Biraz Kitap

Suyu Arayan Adam

31 Mayıs 2022

Kitap: Suyu Arayan Adam | Yazar: Şevket Süreyya Aydemir | Yorumlayan: Hülya Erarslan


Suyu Arayan Adam | Şevket Süreyya Aydemir

Şevket Süreyya Aydemir epey maceralı bir hayat yaşamış ve iyi ki de bu hayatı kaleme almış. Kitapta çocukluğundan itibaren hayatını anlatıyor. Doğduğu, büyüdüğü yeri; gittiği ülkeleri, sonra Türkiye’ye dönüp gördüklerini ve düşündüklerini yazmış.

Suyu Arayan Adam | Askeri Okul

1897’de doğan yazarın çocukluğu Edirne’de geçmiş. O dönem çetecilik yaygınmış, yollar tutulur, haraç kesilirmiş. Yazar da çocukluğunda bundan etkilenmiş. Çocukluk oyunlarında yol kesmecelik, haraç toplamacalık varmış.

Edirne bir ordugah olduğu için sokaklarda hep askerler varmış. O da belki bundan etkilenmiş olsa gerek, askeri okula gitmiş. Sınıfta Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Napolyon’un resimleri asılıymış. Mevcut padişahın ise hiçbir yerde resmi olmazmış. Sınıfta adı geçince çocuklar ayağa kalkarmış.

Askeri okulda Osmanlı haritasına bakar, sınırların genişlemesini arzu ederlermiş. O dönemin düşünceleri şöyle:

“Ordu vatanın bekçisiydi. Onun ayak bastığı her yer vatan oluyordu.”

“Millet bu vatanın içinde yaşayan herkesti. Bu milletin bir din, bir dilek ve bir dil birliği olması şart değildi.”

“Yemenliler, Hicazlılar, Dürziler yahut Rumlar, Bulgarlar, Arnavutlar diye bir şey yoktu. Bunların vazifeleri sadece vergi vermek ve itaat etmekti.”

Çıkan isyanların devletin idare tarzından kaynaklandığını düşünmezlermiş. Akıllarına bile gelmezmiş.

“…isyanlardan daima ehemmiyetsiz, geçici şeyler olarak bahsedilirdi. Bunlar yabancı devletlere para ile satılmış bazı eşhasın çıkardıkları haksız hadiseler sayılırdı.”

Okulda öğrendiklerine göre onlar için dünyada iki güç varmış: Bir tarafta Osmanlı devleti, bir tarafta da Düveli-muazzama. (Düvel-i muazzama: Fransa, İtalya, Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusya) Yani, dış güçler.

Suyu Arayan Adam | Askerlik

Yazar, askeri okuldan sonra muallim mektebine gidiyor ama 1914 yılında okulu bırakıp savaşa katılıyor. Ağabeyleri savaşta şehit olmuş. Giden, gelmiyor gerçekten. Gidenden haber de alınamıyor. Zaten kimse de gidenden haber almayı ya da gidenin geri geleceğini beklemiyor.

Askerlik yaparken Anadolu’yu görüyor. Çorak topraklar, mağarada yaşayan insanlar, okuma yazma bilmeyenler… Orada düşünüyor, ‘Bin yıldır bizim olan Anadolu topraklarına ne verdik?’ diye.

“Anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik” diyor ama dinini bilenin de olmadığını görüyor. Dinini bilen yok. Peygamberini bilen yok. Köyünde mektep olan yok. Hangi milletten olduklarını dahi bilmiyorlar. Türklüğü kabul etmiyorlar. Halbuki Türk ordusu olarak savaştalar. Onlara göre “Türk” demek “Kızılbaş” demekmiş ama kızılbaşlığın da ne olduğunu bilmiyorlar.

Suyu Arayan Adam | Osmanlı Hakimiyeti

Osmanlı’nın kağıt üzerinde hakim olduğu ama fiiliyatta varlık gösteremediği bölgeler hakkında da düşünmüş yazar.

Örneğin Afrika’daki topraklar ile ilgili:

“…doğrusu oraya hiçbir şey veremediğimiz, oradan da hiçbir şey alamadığımız için zaten bizim olmayan bir memleketin kaderi üstünde hiçbir değişiklik yapılamadı. Libya gitti.”

“Osmanlı Afrikası (Trablusgarp, Bingazi) Osmanlı Avrupası (Girit, Rumeli…) diye adlandırılan bölgelerde kan akıtmaktan başka ne yaptık?” diye soruyor yazar. Anadolu’ya da hor davranıldığını fark ediyor. Yazarın yaşadığı Rumeli’de (Edirne) Anadolu denince akla kıtlık, fakirlik, eşkıyalık gelirmiş.

Suyu Arayan Adam | Türklük

Çeşitli milletlerden insanlar ayaklanırken yazar, kimsenin kendisine Türk diyemediğini, kendilerini Osmanlı diye adlandırdıklarını anlatıyor.

“Türk sözü, birçok ırkları, kavimleri birleştiren bir imparatorlukta, bir kavmin diğerleri üstünde tahakkümünü hatırlatır ve onları gücendirir diye düşünülüyordu” diyor.

Ayrıca:

“Umumi kanaata göre Türk kaba, görgüsüz ve kabiliyetsiz bir varlıktı.”

“Reddedilen, inkar edilen Türk adına kimsenin sahip çıkmaması için her tedbir alınmıştı.”

diye ekliyor.

Suyu Arayan Adam | Ermeniler

Yazarın anlatımına göre Rusya’da ihtilal olup Çar ordusu dağılınca Ruslardan kalan silahları Ermeniler alıyor. Bundan sonra yapılanın harp olmadığını söylüyor yazar.

“Devam eden şey, artık harp değildi. Harbin karşılıklı bütün kaideleri ortadan kalktı. Ermeni birlikleri, bir taraftan cephede savaşmaya çalışırken, bir taraftan, işgal ettikleri sahada kalan yerli sivil Türk halkı üstünde geniş bir katl ve imha işine girişmişti.”

Suyu Arayan Adam | Rusya

Yazar, öğretmen olarak Nuha’ya (Azerbaycan’da) gidiyor. Şehre Ruslar hakim. Şehirde Bolşevikler var.

İhtilal Mahkemeleri kuruluyor.

Bir kadın öğretmen, altınlarını haciz komitesinden kaçırırken yakalanıyor. Hırsızlıkla suçlanıyor. Savcı da genç bir kadın olunca yazar, kadın kadını suçlamaz sanıyor. Yanılıyor. Savcı, “O para sizin değildir. O para, bütün dünyada yaşayan, çalışanların hakkıdır” diyor. Halbuki kadın, kendi emeği ile biriktirmiş altınları. Casuslukla suçlanıp cezalandırılıyor.

Rusya’da çarlık 1917’de yıkıldı. Çarın yerine gelen oluşumu da Çar’dan farklı bulmuyor yazar.
“Çarlık, halkın savaştan bıkması yüzünden düşmüştü ama yeni yönetim de savaşa devam etmek istiyordu” diye açıklıyor durumu.

Stalin ve Lenin’den bahsediyor. Stalin’i canlı izlemiş, dinlemiş. Onun başka ülke ve başka dil bilmezliğini, halkın içinden yetişmişliğini, Lenin’in ölümü üzerine Stalin’in onun yerini alması ve eski kadronun tasfiyesini anlatıyor.

Rusya’nın Almanya gibi bir üstün ırk değil, bir geniş saha arzusu olduğunu anlatıyor. Ör-Asya adı verilen coğrafyaya hakim olmak isteyen bir Rusya ideali varmış Ruslarda.

Suyu Arayan Adam | Batı Düşmanlığı

Gençliğinde içinde bulunduğu neslin batı düşmanı olduğunu anlatıyor yazar. Doğuya da aşık değiller işin aslı. “Bizim neslimiz Garba düşman, Şarka ise kızgındı” diyor.

Şöyle bir şiiri ezbere bilirmiş o dönemin gençleri:

“Garbın cebin-i zalimi, affetmedim seni,
Türküm ve düşmanım sana kalsam da bir kişi.”

Suyu Arayan Adam | Kadınların Kurtuluşu

Yazar Bakü’de toplanan Şark Milletleri Kurultayı’na delege seçiliyor. Batum ve Tiflis’e gidiyor.

Şark Kadınlarının Kurtuluş Günü kutlanacak bir gün ama miting meydanında hiç kadın yok. Kürsüde de hep erkek var. Zorla dağlardan kadın getiriyorlar kamyonla. Kadınlar anlamıyor ne olduğunu, bağırış çağırış ortam. Erkekler, sizi nasıl da kurtardık diye sloganlar atıyor.

Suyu Arayan Adam | Enver Paşa

Yazar Enver Paşa’yı çokça eleştiriyor. Birinci Dünya Savaşı’na gereksiz yere girdiğimizi ve bunda Enver Paşa’nın büyük sorumluluğu olduğunu düşünüyor.

Bir de şöyle bir anekdot aktarmış.

Enver Paşa padişaha damat olmak istemiş. Fotoğrafçıda güzel güzel fotoğraflar çektirip postayla saraya göndermiş. Saraydaki adet şuymuş.

“Damat namzedi kendisine bildirilen gün ve saatte sarayın bahçesinde kendisine gösterilen bir yoldan yürüyecektir. Bir balkonun altından geçecektir. Fakat başını kaldırıp yukarıya bakmayacaktır. Çünkü orada padişah, müstakbel damadı gözetlemektedir. Karar, padişahta kalan intibaa tabidir. Damatlık isteklisi, bu yüksek görücü önündeki yürüyüşünden sonra ağalar tarafından karşılanır. Mabeyin dairesine alınır. Meseleden hiç bahsedilmez. Eğer netice menfi ise damatlık talibine atlas bir kese içinde padişahın 20 altın liralık ihsanı verilir ve namzet yolcu edilir. Mesele de biter.”

Enver Paşa’nın bir de takma ismi varmış, Ali Bey diye.

Suyu Arayan Adam | Siyasi Suçluluk

Yazar İstanbul’a dönüyor. Yabancı hissediyor kendisini İstanbul’da. Tanıdıkları da onu biraz dışlıyor çünkü her konuşmayı sınıf kavgasına bağlıyor.

Aydınlık Gazetesi’nde yazmaya başlıyor. Gazetedeki herkes gibi bir gün hapse atılabileceğini bilerek yazılarını sürdürüyor ve sonunda yargılanıyor.

Yargılama sırasında “inkılap” dedi diye mahkeme başkanı kızıyor. Mahkeme başkanına göre “inkılap” değil, “kanun” denmeliymiş. Yazar eleştiriyor bu durumu:

“Öyle görünüyordu ki Çankaya’da yeni bir inkılap hamlesinin saati çalınca, bu hamle mecliste hemen bir kanun haline geliyordu. O zaman her şey kolaylaşıyordu. O zaman, başına kanundan evvel şapka giydi diye genç bir gazeteciyi merdivenlerden yuvarlayan adam, aradan kısa bir süre geçince, ünlü bir müderrisi şapka giymedi diye darağacına verebiliyordu.”

“Türkiye’de her inkılap olur. Fakat ancak kanun yoluyla!..”

Bunun sebebini asırlarca içinde yaşanılan yayla ve ordu hayatına bağlıyor. Ancak bir otoriteden gelen kanunlar nizamı değiştirir ve millet de kolayca benimser, diye düşünüyor.

On sene hapse mahkum oluyor.

Kendisi gibi “siyasi suçlu”larla birlikte cezaevindeki mahkumlara okuma yazma öğretiyor. Okuma yazma öğrenen çoban, kabadayı, efe… köyüne fötr şapkalı, ceketli bir fotoğrafını gönderiyor. Böylece köylerinde saygınlık uyandırıyorlar. Okuma yazma haricinde genel bilgiler de veriyor mahkumlara. Örneğin yağmurun nasıl yağdığı gibi. Bu esnada birinin duygulanıp ağladığını aktarıyor yazar, bize niye böyle anlatmazlar diye.

Hapisten çıkınca Ankara’ya gidiyor. Ormana hasret olduğu için Bolu ormanlarında bir ilkokul öğretmenliği hayâli kuruyor. Ancak kendisine Yüksek ve Teknik Öğretim Umum Müdürü muavinliği işi veriliyor. Aynı zamanda iktisatla ilgilendiği için Yüksek İktisat Meclisinde umumi katip yardımcısı oluyor.

Suyu Arayan Adam | İkinci Dünya Savaşı

İkinci Dünya Savaşı’na girmeyişimizi o dönemki hükümetin başarısına bağlıyor yazar.

“Tarihin en büyük şansı olarak bu harbi; militarist olmayan, hayalperest olmayan, harbin ne olduğunu ve sulhun değerini bilen bir hükümetin idaresinde geçirdi.”

Birinci Dünya Savaşı’nda memleketin sefil durumunu hatırlıyor.

“Ordu, meşe palamudunun avuç içi kadar ekmeğe karıştırılması için haller gösteren genelgeler yolluyordu ama ortada orman olmadığı için, meşe palamudunu bulmak da kabil değildi.”

Kötü şartlara rağmen ordunun disiplinsizlik göstermemesini takdir ediyor.

Suyu Arayan Adam | Kaynağı Aramak

Turan ülküsü var yazarın gençliğinde, “turancı” diye adlandırıyor kendisini ama bunun ne anlama geldiğini tam olarak bilemiyor. Buna ilişkin kaynak bulamıyor. Bulduğu bilgiler hayâlci kalıyor. Üzerine biraz düşününce somut bir temele oturtamıyor. Turan neresi bilemiyor.

(Turan/Turancılık ile ilgili bir roman için:
Bkz: Yeni Turan | Halide Edip Adıvar)

Bunun gibi ideolojik düşüncelere dalıyor yazar. Anlayamıyor olanları, olayları. İhtilal, devrim, parti, sınıf kavgası… Yazar bunların ne anlama geldiğini bilemiyor gençliğinde. Kendince yorumluyor, önemli olan insaniyettir, diye düşünüyor. Bugün bakınca bu düşüncelerini saf buluyor.

Kendine çok yükleniyor sen cahilsin, anlamazsın diye. Meselelerin özünü, kaynağını yani suyu ara sen, diyor kendi kendine. İşte kitabın adının geldiği yer bu.

Emekli olunca da tüm bunları kaleme alıyor. Müthiş bir yaşanmışlık. İyi ki ölümsüzleştirilmiş.
 
 
Saygılar,
Hülya Erarslan
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan