İçimdeki Sesler

Döküyorum İçimi

13 Nisan 2022

Yazı: Döküyorum İçini | Yazan: Demet Uncu

Bugün biraz içimi dökmek istedim sizlere. Bazen köşemde kaleme alacak konu bulma konusunda sıkıntılar yaşıyorum. Yayın tarihinden 1 hafta önce “Ne hakkında yazsam acaba?” diye kendime sormaya başlayıp yakın zamanda beni etkileyen olayları düşünüyorum.

Yazı yazmaya başlamanın, insanın psikolojisi ile çok yakından bir ilgisi olduğunu anlıyorum. Bazen doğanın içinde yürüyüş yaparken bir çiçekten, bazen okuduğum bir kitabın içinde geçen cümleden esinlenerek başlıyorum klavyenin tuşlarına hızlıca basmaya. Ama gün oluyor, yazmak için aklıma hiçbir şey gelmiyor. Beynim duruyor sanki. Hissizleşmişim gibi geliyor bana. Sonra başlıyorum kendime yüklenmeye. “Nasıl olur da yazamıyorsun?” diye.

Öğrenilmiş Çaresizliklerimiz

Yazmak için kendimi; dingin, huzurlu ve sakin hissetmem gerekiyor sanırım. Öyle hissettiğimde kendiliğinden sözcükler sayfalara dökülüyor ve yazdıkça yazıyorum. Fakat şu aralar hayat hepimiz için öyle zor ki…

Sizlerin de çok iyi bildiği gibi hepimizin salgın öncesi ve sonrasına ait farklı hayatlarımız var artık. İşyerlerimizdeki bütün ritüellerimiz değişti, çalışma şartları zorlaştı. Herkes birbirinden hatırı sayılı büyüklükte fedakarlıklar beklemeye başladı. Belki birlikte çalıştığımız iş arkadaşlarının sayısı azaldı, haliyle kalanların işi daha zorlaştı. Malumunuz, hayat pahalılaştı, tasarruf tedbirleri en üst derecede devreye alındı. İnsanlar daha bir mutsuzlaştı. Yüzleri daha asıklaştı, motivasyonları düştü. Hepimiz duygularımızdan yoksun robotlar gibi çalışmaya devam ettik.

Salgın sonrası, öğrenilmiş çaresizliklerimiz de arttı. Olması gerekenden uzaklaştığımız için anormal olan istek ve beklentiler normalleştirilmeye başlandı.

Yazar Ne Yapsın?

Hepimiz, insanüstü çabalar sarf etmek zorunda bırakıldık. Çoğumuzun hayatlarına bu şekilde devam ettiklerini gözlemliyorum. Hâl böyle olunca özel hayatlar da bu durumdan nasibini aldı. Herkes tükenmişlik derecesinde yorgun olduğu için özel hayatı olmamaya başladı.

“Kim nerede, kime, nasıl dur diyebilir bu duruma?”

“Şimdi böyle bir ortam yaratılmışken; yazar ne yapsın?”

“Ne yazsın değil mi?” 🙂

Genelde sizlerle öyle iç karartıcı yazılar yazmadığımı düşünüyorum. Hayatımdaki bazı kayıplardan söz etmişimdir size 1-2 yazımda. Aslında onları da kendimi iyileştirmek, yaralarımı sarmak için paylaşmışımdır sizlerle. Tabii bir de benzer acıları olan okuyucularımla buluşmak istemişimdir.

İşte hem iş hem özel hayatımda yaşadığım yoğunluklar ile her şeyin süper hızlı gerçekleştiğini ve o hıza yetişmeye çabaladığım için beni etkileyen konuları da kaçırdığımı ve fark edemediğimi gördüm. Bu tür yoğunlukları yaşarken televizyonun kumandası ile içinde bulunduğum anı dondurmak ve o sahne içerisinde sadece benim canlı olduğumu hayâl edip bir köşeye geçip hiçbir şey düşünmeden oturmak istiyorum.

Sizin de kendinizi böyle hissettiğiniz zamanlar oluyor mu?

Uzunca bir süredir sürekli bir yerlere koşturmaktan, bir şeyleri yetiştirmeye çalıştırmaktan, talepleri, beklentileri karşılamaya çalışmaktan, kısacası bu ultra hızdan yorulduğumu söylerken buluyorum kendimi. Belki bazılarınız şimdi bana, emekli olma vaktinin geldiğini söyleyebilirsiniz. Ama çalışmamak değil ki benim derdim. Derdim, değişen koşullarda yaşamaya, çalışmaya devam edebilmek. Bu pek mümkün olmuyor sanırım. Ya bu koşullarda, bu koşulların gerektirdiği gibi yaşayacaksın ya da kendi koşullarını oluşturup bu kocaman dünyanın içinde kendi dünyanı yaratacaksın. Neden olmasın?

Yan yana Olamayan

Böyle devam ettiğim sürece hayâl kurmak bile imkânlara bağlı gibi görünmeye başladı bana. Halbuki hayâl ve imkân zaten yan yana olamayan 2 kelime, değil mi?

Hayâl kurma konusunda çok başarılı olmadığımı biliyorsunuz. Ama bunun üzerinde çalışıyorum ve hayâllerimi kurmaya devam ediyorum. Ama size bahsettiğim tüm bu koşullar, onların da üzerine gölge düşürmeyi başarıyor. Gölge düşürmesini asla istemiyorum. Hayâllerimle ilgili istediğim tek şey nedir, biliyor musunuz?

Yola çıkmak.

Evet, sadece yola çıkmak. Yolun, beraberinde bana getireceklerini yaşamak. Her şeye rağmen inatla istemeye, anda kalmaya, ufak şeylerden mutlu olmaya ve sahip olduğumuzu düşündüğümüz herşey için şükretmeye devam ediyorum. Bakmayın, bugün sizlerle böyle dertleştiğime. Her şeyin geçtiği gibi bunlar da gelip geçecek.

Artık, mevsim bahar. Baharın esintisiyle duygularım da değişecek ve ben içimde duyduğum sesleri sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. Bazen köşemde yeni yazımı bulamadığınızda arka mutfakta neler olduğunu bilin istedim sadece.
 
 
En derin sevgilerimle,
Demet Uncu
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 13 Nisan 2022 at 10:32

    Bizimle dertleştiğin için çook teşekkürler. Her dönemin ayrı zorlukları var, değil mi? Salgın öncesi de her şey güllük gülistanlık değildi. Uyum sağlamıştık düzene. Affına sığınarak söylüyorum, o zaman da çok “düzülen” vardı şimdi de. Ama insanlığın temel sorusu hiç değişmedi; “Biz neden var olduk?”
     
    Mavili Temizsoy’u izleyip “Sonsuz Olasılıklar” alanını açan Belgin Oturgan’la çalışıp, Acces Tekniklerini uygulayıp, bol bol okuyup yazarak hiç tv izlemeden ve internetten film izleyerek ve yeni arkadaşlar edinerek (şehir değiştirdim, İstanbul’dan Çanakkale’ye geçtim) bu yeni düzene — pardon bir de bitcoini takip ederek— uyum sağlamaya çalışıyorum.
     
    Yaşamda, çarklar durdu sanırım ters yöne dönecek.
     
    Sevgiyle

    • Yanıtla Demet Uncu 13 Nisan 2022 at 11:56

      Şen Hanımcım, güzel yorumunuz ve katkılarınız için çok teşekkür ederim. Almış olduğunuz karar ve tercihleriniz için sizi tebrik etmek isterim. Yazımda da dediğim gibi değişen düzende kendi dünyalarımızı yaratmak bizlere kalıyor, eğer düzenden mutsuz isek.
       
      “Neden var olduk?” sorusu bildiğiniz üzere felsefecilerin en temel sorusu. Düzenden memnun olmayanların da bu soruyu fazlaca kendilerine sormalarından kaynaklandığını düşünüyorum.
       
      Çok sevgiler.

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan