Canım kadınlar…
Kitapta birbiriyle maddeten alakasız ama ruhen alakalı üç kadının hayatı anlatılıyor. “Boşa yaşanmış hayatlar” demek istemiyorum ama yazık olmuş. Kendi benlikleri yok gibi kadınların. Ezbere bir hayat yaşıyorlar. Gerçi bundan memnunlarsa hiç sorun yok. Olabilir, kimisi öyle hayat sever, kimisi böyle. Ama bu sevmek, tercih etmek değil, öyle gelmiş öyle gidercilik. O yüzden yazık.
Kitapta hikayesi anlatılan kadınlar; Anna, Melanctha ve Lena. Üçü için ayrı ayrı bölümler var kitapta.
Üç Hayat | İyi Anna
Anna, hizmetçilik yaparak geçimini sağlıyor. Hizmetinde olduğu kadının arkasını topluyor, yeri geliyor onu para harcamaları, eve geç gelmesi gibi konularda azarlıyor.
Anna iyi bir kadın, iyi bir insan, iyi bir hizmetçi. Hizmeti altında olduğu insanları azarlayabiliyor ama buna rağmen insanlar ona kızmıyor. Çünkü Anna her şeyi düzene sokuyor, güzelleştiriyor, insanlara yardım ediyor, hayvanlara da yardım ediyor, her eve lazım.
Sonunda yaşlanıyor ve bitap düşüyor.
Yaşadığı boşa geçmiş bir hayat mı? Bilemiyorum. Bir sürü insanın ve hayvanın hayatına dokunmuş, onlara hep iyilikler etmiş bir insan. Ama kendisine iyilik etmiş mi?
Üç Hayat | Melanctha
Melanctha siyahi bir kadın. Yazarın siyahiler konusunda dan dun lafları var. Pata küte yazmış.
“Siyah insanlara özgü yalın, hafifmeşrep bir ahlaksızlık”, “sunturlu zenci küfürleşmeleri”, ”zencilere özgü tarz”, “sıcak zenci zamanlar”, “zenci güneşi”… Zenci aşağı zenci yukarı. Yahu ne farkı var?
Melanctha çocukluğundan beri bilgeliğin peşinde ve bu bilgeliği erkeklerde arıyor. İş makinesi izleyen dayılar gibi işçi erkekleri, ameleleri, inşaatçıları, gemicileri izlemekten zevk alıyor, onlarla konuşuyor.
Melanctha bir sürü erkekle tanışıyor ama aradığını bulamıyor. Bu hâlleri yüzünden Melanctha ile ilgili bir sürü söylenti çıkıyor. Kitapta bu kısımlar yumuşakça geçiştirilmiş. Melanctha’nın sürekli dolaştığı, sürekli erkeklerle dolandığı anlatılıyor ama sadece dolaşıyor, dolanıyor… diye anlatılıyor. Sanırım ayrıntılar hayâl gücümüze kalmış.
Sonunda biri ile tanışıyor ama bu adam da sürekli Melanctha’nın kafasını ütülüyor, yok sen beni sevmiyorsun, sen beni anlamıyorsun diye. Melanctha da gelemiyor böyle şeylere. Hakikaten çok yoruyor adamın bu tavırları. Beni bile yordu okurken. Sürekli bik bik bik konuşuyor, öff bir sus.
Melanctha’nın hayatı da böylece geçiyor. Sonunu iyi bağlayabilseydi Melanctha’nın hayatı fena değildi bence.
Üç Hayat | Kibar Lena
Ah kuzuuuuuum, en üzüldüğüm.
Herkes “Aptalsın, salaksın, bönsün” diye azarlıyor Lena’yı. O da artık duymaz, işitmez, umursamaz hâle geliyor. Bir insana etrafındaki herkes bunları söylerse ne olur?
Hadi Anna ve Melanctha için hayatları bir parça kendilerinin seçimiydi, başka hayat seçmeleri mümkündü denebilir ama Lenacık için ı-ıh. Kızcağızın aklı başında değil gerçekten, çünkü herkes aptal gibi muamele ediyor kıza.
Üç Hayat | Yazar
Kitapta dikkatimi çeken bir husus oldu, bazı cümleler tekrar tekrar kullanılıyor. İlk defa böyle bir şeye rastlayınca aynı satırı bir daha mı okuyorum diye tereddüde düştüm. Ama yok, yazarın tarzıymış bu, “Geleneksel doğrusallığı bozan tekrarlar…” diye geçiyor bu durum kitabın arka kapağında “…yazarın edebiyattaki yerleşik kurallara karşı çıkışını gösterir.”
Yazar ayrıca Picasso ile arkadaşmış. Hatta Picasso yazarın bir portresini de çizmiş: Portrait of Gertrude Stein
Gertrude Stein’in Portresi (Portrait of Gertrude Stein) adlı bu resim ile ilgili deniyor ki: “Kübist ressam Pablo Picasso, Amerikalı avantgarde yazar Stein’ın yüzünü bir türlü hatasız resmedememekten şikayet etmişti. Stein’ın 1905 tarihli bu tablo için 19 kez poz verdiği söyleniyor. Picasso’nun yüzü sadece bir günde bitirdiği, ‘Artık sana baktığımda seni göremiyorum’ dediği, bu nedenle de tablonun bir nevi ‘eksik’ bırakıldığı iddia edilir.”
📍 Kaynak: Bu yüzlere bir bakan bir daha unutamıyor
Üç Hayat | Canım kadınlar
Böyle bir canım kadınlar hikayesi olarak bir de “Büyülü Nisan”ı önerebilirim. Orada da kadınların kendi başlarına tatile çıkma mücadelesi vardı.
Bir başka kadın hikayesi olarak bkz:
Kurtlarla Koşan Kadınlar, Biraz Kitap
Kurtlarla Koşan Kadınlar, Bir Katre Kitap
Saygılar,
Hülya Erarslan
4 YORUMLAR
Gertrude Stein’ın (1874 | 1946) Picasso kitabını okumuştum. O dönem yazar hakkında araştırma da yapmıştım. Paylaşayım burada da:
Kübizmin resimde gerçekleştirdiğini edebiyatta yapmak isteyen Amerikalı yazar Gertrude Stein’a ünlü dostlarının biyografilerinde veya onlar hakkındaki filmlerde muhakkak rastlıyoruz. Sevgilisi Alice B. Toklas’la Paris’te birlikte yaşadığı evine gelen dostları kimlerdi yazıyorum, hazır olun: E.O’Neill, S.Fitzgerald, E.Hemingway gibi şair ve yazarlara ek olarak Matisse, Braque, Juan Gris, Picasso gibi ressamlar.
Okurlardan çok yazarlar üzerinde etkili olmuş, 19 yy. yazın geleneğini yıkmaya kalkmış, bu yüzden de okurken biraz beyin yakan yazarlardan Gertrude Stein. İlginç bir kadın da. Varlıklı Yahudi bir aileden geliyor. Lezbiyen. Oldukça kibirli.
Picasso üzerine olan kitabına gelince; anlatım ve dil, bilindik Stein karmaşıklığında değildi fakat bana beklediğimi de vermemişti. Picasso ile arkadaş olmalarından dolayı daha öznel bir çerçeveden, karakter üzerine bir anlatı beklemiştim. Elime geçen Picasso’nun senelere bölünmüş tekniği üzerine bir metin olmuştu. Yok pembe evresi, yok gri evresi… Daha çok sanat öğrencilerin hoşuna gidebilecek tarzda bir Picasso incelemesi yani anlayacağınız. Karaktere dair tek satır yok.
Ben genel olarak kadını fazla kibirli bulduğumdan diğer kitaplarını okumayı düşünmemiştim. Ta ki senin bu yorumuna kadar 😉 Bakalım, belki…
Ben de daha bir kitabını okudum. Henüz yazar hakkında bir kanaat edinemedim. Okudukça edineceğiz demek.
Kadın yazarları okumayı düşündüğüm bu dönemde yazın çok ilgimi çekti. Tanımadığım bir yazarı seçmen de iyi oldu. Teşekkürler Hülya 🤗
Ben teşekkür ederim. 🙂 Size iyi okumalar o halde.