Karşı Duvarın Yazıcısı

Mandalar, Aslanlar, Filler veya Bir Kadın Cinayeti

24 Nisan 2023

Öykü: Mandalar, Aslanlar, Filler veye Bir Kadın Cinayeti | Yazan: M. Gökhan Üvez

Kafein bağımlılığı yüklü bir gecenin daha demlendiğini hissedebiliyorum. Sıçan deliğinden farksız evimden firar saatleri… Hamam böcekleri kapının önünde karşılıyorlar beni; ameliyathane kapısında bekleşen fukaralar misali. Oysa ışığı görünce Toma’ya maruz kalan eylemci gibi dağılıyorlar. Aralarından dikkatle geçip sokağa atıyorum kendimi; belirsiz hayallerin peşinde gereksiz bir maceraperest.

Uzun zamandır kendime kızmayı bıraktım. Bu boş vermişliğime o bile şaşırmış olmalı ki her aynaya baktığımda “Küs müyüz yoksa?” diye soruyor. “Emin değilim” deyip geçiştiriyorum. Gülümsüyor. Masum bir gülümseme değil bu, hissedebiliyorum. Evli olduğu halde sürekli tek başına yaşadığını hisseden çaresiz bir ev kadını gibi pimi çekmiş, suratıma en gaddar cümlelerini patlatmayı bekliyor. Yalnızlığı seçmemle ilgili bir sorunu var biliyorum ama bastırıyorum. Kendi yarattığım bombanın imha uzmanıyım, manasız.

Gecenin karanlığına karışıyorum. Gece yaşayan diğerlerinin arasına…

Sokak başlarına sotelenmiş torbacıların, hırsız erketecilerinin ve geceyi rahat geçireceğini düşündükleri köşelere pısmış sokak köpeklerinin ve mart ayını beklemeden sevişmeye başlamış sokak kedilerinin yanlarından geçiyorum. Birbirine bağıran insanlar görüyorum bu saatte. Sesleri, gecenin köründe yankılanan akortsuz ramazan davulu gibi kulaklarımı dövüyor. Rahatsızlığım kafamın dışında bu defa, tek güzel şey belki, bunu bilmek.

İnsanların bağırışlarını düşünüyorum. Birbirine sesini duyurma kaygısı, derdini anlatamamanın verdiği çaresizlik ya da yıllar boyu uğranılan haksızlıkların biriktiği porselen kumbaranın kırılması. Kontrolsüz öfkeye evriliş ve ardından gelen şiddet. Kendini anlatamamanın hazin sonuçları… “Belki de kendini anlayamamaktan başlıyordur her şey” diyor iç sesim; durduk yere çatışma ararcasına. Onu dinlemek istiyorum, ne söyleyeceğini merak ediyorum:

“Kendini anlamaktan başlar her şey” diyor. “Doğayı, hayvanları ve insanları anlamaya çalışmadan önce kendini anlamak gerek. Kendinden başlanılmayan yolculuklar, sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağın birer macera olarak kalırlar. Kendini dinlemeye tahammülü olmayan insandan başkasını anlamasını bekleyemezsin” diye bitiriyor.

“Haklısın” diyor susuyorum. Ana caddeye çıkıyorum. Amansız bir telaş içinde yine şehir… Sürekli bir yerlere yetişme çabasıyla süratlenen ve süratlendikçe felaketini de yanında getiren kabullenmek zorundalığı. Günün geceye dönmüş olması kimsenin umurunda değil. Gündüz yaşanan sahte çalışma coşkusu, stres atma gayretiyle yaratılan başka bir strese evriliyor sürekli. Böyle tuhaf bir kısırdöngüde, dolap beygirine dönmüş insanların yaşayacağı duyguların tutarlılığını düşünüyorum.

Tam da o esnada caddenin ortasında lüks bir araba duruyor ve arabanın yolcu kapısından fırlayan genç bir kadın koşmaya çalışıyor. Makyajı, ürkmüş bakışlarından telaşla süzülüp gözyaşlarıyla karışarak şehrin kaldırımlarına akıyor. İstemsizce takip ediyorum. Yaşadığı düş kırıklıkları ve korkuları narin bedeninden, sokağa saçılıyor. Hızla içimden geçiyor. Korkusunu, pişmanlığını ve çaresizliğini bulaştırıyor geçerken bana. O kadın oluyorum kısa bir süreliğine. Öylesine sancılı bir süreci yaşıyorum ki elimden gelse, kendimi yerin yedi kat dibi ile sarıp sarmalayasım geliyor güvende olduğumu hissetmek için.

Kadının ardından bir adam iniyor arabadan. İyi giyimli, güzel tıraşlı… Spor bir takım var üzerinde. O da geçiyor içimden, bu defa da o adam oluyorum. Saplantısını, öfkesini ve terk edilmenin verdiği başarısızlık korkusunu bırakıyor bana. Aşk yok… Yalnızca derin bir saplantı. Adam, kadını bileğinden yakalayıp, kendine çeviriyor. Kadının omuzlarından yakalayıp, ince ve narin bedenini sarsıyor. Kadının küpelerinden biri, sarsılmaya dayanamayıp ayaklarımın dibine düşüveriyor… Altına benziyor, kocaman bir halka. Adam bağırıyor, kadın, ağlayarak cevap vermeye çalışıyor. Adam öfkeyle daha yüksek bir perdeden bağırıyor, kadın içine büzüştüğü korkusuyla ağlıyor. Adam kadına bir tokat atıyor. Kadının diğer küpesi de savruluyor bir köşeye. Kadın, olduğu yere yığılıp ellerini yüzüne götürüyor. Adamın umutsuzluğunun öfkesini beslediğini fark ediyorum. İçinde bir tuhaf isyan dalgalanması yaşıyor. Kelimenin tam karşılığı geri döndürmeyi becerememenin verdiği çırılçıplak bir duygu: Çaresizlik…

Tüm bunlar bir dakika gibi bir zaman diliminde cereyan ediyor ve bir yerlere yetişmeye çalışan insanların bir kısmı hiçbir şey olmamış gibi telaşla yollarına devam ederken diğer kısmı durup uzaktan seyretmeyi yeğliyor bu kumpanya sandıkları dramı.

Adam bir an arkasını dönüp gitmeye niyetleniyor ama sonra dönüp kadına bir tekme savuruyor. Kadının yüzünü tutan elleri, zarif bileklerinden savrulup, kaldırıma düşüyor. Adam yine bağırmaya başlıyor, kendi konuşması dışında bir şey duyamıyor o sırada; ne araçta bıraktığı cüzdanını çalan genç kapkaççıyı ne de bu bağırışlardan korkup anasının elinde sürüklenen günahsız küçük meleği. Adam kendi sığ evreninin içinde volta atan mahpus. Etraftaki insanlar bir şeyler yapıp yapmamakta kararsız, yaşananları seyrediyor. Büyük çoğunluk karışmamayı yeğliyor, kalanlar ise bir türlü farkına varamadıkları, kendi hayatlarından bir kesiti seyretmeyi.
 

* * *

 
Afrika mandaları sürü halinde yaşarlar ve aslanlar sürüden birine saldırdığında, çoğunlukla saldırıya uğrayan bireyi savunmak için aslanlara karşılık verirler. Savanada yaşanan ölüm kalım savaşlarında aslanların genel stratejisi bu yüzden önce sürüyü bölmekten geçer. Dağılan sürü toparlanıp olana bitene bir anlam vermeye çalışırken aslanların seçtiği kurban çoktan yalnız kalmıştır bile. Nesilden nesile geçen bir avlanma stratejisidir bu. Manda sürüsünün baskın erkeği, diğer yetişkinleri alıp olay yerine geldiğinde, aslanlar çoktan işlerini bitirmiş olur genelde.
 

* * *

 
Adam, bir an kendine gelip etrafında toparlanmaya başlayan kalabalığa bakıyor. Mahreminin çiğnenmesinin verdiği utançla belindeki silahını çıkarıyor. Toparlanmaya başlayan kalabalık, sağa sola kaçışmaya başlıyor bu defa. Adam silahı kadına doğrultup, üst üste tetiğe basıyor. Tetik, bir an tutukluk yapıyor, adam o arada silahın emniyetinin kapalı olduğunu fark ediyor. Hızla emniyeti açıyor. Öfkesinin dinmesi için yaşadığı bu telaş, bağımlıların, dozlarını almak için elleri titreye titreye, dikkatli bir süratle hazırladıkları uyuşturucuları damarlarına enjekte ettikleri sahneleri getiriyor aklıma. Yaşadıkları sahte sükûnet ve huzurun ardından gelecek yeni bir krizi akıllarından geçirmeyişlerine şaşırıyorum durduk yere. Art arda gelen patlamalar, aklımdaki o sahneyi bölüyor. Damlayan makyajı gibi kaldırıma saçılıyor kadının bedeninden kopan minik parçalar. Adamsa hâlâ tetiğe basmaya çalışıyor. Mekanizmanın anlık yaptığı tutukluk, etrafta yaşanan paniğe mâni olamıyor. Çoğu insan tam siper yerlerde artık… İki kişi hariç: olay yerine geç yetişen sivil polisler… Polislerden genç olanı adama silahını doğrultup, silahını bırakması için bağırıyor. Daha deneyimli görüneni ise zıplayarak adamın elmacık kemiğine doğu okkalı bir kafa atıyor.

Silah, adamın elinden savrulup, ayaklarımın dibine, kadından savrulan küpesinin yanına düşüyor. Genç polis, hızla silahını beline sokup, arkadaşına yardıma koşuyor. Ölümcül bir kör dövüşü… Galip gelenler, güçlükle kelepçeliyor adamı. Birileri çoktan ambulansı aramış olmalı diye düşünüyorum sesini duyup başımı çevirdiğimde yaklaşmakta olan ambulans çakarını gördüğümde. Yanılmışım, ambulans kayan bir yıldız gibi yanımızdan akıp gidiyor. Olay yerine ekipler gelirken kendini tekrar toparlayan kalabalığın içinden çıkan bazı insanlar, polisin kelepçelediği adama saldırmaya çalışıyor.
 

* * *

 
Afrika mandaları, yalnız ve çaresiz durumda yakaladıkları bir aslanın üzerine saldırır ve onu öldürene kadar boynuzlayıp, üzerinde tepinirler. Mandaların içgüdüsel olduğu kadar, toplumsal bir intikam bilincine de sahip olduklarını düşündüğüm bu davranışın başka bir türü de zebralarda görülebilir. Asıl yırtıcılarından biri olan sırtlanlardan ölesiye nefret eden zebralar, sanılanın aksine tek yakaladıkları sırtlanlara da acımasızca saldırabilirler. Hatta yanlarına otlamaya gelen antilop gibi otçulların yavrularının hareketlerini ve ebatlarını sırtlanlara benzettikleri için karıştırıp yavru otçulları öldürdükleri sıkça görülen bir durumdur.
 

* * *

 
Yeni patlama sesleriyle kendime geliyorum, sivil polislerden birisi, adamı linç için gelen kalabalığı dağıtabilmek için havaya ateş ediyor. O sırada bir ekip arabası intikal ediyor olay yerine. Ambulanstan önce polislerin durumlara müdahil olmasına şaşırmıyorum artık. Elleri kelepçeli adam kendi canının tezgâha konduğu pazardan kaşla göz arasında kaçırılıveriyor. Kadının etrafını saran kalabalıktan birileri akıl edip aradığı ambulansın gelmemesinden şikâyet edip tekrar tekrar arıyor acilin numarasını.
 

* * *

 
Bradypus Variegatus ya da bildik adıyla tembel hayvanlar, saatte bir buçuk metre yürüyebilen şirin yaratıklardır. İsimlerini, yürüyüş stillerinden alan bu ilginç canlılar, normal şartlarda dakikada bir buçuk metre civarında yürüyebilirken, bir yırtıcıyla karşılaştıklarında hızları dakikada dört buçuk metreye ulaşır. Az yedikleri ve ağaçlardan beslendikleri için kazandıkları o minicik enerjiyi harcamamak için olağanüstü yavaş hareket ederler. Güney ve orta Amerika’da yaşarlar.
Otoyolda aracıyla giderken, karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir tembel hayvanla rastlaşan deneyimli sürücüler, genellikle arabalarından inip, tembel hayvanı gideceği üç – beş metre mesafedeki karşı kaldırıma taşıyarak bırakır ve yollarına devam ederler.
 

* * *

 
Ambulans olay yerine intikal ettiğinde kadın belki de ömrünün son saniyelerini yaşamış, bitirmiş; bilemiyorum. Görebildiğim tek şey yerde yatan narin bedene yapılan sert kalp masajı.
 

* * *

 
Filler aile yaşantısını benimseyen, kendi olma bilincine erişmiş birkaç memeli hayvan türünden biridir. Anne rahmine düştükten bir buçuk, iki yıl sonra dünyaya gelen yavrular, sürünün hem neşe kaynağı hem de zayıf noktasıdır. Nitekim bir aslan saldırısında, büyük filler derhal halka olup, yavru filleri aralarına alır, onları korurlar fakat yine de deneyimli aslan sürüleri, sürüyü dağıtıp yavruları öldürmeyi başarabilirler. Sürünün diğer üyeleri, manzarayı seyretmeyip aslanları yavru filin başından uzaklaştırmayı başarırlar kimi zaman. İşte o an, yavru filin ölen bedeninin başında korkunç bir çaresizlik ve ölümü kabullenme süreci başlar. Sürü ilerlemek zorundadır, yavru filin de ayağa kalkması gerekmektedir… Ama olmaz. Saatler sürer kimi zaman bu bekleyiş. Bin bir güçlükle büyütülen yavru fili ayağa kaldırma çalışmaları bitip de ölümü kabullendikleri zaman, sürü lideri dişi fil, yavaş yavaş devam eder yoluna; elbette diğerleri de. Sonuçta hayat, bir şekilde akıp gitmektedir.
 

* * *

 
Kalp masajının sonuç vermediği anlaşıldığında genç kadının son bekleyişi başlıyor. Etraftaki gece kalabalığının gözleri korkuyla karışık garip bir merak duygusuyla yerde yatana bakıyor. Acil servis ambulansındaki hemşire ve doktor başka bir telaşa giriyor. Sağa sola saçılmış defibrilatör, ilk yardım çantası ve diğer ıvır zıvırı toparlıyorlar. Kadının kanından oluşan hüzünlü bir ırmak, yol kenarındaki mazgala doğru akıyor. Yeni gelenlerin eklendiği kalabalıkta yeni sorular, yeni bakışlar ama eski bir duyarsızlık hâkim. O ara fark ediyorum, kadının gözbebekleri, sonsuza dek girdiği karanlığa uyum sağlamak istercesine açılmış bana bakıyor. Umutsuzca bir ruh arıyorum göz bebeklerinde, diğer tarafın olduğuna dair herhangi bir delil. İnsanı içine çekmeye çalışan karanlık dışında bir şey.

Bulamıyorum.

Bir saat kadar sonra gelen savcı ve doktorun onayıyla kadın, yasal olarak da bir ölü artık.

Bir an kendimi kadının bedeninde buluyorum. Bir ceset torbasının içindeyim. Yine genç kadın olmuşum bir süreliğine. Hissiz, cansız ve duygusuz. Üzerimde hâlâ inceden kan sızan kurşun delikleri var. Bir de karanlık var. Algılarımdan çok ötede, soğuk ve keskin bir karanlık. Sarsıntılarla dolu belirsiz bir zamanın sonunda metalik bir gürültü başlıyor. Daha önce hiç duymadığım bir ürperti geçiyor içimden. Yatmış olduğum metal yatak altımdan çekiliyor. Yatak sarsılıyor, geçici bedenim sarsılıyor. Babaannemin, anneannemin ve bir sürü yakınımın cenaze öncesi geliyor aklıma. Morgda bir tepsinin içinde olduğumu anlıyorum. Anlamsız bir korku sarmalına kapılıp kendimi ceset torbasından dışarı atıyorum.

Birkaç kişi görüyorum: Polis, doktor, savcı, hademe ve diğerleri. Aklımdan, geride kalanlar geçiyor. Sabaha karşı olmalı. Yataklarından kalkıp en sefil halleriyle gelen, uyanır uyanmaz acıya hazırlıksız yakalanmış kanlı gözlerle endişeli bakışlar. Kadının ailesi…

Ceset torbasının açılması ve genç kadının yüzünün ortaya çıkmasıyla birlikte meydana gelen duygu infilakı. Kimliğin teşhisi için başkaca bir soruya gerek kalmıyor. Kelimelere gerek kalmıyor. Derin ve gırtlak parçalayan bir çığlık yalnızca:

“YAVRUUUMM!”

Annesi olmalı, kendisini kadının üzerine atıp sarılıyor genç kadına. Yaşadığı acı öylesine büyük ki çevremde görebildiğim her ne varsa, sarsılan büyük bir ayna misali dalgalanıyor. Bir kasırganın kıyıyı döverken istemsizce kullandığı dalgalar kadar yıkıcı.

Aynı günün ikindi ertesi mezarlığına kayıyor zihnim. Bir annenin mezar başında kalmak isteyişini, bir babanın olanı biteni kabullenmekte kalışını hayalliyorum. Annenin, bir zamanlar sabahları okula göndermek için uyandırdığı kızının uyanmasını bekler gibi tuhaf bir hali olduğunu seziyorum. Kadın artık kalkmayacak, anne olanları kabullenemeden birkaç kişiyle zoraki götürülüyor, kızı olmayan karanlık bir atiye… Sonuçta hayat, bir şekilde akıp gitmekte.
 

* * *

 
Gecenin başına geri dönüyorum. Evimin kapısındayım. Kafein uykumu dağıtmış, dışarı çıkıp şehirde olanı biteni izlemek istiyorum ama bir yanım kalmamı istiyor. O tereddüt anında hamamböcekleri kaçışıyor beni fark ederek. Yanımda biten kendimin, kararsız benden sıkıldığını anlıyorum. Kendimi iyi tanıyor olduğuma sevinirken dışarıda neler olup bittiğini gerçekten görmek isteyip istemediğimi düşünüyorum. Evde kalıp başka şeylerle uğraşmalıyım diye düşünüyorum. Yanımdaki kendim, ben bunu düşünürken çoktan benden uzaklaşmaya başlamış, gecenin kollarınca sarılmaya adım adım yaklaşıyor.

Gerisin geri eve giriyorum. Televizyonu açıp belgesel kanallarını geziyorum. Aslanlar, Afrika mandaları, filler ve diğerleri… Bir süre sonra yazma isteğimin her şeye baskın geldiğini hissedip televizyonu kapıyor ve bilgisayarımı açıyorum. Monitör bana en göz alıcı en davetkâr ışıklarını yansıtıyor. Aklıma, şu an dışarıda ne yaptığını bilmediğim kendimin tanık olduğu ve erkek muktedirlerce sıradanlaştırılmaya çalışan bir kadın cinayeti geliyor ve başlıyorum…
 
 
M. Gökhan Üvez
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

4 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 24 Nisan 2023 at 12:37

    Harikaydı 👌🏻 Hayvanlardan oldukça farklı olduğunu iddia eden “insan”a belgesel tadında bir kanıtlama olmuş hikâye 😉
     
    Sen ve Ben‘de yayımlanan ilk öykünün dergimizin majör konularından olan “kadına yönelik şiddet” üzerine olması da benim için ayrıca değerliydi.
     
    Burada olmayı tercih ettiğin ve birlikte üreteceğimiz için çok mutluyum.
     
    Aramıza hoş geldin Gökhancığım 🤗

    • Yanıtla M. Gökhan Üvez 24 Nisan 2023 at 17:19

      Beğeni için çok mutlu oldum, bu vesile ile tekrar okudum öyküyü. Benden çıktığı için artık biz’e ait bir öykü. Umarım sürülerindeki bireylerin, sürüye kattığı değeri hayvanlar kadar anlayabileceğimiz günler çok uzakta değildir.
       
      Hoş bulduk tekrar
      Didemciğim 🙏🏻🙏🏻🙏🏻

  • Yanıtla Metin Çoban 28 Nisan 2023 at 22:01

    Kafein etkisi ile okuduğum bu hikayenin her sahnesi gözümde canlandı. Kadına yapılan en ufak şiddete karşı olarak o silahı çeken adamın tam alnının ortasına, o sivil polis gibi ben de bir kafa atıp kemikleri kırılana kadar dövmek isterdim. Ama her türlü şiddete karşıyım.
     
    Öykünüzdeki tüm benzetmelere bayıldım. “Toma gören direnişçiler gibi kaçışan hamamböcekleri” benzetmenizi çok beğendim. Çok da güldüm.
     
    Aramıza hoş geldiniz.

  • Yanıtla M. Gökhan Üvez 1 Mayıs 2023 at 20:30

    Geç verdiğim yanıt için çok üzgünüm, umarım özrümü kabul edersiniz. Öykünün başında değil ama tiplerin içlerine girdiğimde psikolojik olarak oldukça zorlanıp yorulduğumu anımsıyorum, bir erkek olarak bir kadının hissettiği ölüm korkusunu, şiddeti yaşamış kadar çaresiz ve aynı anda toplumun duyarsızlığı karşısında delice bir öfkeyle yaşamıştım. Polisin attığı o kafayı yazarken en az kendimmiş kadar da mutlu olmuştum. Gerçi polis o kafayı saldırganı etkisiz kılmak için alternatifsiz kaldığından atmıştı ama olsundu. 😁
     
    Teşbihler için de çok teşekkür ederim. Gülümseyebildiydeniz ne mutlu bana.
     
    Sıradaki öykülerde buluşmak üzere diyeyim şimdilik.
    Ve
    Tekrar hoş bulduk Metin Bey. 🙏🏻

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan