Uyanış Öyküleri

Sil Baştan | Yeniden Doğmak

1 Temmuz 2021

Öykü: Sil Baştan | Yeniden Doğmak | Yazan: Nuket Doyuran

 

İndeks

Birinci Bölüm 👉🏻 Sil Baştan
İkinci Bölüm 👉🏻 Yeniden Doğmak

 
 
İlk günleri, fazlaca konuşmadan, kelimeleri mümkün olduğu kadar tasarruflu kullanarak, geçmişi konuşmaya hazır hale gelmek için acele etmeden geçirdiler. Yaşlı kadın, uzun zamandır beklediği kavuşmanın getirdiği mutlulukla senelerdir aşina olduğu sabrı harmanlamış, ömrünün son düzlüğünde kendisine sunulan keyifli anların şükrü içindeydi. O ise yaramazlık sonrası annesinin affını bekleyen ürkek bir çocuk gibi görünmezliğin sihrini arar halde kuytularda saklanmakta, bir taraftan da söylenmeyenlerin söylenmesi, bilinmeyenlerin bilinmesi, bir türlü iyileşmemiş yaraların şifası için umudunu canlı tutmaya gayret göstermekteydi.

Yemekler yapılıyor, sofralar kuruluyor, tek başına çıkılan yürüyüşlere yavaş yavaş anılar eşlik etmeye başlıyor, birbirlerine rahatsızlık vermekten imtina edilerek geçen günlerin sessizce akmasına izin veriliyordu. Yaşlı kadın, her şeyin olması gerektiği zamanda olmasının kabulünde, sakince huzura yarenlik ederken o, yanı başından yayılan güzel duyguların etkisiyle bazen kendini mutluluğun eşiğinde buluyor, bazen de tüm yaşananların hatırası altında ezildiğini hissedip kaçıp gitme arzusuyla doluyordu. Ama bir sonraki anda, daha önce yaptığı gibi kaçmanın ona hiçbir fayda getirmediğini, içindeki fırtınayı dindirmek için uygun bir yol olmadığını hatırlayıp kendini şu anın kucağına bırakmayı ve sadece durmayı seçiyordu.

*

Erkenden kalktı. Henüz sessizliğin ve dinginliğin hüküm sürdüğü sokaklarda dolanırken ayakları onu, ki bunu planlamamıştı, hatta buranın yakınından bile geçmemeye kendine söz vermişti, geçmişinin domino taşlarından biri olan, aklından çıkarmaya çalıştıkça kendine daha da kalıcı bir yer açmış hikâyenin kapılarına götürdü. Bir müddet köşe başında, arkasında durduğu ağacın gövdesinin kendine siper olmasını bilinçsizce umarak, mavi çerçeveli, mavi kapılı evi seyretti.

Görebilme umuduyla görmekten korkma arasında bir yerde, ruhu sıkışıklığın esaretinden kurtulmak isteyene kadar, nefesi sığ yerlerde gezinmekten bedenini biçare bırakana kadar orada öylece durdu. Bekleyişinin anlamsızlığını fark ettiğinde utancının eşliğinde eve geri döndü. Yaşlı kadın, ondaki sessizliğin daha da hüzünlü hale dönüştüğünü fark etti, geçmişin deşilmeye başladığını anladı. Artık yüzleşmelere, hatıraların temize çekilmesine az kaldığını anladı. Ama ilk hareketi ondan bekleme konusundaki kararlılığından vazgeçmedi.

*

Ayrık otlar kadının umduğundan hızlı sarmıştı tüm bahçeyi… Yağan yağmurların etkisi diye düşündü. Bir tarafı, zihnindeki gereksiz düşüncelerin de başıboş bırakıldığında tüm alana yayıldığını fark etti. Hem bahçeyi hem zihnini temizlemeye devam etti. Yepyeni, taze sürgünlerin filizlenmesine imkân vermenin, bahçenin rahat bir nefes almasını sağlamanın rahatlığı ile çalışıyordu. Onun, kapının önündeki tahta masada ne kadar zamandır oturur halde kendisini seyrettiğinin farkında değildi. Kafasını kaldırıp göz göze geldiklerinde,

“Çay koymuştum, içeriz değil mi?” sorusu kadının içini bir anda ısıttı. Elindeki işi hemencecik bıraktı, heyecanlı bir telaşla bahçe eldivenlerini çıkardı, çarçabuk ellerini yıkadı, onun karşısına oturdu. Çay kaşıklarının birbiri ardına çıkardıkları ses, bahçede yankı buldu gibi geldi kadına. Çay seremonileri uzunca bir sessizlikle başladı. İlk konuşan o oldu.

“Bugün” dedi, çatallaşmış sesini bir iki öksürükle düzeltmeye çalıştıktan sonra,

“Evlerinin önünde buldum kendimi, neden diye sorma, bilmiyorum”

“Neden” sorusu çok zaman önce anlamını yitirmişti oysaki yaşlı kadının lügatında. Sadece gülümsedi.

“Sanki üzerinden asırlar geçmiş gibi. Zaten belki de unutmuştur beni, hayatının bir bölümünde kalmış silik bir hatırayımdır sadece onun için. Belki de hatırlama ihtimaline karşı tamamen silmiştir, yok saymıştır yaşanılan her şeyi.”

“Yok sanılan her şey bir gün gelir boğazına oturan kocaman bir yumru olur” dedi yaşlı kadın gülümsemesini yüzündeki acı ifadeye bırakırken.

O, yaşlı kadının tavrındaki sakinliğe şaşırdı. Beklediği sözler bunlar değildi.

“Neden yapıyorsun bunu, kendine işkence etmekten zevk mi alıyorsun, ne anlamı var ki yaptığının?” gibi, beraberlerinde pişmanlık, suçluluk getirecek sözler duymayı bekliyordu.

Bir müddet sessizlik ortama hüküm sürdü. O, konuşmasının bir anda kesilmeyeceğinden, söylemek istediklerinin özgürce çıkabileceğinden memnun olmasına rağmen,

“Senin de birçok şeyin üstünü örttüğünü sanıyordum. Kabullenemediklerin ile başa çıkamayışının öfkesi değil miydi bana yönelttiğin?” dedi.

Sözcükler ağzından çıkar çıkmaz geri almak için yoğun bir istek duydu. O tanıdık suçluluk duygusu bir anda peyda oluverdi. Kendisi ile ilgili tüm ümitleri yıkılmış gibi hissetti. Buraya kavga etmeye gelmemişti ki. Kaç gündür nasıl da sütlimandı her şey. Doğru zamanda doğru şekilde yüzleşmelere başlamak için nasıl da kararlıydı oysaki. Keşke, diye düşündü.

“Keşke bugün oraya hiç gitmeseydim. En suçlu hissettiğim yerlerden birinden başlamak kötü bir fikirdi. Gitmeseydim şimdi böyle davranmazdım.”

“Eğme başını öyle suçlu gibi” dedi yaşlı kadın ve devam etti,

“Çok haklısın, ben de acıların yaşamın bir parçası olduğunu çok geç öğrendim ve de senin yolunun sana ait olduğunun.”

“Niyetim canını acıtmak değildi. Buraya gelme nedenim seninle olan kavgalarımızı yeniden alevlendirmek değil, inan bana. Ben de çok değiştim, daha doğrusu değişmek için çok çaba sarf ettim, sarf ediyorum da. Ama bir türlü cevap bulamadığım sorularım peşimi bırakmıyor, öfkemin dinmesine izin vermiyor. Seni, buradaki her şeyi, herkesi ne kadar silmeye çalıştıysam o kadar daha dibe battım. Buraya derinlere gömdüklerimi çıkarmaya geldim. Seninle kavga edip yeni yaralar açmak istediğim en son şey. Özür dilerim.”

“Evleneli çok oldu. Annesinin ölümünden bir yıl sonraydı, yapayalnız kalmıştı. Biraz da çevrenin ısrarlarına dayanamadı. Yalnızlık kolay değil tabi.”

Yaşlı kadın ustalıkla konuşmayı sil baştan başlatmıştı. O da bu durumdan memnun, duyduklarından hüzünlü, çayından son yudumu aldı.

“Beni günün birinde affedebilecek mi?” dedikten sonra bir müddet duraksadı. Doğru sorunun bu olmadığının farkındaydı,

“Ben günün birinde kendimi affedebilecek miyim?”

Yaşlı kadın da çayını bitirdi,

“Ben çayları tazeleyeyim” derken onun da ruhunun tazelenmesi için duacı oldu.

*

Ne kadar süre kalmak üzere geldiğini bilmiyordu. Bir süredir işinde uzaktan çalıştığından zaman sıkıntısı yoktu. Gerçi geldiğinin ilk günlerinde kendisini pek işine verebildiği söylenemezdi. Her sabah uyandığında ilk hissettiği duygu, artık gitmek isteyişiydi. Günün ilerleyen saatlerinde kalma konusunda daha bir kararlılık geliştiriyor, bazen gün batımı ile kararlılığı zayıflıyor, sonra tekrar değişiyor, yaşlı kadının her daim varlığını sürdüren sabrına inat, bu kısır döngü her gün yeniden başlıyordu. E-postalarını isteksizce cevaplayıp, zorunlu birkaç telefon görüşmesi yaptıktan sonra odasından çıktı. Yaşlı kadının ilk geldiği günkü gibi camın önündeki divanda oturuşunu gördüğünde buraya geleli kaç gün olduğunu hesaplamaya çalıştı.

Henüz sonuca varamamışken kadının,

“Bak ne buldum tavan arasında” deyişiyle doğruca gidip yanına oturdu.

Elinde bir resim vardı. İkisinin birlikte bahçelerinde çektirmiş oldukları bir fotoğraf. Tam olarak kaç yaşında olduğunu anlayamasa da ergenlik yıllarına ait olduğu belliydi. Birbirlerine sarılmışlardı, gülümsüyorlardı objektife, mutlu gibiydiler. Biraz şaşırdı, o dönemlere ait böyle pek bir anı yoktu hafızasında. Daha ziyade, babasının ölümüyle sarsılmış, daha sonra da kocasının kaybıyla mutsuz, sinirli, yaşadıklarının acısını oğlundan çıkarmak üzere öfke ile dolmuş bir annenin anıları arasında geziniyordu yıllardır.

“Seni mutlu hatırladığım zamanlar pek yok açıkçası” derken sözlerinde kinayeden ziyade hüzün vardı.

“Doğru, ben de geçmişime baktığımda bazı dönemlerimi çok kederli görüyorum. Ama bazen hafızamız bize gerçek yaşananlardan ziyade, görmek isteyeceğimizi düşündüğünü verebiliyor.”

“Ne demek istiyorsun tam anlayamadım”

“Zamanın anılarla arası pek iyi değildir diyorum, onları evirir çevirir, gitgide başka başka şekillere sokar, yeni yeni hikayeler oluşturur. Ama belki de tüm bunlar benim artık yıllanmış belleğimin bana oyunlarıdır.”

Annesi devam etti,

“Anılar oldukları haliyle saklanmalı. Hatıra, uçar gider, şekil değiştirir, ama gerçek duyguna sahip çıkarsan o kalıcıdır, sana zarar verecek başka başka duygulara o zaman dönüşemez. Hatıranın da ancak böylelikle muhafızı olur.”

O, elindeki resme dikkatlice bakmaya devam ederken yaşlı kadın,

“Hatırlıyor musun sen küçükken bir oyunumuz vardı, bazen geceleri seni yatırmadan önce o gün bizi mutlu etmiş şeyleri sayardık, ki genelde bunlar küçücük şeyler olurdu. Bazen o gün kar yağmasıydı, bazen arkadaşının sana verdiği küçük bir hediye. Bazen de aklına bir şey gelmezse yanağıma bir öpücük kondurup işte bugünkü de bu derdin.”

Nasıl da unutmuştu bu oyunu? Ne zaman bırakmışlardı oynamayı? Babası ölünce mi, hatırlayamadı.

“Galiba ben mutlu anıların peşini bırakalı çok olmuş, zamanla da aramın pek iyi olduğu söylenemez. Hatırlıyor musun, sürekli her yere geç kalıyorum diye bana sinirlenirdin.”

“Evet bazen sinirlenirdim ama her zaman değil. Bazen de sen bana kızardın hele de sabahları uyuyakalıp seni okula geç bıraktığımda. Hani bana güvenip saatini kurmazdın…”

“Doğru, oysaki zaman geldi ben senin güvenini yıktım, paramparça ettim. Bana olan öfkenin haklı olduğunu kendime söyleyip dursam da bir türlü kalbim bunu kabullenemedi. Senin beni tüm hatalarımla seviyor olmanı istedim.”

“Ben seni hep sevdim. Sadece bazı dönemler bunu sana gösterecek gücüm yoktu. Hayatın beni sevmediğine öyle güçlü inanıyordum ki öfkem sana değil kaderimeydi.”

“Ben daha çocuktum anne. Dedemin ölümü bende güzel şeylerin bir anda bitivereceği inancını köklendirmeye başlamışken günbegün senin değiştiğini görmek benim için ne kadar acı vericiydi bilemezsin. Hele de o olay…” Daha fazla devam edemedi, takati kalmamıştı.

“Evet dedenin ani ölümü beni çok sarstı. Ama biliyor musun çok sonraları iyice anladım ki üzüntümün kaynağı sadece bir daha babamı göremeyecek olmak değildi. İçimde açılan kocaman boşluğun bir daha nasıl kapanabileceğini bilmiyor olmamdı. Üzüldüğüm ikimizdi, korkum bu mutsuzlukla baş edemezsem seni de kendi çukuruma sürüklemekti. Bu korku zaman zaman bana yanlışlar yaptırdı. Bazen seni her şeyden korumakta çok ileri gittim, bazen seni çok sevmekten korktum. Ama hiçbir zaman seni suçlamadım. Nedenlerimin muhatabı hep hayattı, sen değil. Belki de mutlu anıların üzerlerini örtülsün, görünmez kılınsınlar diye oyunumuza devam edemedik, belki geçmişimizi sadece kötü olaylara teslim ettik. Ama hayatta her şey her daim değişir.”

“Sevgilisine bir açıklama bile yapmadan korkup kaçmışken, beraber kurulmuş hayalleri kendi zayıflığına kurban etmişken, senin vaziyetinin vahimliğini kendi kırılganlığımın arkasına gizlemişken nasıl anıları oldukları haliyle saklayabilirim? Gerçek duyguları değiştirmeden nasıl muhafaza edebilirim ki?”

“Kendine haksızlık ediyorsun. Daha çok gençtin, büyük sözlerin bağlayıcılığı altında ezilinebilecek dönemlerdeydin. Hele bir de senin yaşadıkların…” Şimdi takati kalmayıp devam edemeyen yaşlı kadındı.

*

Geçmişin kapılarının aralandığı o gün, anne oğulun ilişkisinin sil baştan kurulması için bir başlangıç oldu. Hatıraların iyi ya da kötü diye adlandırılmadığı, yaşanılanlar için suçlu, mağdur aranmadığı, pişmanlığın, suçluluğun, keşkelerin bırakıldığı zamanlar gün yüzüne çıkmaya karar vermişti bir kere… Artık geri dönüşü olmayan bir yola girilmişti. Yıllarca beraber yaşarlarken birbirlerine ifade etmek bir yana, kendilerinin bile farkında olmadıkları ruh halleri bir bir görünür oluyordu. Her durumu sadece olduğu haliyle algıladıklarında, kimin haklı olduğu üzerine kafa yormaktan ziyade anlamalar ve kabullenmeler başlıyordu. Özellikle o, sorularına cevap bulmaktan vazgeçmişti. Nedenlerin anlamsızlığının keşfinde huzur buluyordu. Günler geçiyor, zamanın ilerleyişinde, yaşlı kadının uzun zamandır birlikte yaşadığı acelesizliğin tadını çıkarıyorlardı.

*

“İkisinin de mezarları ne çok çiçekle dolu. Bir başına nasıl hallediyorsun?”

Yaşlı kadın, yemeğe doğradığı soğanın acısının arkasına sakladığı gözyaşlarının buğulandırdığı bakışlarını, pencereye çevirip uzaklara daldırdı.

O devam etti,

“Dün gittim de.”

“Ne iyi yapmışsın” deyip işine kaldığı yerden devam etti.

O, mutfak kapısının eşiğinde, içeri girmek ile girmemek kararsızlığında, dilinin ucundakilerinin bilinmezliğinde, ama kalbinin sesini açmaya hazır,

“Hiç konuşmadık o geceyi anne. Gerçekten ne hissettiğini hiç bilemedim. Ama bil ki kendimi hiç affedemedim. Bunun için çok uğraştım, çabaladım. Eninde sonunda hep, beni yargıladığın inancıma tosladım. Bana anlayış göstermemenin, şefkatini esirgemenin öfkesi altında ezildim. Buraya artık tüm bunlara dayanamadığım için geri döndüm. Soluksuz kaldığım, boğuluyor gibi hissettiğimden döndüm. Çaresizim anne. Böyle devam edemem biliyorum. Lütfen bana yardım et.”

“Seni hiçbir zaman suçlamadım. Ama haklısın bunu sana, seni ikna edene kadar söylemeliydim. Kendini olayın sorumlusu ilan ettiğini, yargısız infaz ile cebelleştiğini fark etmeliydim. Ama dedim ya ben tüm bunları görecek halde değildim. Ne hazindir ki derin üzüntümün en büyük nedeni, kendimi toparlayamazsam sana ne olacağıydı. Kendi sonumuzu hazırlamak için ne gerekiyorsa yaptım anlayacağın.“

Yaşlı kadın, oğlunun elinden tuttu. Onu eşikten içeri alıp, mutfak masasından bir sandalye çekip oturttu. Kendisi de yanı başına oturduğunda yavrusunun ellerini avuçlarının içine aldı. Geç kalınmış gibi görünen şefkatini vermeye hazır, ama hiçbir zaman hiçbir şeye geç kalınamayacağının bilgeliğinde,

“Her şey olması gerektiği gibi, tam zamanında, tam şekliyle olur. Sen eve zamanında gelseydin de yolda kaza yapmış olmasaydın da baban yine kalp krizi geçirecekti. Onun vakti gelmişti. Biz hiçbir şeyi değiştiremeyiz ne isteyerek ne de istemeyerek.”

Annesinin avuçlarından çektiği elleriyle kafasını kavradı, dirseklerini masaya dayadı. Hatırlamaktan en çok korktuğu sahnenin gözlerinin önünde akıyor olmasının dehşetiyle gözlerini sımsıkı yumdu.

“Ehliyetim bile yokken arabayı almam zaten hataydı. Hem de izinsiz… Saatin farkına varamadık, bir baktım gece yarısı olmuş” sanki küçücük bir çocuk olmuştu şimdi, annesine mazeret sunan, affedilmeyi uman,

“Hızlıca onu evine bıraktım. Tek düşündüğüm bir an önce babam fark etmeden arabayı eve getirmekti. Ne olduğunu anlamadım bile, bir anda burun buruna bir arabayla çarpışmam tek hatırladığım. Sonrası hastanedeki koşuşturmalar, diğer sürücüye bir şey olmamış diye sevinirken, babamın kalp krizi geçirmesi ve…”

Artık hıçkırıklarla ağlıyordu. Dur durak bilmeden, tüm bedeni sarsıla sarsıla, içindeki zehri var gücüyle atıp çıkarmak istercesine. Zaman durmuştu, yaşananlar az önceydi sanki, seneler akıp gitmemişti üzerinden, her şey taptaze. Hastanedeki dezenfektan kokusunu duyuyor gibiydi, annesinin yatağın ucunda oturuşunu görüyor, baban kazayı öğrenince kalp krizi geçirdi, öldü deyişini duyuyordu. Robot gibi konuşuyordu annesi, duygusuzca. Bunlar gerçek olamaz düşüncesi geçiyordu zihninden.

Tam o sırada annesi ellerini aldı avuçlarının arasına. Onun gözleri kıpkırmızı, çevirdi bakışlarını annesine. Annesi şefkatli sesi ile,

“Affet kendini çocuğum, çıkar sal ne varsa içinde. Sadece anılar bir başına kalana kadar, için boşalana kadar tüm duygularının dönüşmesine izin ver. Seni seviyorum.”

*

Sonraki gün yatağından çıkmadı. Zaman zaman titreme nöbetleri geçiriyor, arada ateşleniyor, annesinin sıcacık, limonlu tavuk suyunu kendi elleriyle içirişinde çocukluğunun tatlı anılarının lezzetini buluyordu. Bir sonraki gün kendini daha iyi hissetmeye başladı, ertesi gün daha da iyi. Yemekler yapıldı, sofralar kuruldu, beraber çıkılan yürüyüşlere, uzun zamandır yad edilmemiş olan güzel hatıralar eşlik etmeye başladı, birbirlerinin yanında olmaktan mutlu, günlerin akmasına izin verildi.

Hayatındaki en önemli erkeklerin birbiri ardına onu bırakıp gitmesiyle kendini umutsuzluk ve sevgisizlik içinde bulmuş olan yaşlı kadın, hikayesini, kaderine duyduğu öfkeyi sevgi ile dönüştürmenin huzurundaydı.

O, içindeki fırtınayı dindirmek için kaçıp gitmek yerine, kendini şu anın kucağına bıraktığı ve sadece durmayı seçtiği, içindeki zehri akıtıp yeniden doğduğu için şükür içinde, hayatında yepyeni, taze sürgünlerin filizlenmesine imkân vermeye hazırdı.

Hikâyenin devamı için tek bir şey kalmıştı geriye: kaçarcasına ortadan kaybolduğu zamanın açıklamasını borçlu olduğu, mavi çerçeveli, mavi kapılı eve gitmek…
 
 
Nuket Doyuran
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan