önceden. Televizyonda gördüğünde kendini aralarında gördüğü hayatlar vardı.

Okul yılları onu o hayatlara hazırlamalıydı. Sözde önceliği hep bu hedefleri gerçekleştirmek olacaktı.

Ekrana baktı birkaç saniye. Videoyu çoktan durdurmuştu. “Belki de” dedi kendi kendine. “Belki de ben olabilirdim ekranın diğer tarafında. Karavanıyla koy koy gezen ben olabilirdim. Her fırsatta 2-3 günlük seyahatlere çıkan aileyi ben kurabilirdim. Müziği, tiyatroyu ben de seviyorum, her ay yeni çıkanları takip edip kendini geliştiren ben olabilirdim. Çadırla kamp yapan ben olabilirdim. Ya da sadece ailesiyle geçirdiği güzel zamanları kaydedip paylaşan olabilirdim. Neyi, nerede yanlış yaptım ki?”

Etrafına bakındı. Kötü sayılmayan bir evde oturuyordu. Zamanında kira öder gibi kredi mantığıyla almıştı. Toplam fiyatı düşününce, farklı bir hayata başlangıç için yetermiş aslında. Kullandığı eşyalar, mobilyalar, dekoratif ürünler bile son moda sayılabilirdi. İyi bir semtte oturuyordu, ikinci el de olsa bir arabası vardı. En önemlisi mezun olduktan sonra bunlardan başka hiçbir şeye odaklanmamıştı.

Sahip olmak istediği hayat, içinde bulunduğu sınıfla birbirine girdi. Fakat maalesef bu savaşta kapitalist düzen kazandı. Kendine ideal olarak belirlediği her şey bir noktada maddiyat olarak gelmişti ona.

Ya zengin olunmalıydı ya da gereken para birikmeliydi. Ve biriktirmek için de kazanılan miktarın artması hiç de fena olmazdı. Doğru hedefler, yanlış motivasyonla ilk adımını attı iş hayatına o.

Cebinde “Pek İyi”lerle geldiği iş yaşamında karşısına “Ayın Elemanı” çıktı.

Bu onun için uzunca bir süre aşılması, birinci sırada kalması gereken bir savaş içine girmesine neden oldu. Duvardaki büyük ve geniş çerçeveyi tüm o hayallere giden yol muamelesi yaptı. Oysa çerçeve dört kenarlı ve kısıtlı bir yapıydı.

Uzun yıllar fotoğrafını en üstte, zirvede yalnız tutabilmek adına çalıştı. Ayın elemanı oluyordu ancak hayaller listesi de tozlanmaya yüz tutmuştu. Övgüler, başarılar, zamlar, ikramiyeler. Birikmesi gereken para ne olursa olsun birikemedi. Zaman acımasızdı, hızlıca akıp geçti.

Öyle hızlı geçti ki ertelediği her şeye dert yanar şekilde, bir zamanlar bilerek yaptığı seçimlerin olağan sonuçlarına kızar buldu kendini. Kimseye kızmaya hakkı olmadığını fark etti. Daha ne kadar her izlediği insan babadan zengin, iyi maaş alan ya da kafası kırık olabilirdi ki?

Kendi kendine dertlenirken bilgisayardan bildirim sesi geldi. Mail gelmişti. Her ay olduğu gibi bu ayda departmanın “Ayın Elemanı” olacak çalışanını seçmesi gerekiyordu. Kazananı çoktan belirlemişti, maille bunu bildirdi. Tam bilgisayarın başından kalkacakken durdu. Çalışma arkadaşına, o hırslı olduğu belli genç insana bir mail attı.

“Son zamanlardaki verimli çalışmaların ve özverin için şirket adına sana teşekkür etmek istiyorum. Ancak tüm bu unvanların ve resmiyetin ardında şunu da belirtmek isterim: Okul yıllarında, yolları hangi gelecek arzusuyla arşınladığını, neyi hangi hayallere ön ayak olsun diye yaptığını sakın ama sakın aklından çıkarma. Yarın fotoğrafını asacağımız sözde hiyerarşi tablosu, ileride kendine yaptığın en büyük haksızlığa dönüşmesin. Çalışkanlığını kutluyorum, şirkete sağladığı yarar için değil, kendine verebileceğin potansiyel güzellik için.”

Boş bir koridorda, siyah kenarlı çerçevenin canıma yansıyan ve her zaman biraz garip çıkan gülümsemeli fotoğraflarımızı o karanlık binalara hapsetmek uğruna değil, “Yaşadım” diyebileceğimiz bir hayat uğruna çalışmak adına…
 
 
Sıla Malik
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan