Gitti… Boş bir çuval ağırlığınca ben kaldım geride. Kendimi nereye koyduğumu aramaya başladım sonra. Kaybetmediğimi düşünüyordum, içimde bir yerlerde olmalıydım ama bulamıyordum. Bir anne sözü geldi aklıma: “Nereye çıkardıysan ordadır!”…
Gecenin gezginiydi olaylara tanık ve gece dokuzuncu saatine gebeydi. Bok püsür pavyonunda sabaha çok vardı ve bir kons evine gitmek, gayet meşru bebesine bakmak zorundaydı. Sabaha kadar sürecek mesaisinde analık kisvesini gelirken vestiyere asmış, mesleğine uygun kadınlık kıyafetlerini giymişti. Hayat kadınlarından hallice makyajı, odundan…
Ilık mayonez kıvamında bir beyinle bilgisayarın karşısında oturup bu boş sayfaya kaç saat baktığımı bilmiyorum. Beynim önceden o kıvamda mıydı yoksa bakarken geçen sürenin ardından mı o kıvama geldi hatırlamıyorum bile. Tıkanmışlık hissini iliklerime kadar hissedebiliyorum; böyle bir anda yapabileceğim hiçbir şeyin olmadığını da…
Elektrikler kesikti, her zamanki gibi. Yağmur yağarken hep olurdu bu. Ankara şebekesinin insanı sinir eden yanlarından biri… Birkaç sokak lambası çalışıyordu sadece. Binaların pencerelerinden dışarı sızan mum ve akıllı lambaların zayıf ışıkları, insanların enerjiye olan açlığını haykırıyordu adeta. Bense koyu karanlıkta kaybolan düşünce baloncuklarından…
Bir gün ve bir gece daha… Ölü balıklar gibi üst üste yığılmış izmarit yığınına bakıyorum yine. İçimin ışıklarını yakmadığım sürece gündüz ya da gece fark etmiyor. Babamdan kalan ve hâlâ çalışma gayretindeki yaşlı saatin saniyesinin tıkırtıları dışında duyabildiğim tek bir ses yok. Gitmeden bir…
Şiiri sevmem, hayatın kendisi manzum zaten. Devrik cümlelere de ihtiyaç hissetmem bu yüzden. Devrile devrile gezeleyip ardımda bıraktığım yıllar şahidimdir. Yazar da değilim malûm. Olsa olsa bir “yazıcıyım” ben. Bir çeşit parmak tiryakiliği... İstesem şıp diye bırakırım ama istemiyorum. Seviyorum bu illeti. Harfleri, kelimeleri,…
Serindi. Hodbin sokak lâmbalarının aydınlatmaya debelendiği ıslak kaldırımlardaki çakma yakamoz parıltılarını adımlıyordum. Birkaç gece öncesinde sevdiğim kuçu, başıma kalmak için evin önünde nöbet tutarken, beni görünce kalkıp peşime takıldı. Bakmakla yükümlü olmak istemediğim halde yakama yapışmıştı. Oysa kendim dışında kimsem olsun istemiyordum. Tek başıma…
Yörünge arayan sarhoşların, mini etekleriyle yüzlerini gizleyen profesyonel çirkinlerin, av arayan tırnakçıların, üçlü turunda fazladan iki fırt çekmek için dalaşan müptezellerin, mesaisi erken biten konsların ve dünyası kaymış şarapçıların sokaklarına misafir olduğum bir geceydi. Elimdeki bisküviyi paylaştığım bir sokak kuçusu ile muhabbet ederken geldi…
“Aşk öldü” dedim. “Tanrı’dan biraz öncesiydi, her şeyi yaratıp kontrol edemeyeceğini anlayınca işi Tanrı’ya devretti. O da "Ne halleri varsa görsünler" deyip, insanı kendiyle baş başa bıraktı. Su akar yolunu bulur, diye düşünmüş olmalı ama su akarken pek çok şeyi yıkıp geçiyordu. Karşısında durmadı.…
İki haftadır, farkındalığımı arttırmak için uyutan ve uyuşturan her şeyden uzak durmanın korkunç didişmesini yaşıyorum içimde. Diş çektirirken uyuşturma istemeyen mazoşist hastalar gibi hissediyorum kendimi. Her anın, her saniyenin, içimde kıpır kıpır hareket eden Alien benzeri düşüncelerin her biri cayır cayır yakıyor benliğimi. Umurumda…