İçimdeki Sesler

Ekmek Kırıntıları

1 Şubat 2023

Yazı: Ekmek Kırıntıları | Yazan: Demet Albayrakoğlu

Kitaplar, en sevdiklerim…

Sizi başka alemlere götüren, önünüze başka kapılar açan, sevindiren, duygulandıran, düşündüren, dinginlik ve huzur veren, yolculuğunuzda size eşlik eden, kaprissiz, yegane dostlarınız.

Hep mi böyle hissediyordum kitaplarla ilgili?

Evet, çocukluğumdan beri keyif alarak kitapların sayfalarını çevirdim. Okumayı bitirdiğimde, yenisini kitapçıdan almak için heyecanlanırdım. Hâlen de öyle. Kitap seçmenin de almanın da bir ritüeli vardı.

Can Evi

Kitapçıdaki rafları gözlerimle yavaş yavaş taradıktan sonra, önce ismi ile ilgimi çeken kitabı elime alır; yazarın önsözünü, arka kapağındaki okuyucu yorumlarını okurum. Sonra sayfalarını çevirip yayılan kağıt kokusunu içime çeker, içine de şöyle bir göz geçiririm. Bunu yaparken muhakkah beni can evimden vuracak bir cümleye rastlarım ve tamam derim, bu kitap beni çağırıyor. 😁

Onu koltuğumun altına aldıktan sonra tabii ki durmam ve ikinci kitabı keşfe çıkarım. Felsefe kitaplarının bulunduğu raflara doğru yönelirim, genellikle kitapçıların en arkasında yer alır bu kitaplar. Alanda yeni bir kitap çıkmış mı ya da ilgimi çekecek, beni durup düşündürebilecek felsefi bir kitap var mı, onlara bakarım. Sonra diğer kitabı da alıp çıkarım. Bunu, ilk kitabı okumayı bitirdiğimde elimde yedeği olsun, aman boş kalmayayım diye yaparım aslında. Sigara tiryakileri bilir, onlar hep yedeklidir biliyorsunuz, onun gibi bir şey işte.

Geçen gün okumaya başladığım simsiyah kapağının orta yerinde Ercan Kesal’ın bir fotoğrafının bulunduğu “Cebimdeki Ekmek Kırıntıları” isimli kitap ilgimi çekmişti. Hani, kaybolacağınızı hissederek cebinize koyduğunuz ekmek kırıntılarını yavaş yavaş yere bırakıp dönüşte yolunuzu bulmanızı sağlayacak olan “kırıntılar” sözcüğüne doğru yönelmiştim.

Bu esnada yaşamın kendisini düşünmüştüm. Keşmekeşin, kaosun içinde kaybolduğunuzda sizi çekip kurtaracak, belki de kendinizi, varoluş sebebinizi, size hatırlatacak izlerdi o kırıntılar. Yazar da “Okuyacaklarınız, ormandan tekrar dönebilmek için evime, cebimde sakladığım ekmek kırıntılarından başka bir şey değildir” diyerek, öyle muhteşem bir benzetme yapmıştı ki bayıldım ben.

Şifalanmak

Yazanlar sadece okuyucular için değil, kendileri için de yazıyorlar elbette. Yazmanın, okumanın şifalandırıcı bir gücünün olduğuna her zaman inanmışımdır.

Kitapta Ercan Bey, kendisine yöneltilen soruları cevaplandırıyordu. Onun ne kadar donanımlı, çalışkan, azimli ve hayat dolu birisi olduğunu okudukça şaşırıyordum. Kendisinin hekim olduğunu, bir hastane kurduğunu, sinemaya yöneldiğini, yazmaya başladığını okudukça, ona olan hayranlığım daha çok artıyordu tabii. Özeniyordum ona, ne güzel diyordum; hayatı boyunca hep denemiş, farklı şeyler yapmış ve hep yeni şeyler öğrenerek yoluna devam etmiş.

“Bekleyen biri değilim ben. Deneyen biriyim. Yoldan çok yolculuğa inananlardım” demesi de çok güzel özetliyordu hayat yolculuğunu. İnsanın yaş aldıkça sıkı sıkıya tutunduğu düşüncelerinin tam tersine inanmaya başlaması ne kadar tuhaf değil mi? Şimdi bana 20 yaşımı sorsanız daha garantici, tek hedef ile yoluna bodoslama devam eden, düşüncelerinde daha sert ve tek doğrunun olduğuna inanan birisiydim. Şimdi ise tam tersini düşünüyorum. Şaşırmak mı lazım buna? Biraz düşününce şaşılacak bir durum olmadığını görüyor insan. Hep aynı kalmak tuhaf olurdu bence. Sanki ömrün boyunca bir arpa boyu yol kat edememişsin gibi gelirdi.

Sığınmak

Ne güzel Ercan Bey’in de kendisinin deyimi ile edebiyata sığınanlardan biri olması ve kaleme aldığı kitabını okuyor olmam ne güzel bir şanstır.

“Güzel cümle kurarsam; etkileyici kelimeleri art arda, yan yana hizalandırırsam yırtarım gibi geldi. İşte o zaman her şey unutulur, dedim. Zaten kitaplar tuhaftı; bu dünyanın dışında, garip, tahayyül edemeyeceğim, enteresan dünyalar sunuyordu. Daha o zaman anladım ki kurmaca dediğin şey bu saçma sapan, rezil gerçeklikten daha evlaydı. Daha acayip bir şeydi, daha hoştu” cümleleri ile içimden geçenleri yazarın ağzından okumanın ruhumda bıraktığı tat bambaşkaydı gerçekten.

Cevapsız Mektuplar

Yazanlar olarak bizleri; “Kitaplar tek başına yapılan bir iştir ama sanki cevabını alamadığın mektuplara benzerler. Bunu okuyan ne düşündü, yazdıklarım onu etkiledi mi; kitaplarda geri dönüş çok zordur” cümleleri ile düşündürüyor.

Ne dersiniz?

Yazmayı, cevapsız mektuplara benzetişini çok sevdim ben. Yazma eylemini, hiç böyle düşünmemiştim. İşte yazarın dediği gibi “Bir sözcüğün açtığı pencereden girdiğinizde karşınıza çıkanlardır okuduklarınız.”

Ben de ekmek kırıntılarından içeri daldım, iyi ki de dalmışım…
 
 
Sevgiler,
Demet Albayrakoğlu
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan