Ruh-u Revan

Uçurum Bahçesi

10 Ekim 2022

Öykü: Uçurum Bahçesi | Yazan: Pınar Sude gençDokuz yıl olmuştu o, hayatı terk edeli ve mezarına bir kez bile gidememişti. Yokluğunu kabul etmenin canını ne kadar acıtacağını kestiremiyordu çünkü. Öldüğünü düşünmeyip sadece çok uzak bir ülkede yaşadığına kendini inandırmayı başarmıştı yıllarca ve bu düşünce bile canını yakmaya fazlasıyla yetiyordu.

Onunla yemek yediği yerlere gidemedi bir daha. Yürürken aniden başını çevirip ona gülümsediği yollardan geçemedi. Seninleyken kendimi sürükleyici bir filmin başkahramanı gibi hissediyorum, derdi ona ara sıra. Artık kendi varlığını unutmuştu, kimsenin hayatında bir kahraman olamıyordu. Kendininkinde bile.

Fakat şimdi; onun tüm kahkahaları, hıçkırıkları, ağlarken burnunu çekişleri, hızlı hızlı konuşması kulaklarını doldururken mezarının başındaydı işte. Mezarının üzerindeki rengarenk çiçeklere baktı nemli gözleriyle. “Bulunduğun her yeri güzelleştirirdin zaten sen” dedi.

Dokuz yıldır onunla ilgili her ayrıntıyı kendisiyle taşıdığından mıdır bilinmez, yüreğinde büyük bir ağırlık vardı. Aslında bir nebze de olsa seviyordu bu ağırlığı ve beraberinde getirdiği acıyı. Yaşadığını hissettiren tek şey buydu çünkü.

“Elisa; buraya gelip öldüğünü kabul ederek, öleceğimi kabul etmiş oluyorum aslında. Gittiğini ve benim de kalmak için artık hiçbir sebebim kalmadığını duyuruyorum; göğe, çiçeklere, toprağa ve karıncalara. O gitti biliyorum ve ben de geleceğim, diyorum.”

Derin bir nefes aldıktan sonra mezarın kenarındaki mermere oturdu.

“Elisa ben seni tanıdıktan sonra kendimi tanıyabildim. Sen bana gülümsedikten sonra ben de hayata gülümseyebildim. Sen parıldayan gözlerinle bana baktıktan sonra ben de gökyüzüne bakıp karanlığı değil, yıldızları seçebildim.”

Başını göğe kaldırdı ve sonsuz mavide süzülen bir turnayı gördüğü esnada yanağından bir damla yaş süzüldü.

“Hiç çocuk olmamışsın sen.”

Bakışları mezar taşında yazan doğum tarihiyle buluştu.

“Beş yaşındaki sen bile daha büyükmüş yirmi beş yaşındaki benden.”

Sesi titreyerek söylediği bu son cümleden sonra daha da ıslandı yanakları.

“Uçsuz bucaksız denizler kadar yükün vardı senin, dolan gözlerinde birikirdi hepsi. Biraz da denizler beni taşısın dedin, biliyorum. Ama deniz bile kaldıramadı işte seni. Seni sadece sen ayakta tutuyormuşsun Elisa, başka kimse seni taşıyabilecek kadar güçlü değilmiş. Kendini bıraktığında seni tutacak hiçbir şey yokmuş. Hiçbir şey…”

Nefesinin kesilmesiyle oluşan boşlukları hıçkırıkları dolduruyordu artık.

“Ve sen bunu biliyordun Elisa. Hiçbir denizin seni taşıyamayacağını bile bile kendini bırakıp beni terk ettin. Daha önce de terk etmiştin beni ama en azından bu sefer yalnız değilim: Beslediğin tüm sokak hayvanlarını, kokusunu en derinlerine kadar çektiğin çiçekleri, her sabah gülümsediğin güneşi, tenini öpmesine izin verdiğin her bir yağmur damlasını da terk ettin. Ve en güzel çiçek sendin Elisa. Uçurumun kenarında açan ve hiç koklanmadan solan…”
 
 
Pınar Sude Genç
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan