Dağcılık

Kaçkarlar | Kendi Maceranı Kendin Yarat

4 Nisan 2022

Yazı: Kaçkarlar | Kendi Maceranı Kendin Yarat | Yazan: Hande Sönmezerler Sinan

Bir Yürüyüş Nasıl Ters Gidebilir?

Salgın, hayata ve Dünya’ya bakış açımı değiştirdi; bazı konular hakkındaki fikirlerim tamamen değişirken bazı konularla ilgili fikirlerim daha da kuvvetlendi. Mesela daha önceleri doğada olmak benim için çok çekici bir fikir değilken artık tam tersi mümkün oldukça kendimi doğaya atma isteği içindeyim. Bunun bir kısmını salgın sebebiyle İngiltere’den döndüğümde 15 gün boyunca bir yurda kapatılmamıza borçluyum tabii 😁 İnsanın özgürlüğünden mahrum bırakılması zorlayıcı bir deneyim.

Neyse 15 gün boyunca ne yaparsam mutlu olurum diye kendime sordum; yani aslında karantina çok da kötü değildi ama zorlayıcı idi. Sonunda aslında yıllardır içimde olan, bulunmaktan keyif aldığım bir ortamda açık hava aktivitesinin bana iyi geleceğini, sağlığımı düzelteceğini ve beni mutlu kılacağını düşündüm. Ve şu hayatta ne yaparsam gözüm arkada kalmadan bu dünyadan göçerim dediğimde aklıma ilk gelen yüksek rakımlı bir dağa tırmanmak oldu.

2021’in mart ayında arkadaşım ile kayak yapmaya gitmiştik. Bir ara çok alkol etkisiyle midir nedir “Ya biz neden dağa tırmanmıyoruz ki ehuehuehaauhaa” şeklinde konuşurken ben tesadüfen televizyonda gördüğüm Kaçkarlar belgeselinden ona bahsettim. Böylece o an itibariyle araştırıp kendimize uygun olan turu bulduk. Bir hafta sonra kayıt bile olmuştuk ama turumuzun tarihi 25 Temmuz idi.

Tabii bizim durumumuz tam bir bodoslama eseriydi. İkimizin de dağcılık eğitimi yok, hatta ben çoktandır spor da yapmıyorum ama işte bir haller geldi bize. Temmuza kadar doğada yürüyüş için gerekli malzemeleri gerek internetten okuyarak gerek çevremize sorarak toparlamaya başladık.

25 Temmuz’da Kaçkarlar’daydık.

Kaçkarlar

Şimdi itiraf edeyim. Bence delilik imiş yaptığım. Aslında ben temkinli bir insanımdır. Gerçi araştırdık, konuştuk ama yaşamak bambaşka imiş ve meğer az araştırmışız ama ne bilmediğimizi bilmiyorduk ki! Tur şirketimizdeki bazı yetkililer bize “Çocuk bile tırmanıyor” demişti. Çocuk eğer sporcu ise ve uzun zamandır spor eğitimi görüyorsa ve dahası ailesi de bu konuda tecrübeli ise evet çocuk tırmanıyor. Evet tur açıklamasında zor kategori yazıyordu ama bizim kafamızda bu konuşmadan sonra “Ya ne kadar zor olabilir ki” fikri bir kere belirmişti.

Kaçkarlar Tırmanışı

Gittiğimiz gün rotamız bir takım koşullar sebebiyle değişmişti. Dahası bulunduğumuz yere, yürüyüş günü öğlen saatlerinde, fırtına gelecekti. Zaten birkaç hafta evvel bölgede olan seller büyük zarara, hatta maalesef ölümlere de yol açmıştı, bu yüzden biraz tedirgin idik. Yani hava yağsa sorun değil ama tam zirvedeyken yağarsa aşağı inmeyi zorlaştıracağı için tedirgindik. Doğal olarak hızlı hareket etmemiz gerekiyordu o gün.

Öncesinde Olgunlar Köyü’nde bir gece kaldık. Sonra ertesi gün harika bir vadiden 3 saatlik bir yürüyüş ile Dilberdüzü ana kampına ulaştık.

Ne ile karşılaşacağımızı bilmememiz, bize anlatılmaması ve dahası tur şirketinin açıklamalarındaki katırları da düşünerek çanta hazırlamamız yönünde telkin edilmiştik. Tamam hayvanları sevelim ama katırlar çok da kırılgan yaratıklar değillermiş meğer. İnanın katırlar arazide insanlardan daha tecrübeli. Ben aslında katıra yükleyebileceğim 20 kiloluk çantayı kendim taşıyınca ve hayatımda ilk kez böyle bir işe kalkıştığımdan da tam bir cehalet ile gereksiz yük taşıyınca yürüyüş sırasında mahvoldum. Kampa ulaştığımda toprağı öpesim gelmişti 🙈

Kampa ulaşınca tüm sıkıntımı unuttum tabii. O akşam tatlı tatlı sohbet ettik, hayâllerimizden bahsettik. Tur rehberimiz Sadık ve kamptaki diğer kişilerle kaynaştık. Ben belgeselden tanıdığım kamp sorumlusu Ayhan Bey ile de bu sayede kişisel olarak tanışmış oldum. Harika yemekler yapıyor bu arada 😉

Ertesi gün öğlen saatlerine doğru fırtına olacağı için sabah 02.00’de uyanıp, hemen kahvaltı yapıp 03.00 gibi tırmanışa geçeceğimiz söylendi. Böylece çıkış ve iniş için yeterli zaman olacağını umuyorduk.

Grubun en yavaş yürüyeni ben olduğum için beni ikinci sıraya rehberin arkasına aldılar.

Aslında mesele oksijenin deniz kıyısına göre daha az olduğu bir yerde tırmanıyor olmanız. Sürekli merdiven çıktığınızı hayâl edin, örneğin 3 saat boyunca merdiven çıkıyorsunuz ve oksijen az. Kalbim 130 atıyor, sürekli nefes alıyor olmama rağmen yetmiyor gibiydi. Arkadaşımın kalp atışları ise sürekli 180 imiş. Ben arada 10-15 saniye kadar durup nefesimi düzenliyordum ki kalp atışlarım daha da artmasın diye. Bu da elbette grubu yavaşlatıyordu. Bence ben yine iyi dayanmışım 😁

Tabii bir süre sonra fırtına ihtimali ile daha hızlanmamız gerekeceği için benim ayrılmama ve geri dönmeme karar verdik. Aslında fırtına olmasaydı duruma rağmen gidebildiğim kadar gidecektim. Ama ekibin 3937 metrelik zirveye daha erken varması gerekiyordu ki dönüş güvenli olabilsin.

Ben yedek rehberimiz Berk ile kendi hızımda 3384 m’deki Deniz Gölü’ne vardım. Diğer hızlı ekipten yarım saat daha geç vardık. Gölün üzerine inen sis muhteşemdi. Sabah 05.00-5.30 arasında vardık. Defalarca bitsin bu işkence diye düşünürken Berk sayesinde çıkabildim. Bu durumlarda en önemlisi rehberin yönlendirmesi ve psikolojik desteği bence.

Kumanyamızı çıkarıp kahvaltımızı yaptık. Termosumuzu doldurup kana kana su içtik. Birkaç fotoğraf da çektik. Deniz Gölü’nü gördüğüm anda doğanın harikalığı karşısında büyülendim ve ağlamaya başladım. Bostancı sahilde taşlar üzerinde bile yürüyemem çünkü bir sakarlık yapacağım diye korkarım ama kendimi ilk kez aştığım bu yürüyüş beni çok mutlu etmişti. Biraz daha antrenmanlı olsaydım durum çok farklı olacaktı aslında.

Fazla oyalanmadan aşağı inelim, dedik. Ve işte daha ilk birkaç 10 metre ilerlemiştik ki kazam gerçekleşti. Hayır emin olun dikkatim falan dağınık değildi, sol ayağım kaydı. Nasıl oldu bilmiyorum, orta büyüklükteki bir kayaya basmıştım ve botum kaydı.

Ayak bileğim iki kaya arasında içeri doğru kaydı, iki tane çat çat!…

Şok geçirdim. “Hayır, hayır” diye söylendiğimi ve sonra çığlığı bastığımı hatırlıyorum. O sırada rehberim Berk ile göz göze geldik. İkimiz de şaşkındık. Hemen ayağımı bir taşa koyduk. Bayağı bir acım vardı.

Berk kampı aradı. Ayhan Bey, sağ olsun kamptan geldi. Ayak bileğimi kontrol etti. Buz bastırıp ovaladı. Buz olayı çok zor arkadaşlar. Çok acılı. Ama gerekiyordu.

Ayak bileğimi sardıktan sonra aşağı iniş başladı. Gece karanlığında sadece tepe lambası ile çıktığımız yerlerden gündüz gözüyle geçerken ne kadar da yükseklerden yürüdüğümüzü görmek beni çok şaşırttı. Meğer bayağı dik imiş 😁

Ben iki rehberin arasında batonlarla yürüdüm. Bazı açılarda ayak bileğime acı saplanıyordu ve bileğim de hafif şişmişti. Güneş yükseldiği için ısı da artmıştı. Bu hem iyiydi hem de kötü. Sürekli su içmek istiyordum. Arada çok güzel sohbet de ettik tabii. Acı ve ağrıya rağmen yine de keyifli bir inişti. Yaklaşık 3 saatlik bir yürüyüşten sonra kampa vardık.

Tek ayak ve iki batonla yürüyünce tüm vücudunuz kasılıyor ve ağrıyor. Başlarda uzaktan nokta kadar görünen çadırlarımız giderek büyüdü. Şanslıydım ki kampta ve bizim grubumuzda da bizim gibi yürüyüşe gelen doktorlar vardı. İlk bakışta kırık yok gibi görünüyordu. Ağrı kesicileri duble almamı söylediler ve derede ayak bileğimi soğuk suda tutacaktım ki ödem yapmasın. Tabii söylemesi yapmasından kolay. Su o kadar soğuk ki acıtıyor.

Kamp Alanı

Uykusuzluk ve yorgunluk beni vurmuştu, çadırıma gittim ve bir çantamı yükselti olarak kullanıp ayağımı oraya koydum. Direkt uykuya dalmışım. Rüzgar ve sağanak sesi ile uyandım. Çadırın fermuarını açınca dolu yağdığını gördüm. Tek başıma çadırımın içinde kalmak istemedim, mutfak çadırına gittim. Süper keyifli sohbet devam ediyordu ama bizim ekip henüz dönmemişti ve açıkçası merak ediyordum. Yaklaşık 1 saat sonra döndüler ama doluya yakalanmışlardı. Yine de hepsi mutluydu, ben de onlar adına çok sevindim çünkü zirve yapmayı başarmışlardı.

Tabii günün en önemli sorusuna geldi sıra:

Köye nasıl dönecektim?

İki çözüm vardı: Yürümek veya katıra binmek.

Açıkçası yürürken yaşadığım zorluğu hatırlayınca katır seçeneğini tercih etmek zorunda kaldım çünkü 8 km’lik yolu 3 saatte bu bilekle yürümem imkansızdı. Kırık yok idi (ki meğer kırılmış sonradan öğrendim) ama acı ve ağrı vardı. O geceyi çadırımda ağrıdan ötürü biraz rahatsız bir uyku ile geçirdim.

Bu ikinci seçenek aslında hem iyi hem de kötü bir fikirmiş. İyi olmuş çünkü gelirken bayağı taşlık yerlerden çıkmışız ve ben hatırlamıyormuşum ama aynı zamanda kötü imiş çünkü katır sırtında bir kenarı uçurum olan yerlerden geçmek çok korkutucu idi. Üstelik oturduğum “şey” bir eyer değildi. Bildiğiniz yük taşıma zımbırtısı idi. Ayaklarımda üzengi yoktu, halatlara basıyordum. Zaten o iki saatte sol ayağım iyice zorlandı. Tahtalar bacaklarıma battı, önden tutunduğum ve yokuş aşağı inerken vücudumun öne eğilmesine ve dengesizliğe sebep olan tahta çıkıntılar sebebiyle hem avuçlarım kesildi (kan akmadı ama canım yandı) hem de defalarca düşüyordum. Ki ben at binmeyi öğrenmiştim üniversitedeyken. Zaman zaman anavan şekilde bindim. O zaman da ayak bileğim zorlandı ama başka imkân yoktu.

Hayatımda geçirdiğim en zorlu 2 saatlik yolculuktu. İnsan zihni ve sezgileri çok garip. 20 yıl önce öğrendiğim biniş teknikleri direkt bilinçaltımdan fırladı. Her seferinde “Ha şu tepenin ardında” diye diye köye ulaştık.

Yoldan geçen bir yaşlı köylü çift bana gülüp dalga geçti; ne diyim, ben de güldüm duruma.

Birçok tepeden geçerken solumdaki uçuruma bakmadan hatta korkudan gözlerimi kapatıp hayvanın hareketlerine odaklanarak vücudumu ve duruşumu ayarlamıştım. Zihnim sürekli konuşuyordu: “Dayan, vazgeçme, düşmeyeceksin, ağrı yok, acı yok Rocky!!!” 😁

Gerçekten çok korkunç bir deneyimdi. 2 saat sonunda kasılmaktan bütün vücudum ağrıyordu. Tabii yine toprağı öpesim geldi doğal olarak. Katırdan inip toprağa bastığıma inanamadım. İndiğimde bindiğim katırın ismini öğrenmek istedim. Beni getiren rehbere sordum, “O katır değil, at” dedi ve ismini bilmiyordu 😞

İşkence bitmişti ama hemen sevinmeyin, yenisi başlıyordu.

Arabayla 3-4 saatlik bir yolculuktan sonra Kaçkarlar Devlet Hastanesi’ne ulaştık. Acildeki doktor ayak bileğimde kırık olduğunu söyledi. Yarım alçı yapıldı. Bunlar olurken gülüyordum. Sinirden… Ertesi gün ise başka bir hastanede bir profesöre de gittim. Alçıyı kesip baktılar, meğer ayak bileğim bayağı şişmiş ve morarmış, yer yer içte kanama olmuş.

Ben “Doktor Bey, benim önümüzdeki hafta Nemrut Dağı‘nda fotoğraf çekimim var gidebilirim, değil mi?” diye adeta yalvarmamdan sonra bana “Sende bir şey yok gidersin” dedi. Sevinçten havalara uçtum.

Alçısız ve buzla devam ettim. Diğer günlerde otelin keyfini çıkardım. Ağrım ve acım vardı ama dayanıyordum. En havalısı ise uçağa ayrı bir körükle getirilmem oldu, aşırı eğlendim.

Bu süreçte tüm rehberler, Nordic Otel çalışanları, kampta tanıştığım doktorlar ve beraber yürüyüş yaptığımız arkadaşlarım bana yardımcı oldular. Hepsine çok teşekkür ediyorum.

Acılı, ağrılı ve korkulu bir macera oldu benim için ama çok da keyifli idi. Kendime ve doğada yürüyüşe dair pek çok şey öğrendim. Normalde bambaşka ve zorlayıcı bir rotada yürüyecekken hayatta hiçbir kursta öğrenemeyeceğim kadar deneyimi zorlukla öğrendim ama elbette eğitim şart! Sakın benim yaptığım deliliği yapmayın. Yine de “Bir daha gider misin, bu deneyimi yaşamaya var mısın?” diye sorsalar “Evet harikaydı, öğretici, şaşırtıcı ve keyifli bir deneyimdi” derim.

Nelere dikkat etmeliyiz?

⭐︎ Sabahları çiğden ötürü taş ve kayalar kayıyormuş meğer. Dağda yürüyüş için giydiğiniz bot çok önemli. Özellikle tabanı… ve özellikle ayak bileğini iyi korumalı. Bu konuda paraya kıymanız şart. Benim ayakkabım kaymasaydı bu kazayı geçirmeyecektim bence.

⭐︎ Çantanıza fazladan eklediğiniz her kıyafet gereksiz yük. Hafif tşirt, tayt ve montunuz olmalı. Bu tip bir turda örneğin 2 gece çadırda kalıyorsunuz, 3. gün oteldesiniz, kıyafetleriniz yıkanıp kurutulur. O sebeple fazla kıyafete gerçekten gerek yok.

⭐︎ Birkaç tane çöp torbanız yanınızda olsun.

⭐︎ Dağda ishal olma ihtimaliniz var, ilave tuvalet kağıdı şart.

⭐︎ Sabununuz yanınızda olsun.

⭐︎ Ağrı kesici krem ve ilacınızı unutmayın.

⭐︎ Eğitim şart, şimdiki aklım olsa temel dağcılık eğitimi almadan oraya gitmezdim.

⭐︎ Gitmeden evvel antrenman şart.

⭐︎ Şimdiki aklım olsa nefes egzersizi yapmayı öğrenirdim.

İstanbul’a dönünce ayak bileğimdeki ağrı azalarak devam etti. Bir hafta sonra Nemrut’a da gittim ama ağrım devam ediyordu, tam güvenerek acı çekmeden basamıyordum. Bunun üzerine kazadan yaklaşık 3 hafta kadar sonra tekrar doktora gittim. Film çekildi ve bir önceki Rize filmi ile karşılaştırıldı. Doktor bana dedi ki:

”Ayak bileğinin arka tarafı kırılmış ve bu 3 haftada kaynamış, şanslıymışsın, biraz daha aşağıdan kırılsaydı sana ameliyat ile çivi ekleyecektik. 3 hafta daha bileklik tak.”

Böylece 3 hafta daha bileklik ile yürüdüm. Demem o ki yürüyüşlerde dikkat ve bot çok önemli. Kazaların çoğu dönerken yaşanıyormuş ve bundan dolayı enerjimizi dengeli kullanmamız ve nasıl olsa iniş kolay deyip aldanmamamız gerekiyor.

 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 4 Nisan 2022 at 18:02

    Harikaydı canım, keyifle okudum. Eski bir dağcı olarak da sonda verdiğin önerilerin hepsine katılıyorum. Başına gelenlere rağmen dağcılıktan vazgeçmemene ve bütün bunları eğlenceli bir üslupla anlatmana da hayran kaldım 👏🏻
     
    Fotoğraf, video ve senin detaylı anlatımınla sahneler oldukça net canlanıyor okurun gözünde. Harika bir iş çıkartmışsın, emeğine sağlık canım.
     
    Sonraki maceraları merakla bekliyorum ❤️😘

  • Yanıtla Hande S. Sinan 4 Nisan 2022 at 20:36

    Sağol editörüm 😘 Senden de bu süreçte çok destek aldığım İçin müthiş mutluyum. Kısmetse devam ve üstelik bu konuda deneyim paylaşmaya da devam diyorum. İyi ki varsın ve destekledin beni.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan