Karşı Duvarın Yazıcısı

Dünyayı Kurtaran Adam

9 Ekim 2023

Öykü: Dünyayı Kurtaran Adam | Yazan: M. Gökhan Üvez

KISIM 1

Ilık mayonez kıvamında bir beyinle bilgisayarın karşısında oturup bu boş sayfaya kaç saat baktığımı bilmiyorum. Beynim önceden o kıvamda mıydı yoksa bakarken geçen sürenin ardından mı o kıvama geldi hatırlamıyorum bile. Tıkanmışlık hissini iliklerime kadar hissedebiliyorum; böyle bir anda yapabileceğim hiçbir şeyin olmadığını da biliyorum. Bir tür mental kabızlık ya da kendini hayattan yeterince soyutlayamamanın verdiği çaresizlik olsa gerek. Sıkıcı cümleler dökülüyor klavyeden ekrana, defalarca siliyorum, defalarca boş sayfayla bakışıyorum. Dışarıdan gelen şehrin sesini duyamamak için pencereleri kapatıyor, kendimi dışarıdan izlemek için perdeleri açık bırakıyorum.

Kapalı pencereden dışarı süzülüyorum; gecenin soğuk ve nemli kollarına. Dönüp pencereden içeriye bakıyorum. Bilgisayarın başına oturmuş, deniz kıyısında dalgalara inat kumdan kale yapan çocuklara benziyorum. Her defasında bir dalga gelip, kumdan kalelerimi alıp götürüyor ve her defasında o lanet sahille baş başa kalıyorum.

Evin içinde dört kişiyiz. Ben, içimdeki ben, Müslüm ve her gece dolaşan on beş santim boyunda bir geko.1 Yolunu kaybettiğini düşünüyorum, -gekonun tabii ki- o da benim gibi, tam bir şey anlatmak isterken yolunu kaybeden diğer tüm cümleler gibi çaresiz.

Müslüm’se üst kattan gelen zorunlu ses. Sonu gelmeyecek geceler ve hiç bitmeyecek yetmişliklerin duvarlardaki amansız yankısı.

İçimdeki ben suskun, erketeye yatıp torbacısını kollayan yancı olmuş. Sıradan günlerde susmasa da bu kabızlık sürecinde hayli sessiz ve pür dikkat beni takip ediyor. Geko da onunla birlikte ama hayal değil bu defa, komşulardan birinin sonuna kadar açtığı müzikçalardan gelen Müslüm’ün yüksek bariton sesi kadar gerçek her ikisi de.

Boş sarı duvarda takılan geko, kesik adımlarla duvardan pencereye süzülüyor. Arada bir durup tedirgin tavırlarla etrafı kolaçan ediyor. Dışarı çıkmak istiyor olmalı. Eve nereden girmiş bilmiyorum. O ara pencereden içeri bakmaya çalışırken gekoyla göz göze geliyoruz. Bir bana bakıyor bir de masada oturan bana. Hangimizin gerçek olduğuna karar vermeye çalışıyor. Belki umurunda değil, belki de pencere camından geldiği ve bildiği tek yol burası olduğu için çıkmanın bir yolunu arıyor. Çaresiz gekoyla aynı durumdayız. Dışarıda duran benle yazan ben arasındaki tek fark, içinde olduğumuz yerin büyüklüğü sadece. Geko bir kere daha pencereden dışarı bakıp bir çıkış yolu bulmak üzere camın üzerinde seri adımlarla gezinmeye başlıyor.

Bu sırada dışarıdan içeri girmeye çalışan bir ışık huzmesi görüyorum. İçerdeki ben bunun farkında değil. Melodik bir yanı var bu huzmenin. Kutup bölgelerindeki aurora borealislerin2 dansına benziyor hareketi. Dışarıdaki ben olarak kulaklarımı okşamaya çalıştığını fark ediyorum bu melodik ışığın. Kırmızı, mavi ve yeşil tonlarda bir müzik duyduğum. Bazen hepsi birbirine karışıyor ve rengârenk kadife bir örtüyle örtündüğümü düşündürüyor dokunuşları. Tüylerim diken diken oluyor. İçerdeki ben bir sigara yakıyor, dışarıdaki ben havaya üflüyor.

Kadife ışık huzmesinin tonlarını tanımaya başlıyorum, bana bir şarkı anlatmaya çalışıyor. Dikkat kesiliyorum. Yarım saate yakın dinliyorum bu kadere biat senfonisini. Kulaklarımın nasırlaşması takip ediyor bu durumu. Gary B. B. Coleman açıyorum. Aurora ve Müslüm kayboluyor. Masa başındaki ben inatla yazmaya devam ediyor, dışarıda duran ben, inatla silmeye. Geko, çalışma masasına ulaşıp karşısına dikiliyor. Bir şey söylemeye çalışıyor, çaresiz kalan her canlı gibi…
 

KISIM 2

 
“Pencereleri kapatmışsın nereden çıkacağım ben?” diyor geko masadaki bana.

Duymazlıktan geliyorum.

“….”

“Alooo kime diyorum?”

“…”

“Bak hiç duyuyor mu?”

“…”

“Bir şeyler atıştırmam gerek, karnım acıktı, açsana şu pencereyi birader hoop!!”

“Ne var be, ne var lan, ne var!”

“Ne demek ne var? Tamam, bir aptallık ettim girdim içeri ama yiyecek bir şey yok; sivrisinek, börtü böcek kurutmuşsun ortalığı. Karnım aç birader, bari bırak da gideyim yemek lazım bana.”

“Lan bi’ bırakmadınız ki iki satır yazı yazayım. Karnım aç, karnım aç, bıdıbıdı bıdıbıdı… Al açtım pencereyi, hadi defol git nereye gideceksen.”

Pencereyi açmamla, içeri Müslüm’ün geri girmesi bir oldu. Arabesk tüm topraklara sinen zehirli bir atıktı. Her yere sirayet etmişti. Kurban olmak o kadar hoşumuza gidiyordu ki bunu bir yaşam tarzı olarak benimsemenin verdiği huzuru benim gibi sıradan bir adam bile iki tane üçlüyü kırdıktan sonra yaşayabiliyordu. Ben bunları düşünürken geko defolup gitti. Pencereden çıkarken dönüp tıslar gibi bir bakış attı sadece. Yemek falan bulup bulmadığını ve ne yapacağını bilmiyorum. Pencereyi kapattığımda, Müslüm ve diğer ben yine dışarıda kalmışlardı. Dönüp çalışma masama geçmeden önce mutfağa gidip bir kahve daha doldurdum. Gary B. B. Coleman hâlâ yağmurun yağdığını ve sevgilisinin onu terk ettiğini söylüyordu.

Nihayet yalnızdım artık. Beyaz sayfayla bakışmaya devam ettik. Hâlâ aklımda yazacak tek bir satır yoktu. Müzik güzeldi, kafam değil.
 

KISIM 3

 
“Kalk da yerine yat.”

Bu sözü hiç kimse söylemedi uzun zamandır, sadece uyuyakalmıştım ve üzerinde tonlarca ağırlık asılı göz kapaklarımı açıp saatime baktığımda akrebin ikiyi gösterdiğini görebildim sadece. Birkaç saat sonra sabah olacaktı. Müslüm tamamen gitmişti, geko da öyle, pencereyi açıp sokağa baktığımda göz göze geldiğim birkaç fırlama sokak kedisi dışında kimse görünmüyordu. Açık hava ve soğukla kendime gelmeye başladım.

Gözkapaklarım hafifleşti ve bir bardak su içip hiçbir şey olmamış gibi yazamamaya devam ettim.

Bir labirentin içinde kaybolmuşa benzediğimi söyledim kendime. İçimdeki ben de yoktu ortalarda. Artık kendi kendime de konuşabildiğimi düşünüp bir hayalet görmüş gibi ürperdim. Nihayet kimseciklerin olmadığı mutlak bir sessizliğe ulaştığımda yaşayacaklarımı düşünüyordum daha önceleri. Olacaklardan korkacağımı, sessizliğin canımı alacak bir ölüm meleği olacağını da düşünmüştüm. “Demek ki bu öyküde benim payıma delirmek düşüyor” diye söylendim kendimle istihza ederek.

Muktedire teslim olan herhangi bir sersemin, Minotor’un3 teslim olmayı beklediği Theseus’u4 beklediğine benzer bir durum bu. Dışarı çıkıp gün ışığına kavuşmayı arzulayıp arzulamadığımın sorgusu başlıyor içimde. Karanlık bir odada, tavandan sarkan bir ışığın altında kendi kendimi sorgulamaya başlıyorum.

“Kurtulmak istiyor musun?”

“Bilmiyorum.”

“Konuş! Bu durumdan kurtulmak istiyor musun, istemiyor musun?”

“Kurtulmak istesem ne fark eder ki? Çıkışı olmayan bir yöne sapmış orada duruyorum, en azından güvende olduğumu hissedebiliyorum. Televizyon kapalı, ne bir dizi ne bir film ne de bir tartışma programı izliyorum yıllardır. Beynimi iğdiş edecek her şeyi dışarıda bırakmam yeterli değil mi? Kurtulmaksa eğer bahsettiğin şey, evet, bu yalnızlığımın içinde tüm bunlardan kurtuldum. Sen hangi kurtulmaktan bahsediyorsun peki?”

“Bunlar kurtulmak değil! Bu sadece saklanmak” diye kızıyorum kendime.

“Bulabildiğim en dayanaklı sığınak burası.”

“Sığınak mı? Kendini kendi içine hapsetmek dışında bir yolun olmadığını mı söylüyorsun? Hadi ama! Ne zaman savaşmaktan vazgeçtin sen? Ne zaman yetmiş üzeri ihtiyarlar gibi görünmezlerden, bilinmezlerden medet ummaya başladın? İnsan herkesi kandırabilir ama kendini kandıramaz. Her klasik suçlu gibi, kendi mantığına yatırmaya çalışır yediği haltları -ki bu bile geçici bir çözümden başka bir şey değildir- sen bu sığınaktan kurtulmayı planlıyor musun bana bunu söyle.”

“Planlamıyorum.”

“Yalan söylüyorsun!” diye bağırıp, okkalı bir tokat atıyorum kendime. Üstüne bir de bu komik bir durummuş gibi katıla katıla gülmeye başlıyorum. Kendi kendime tekme tokat girişiyorum bu kahkaha karşısında ciddi ciddi. Elimden bir şey gelmeyeceğini düşünüp kendimi çaresizlik kuyusuna attığım için kızgınım. Yapıp yapabileceğim en güzel şeyin bu öfke patlamaları olduğunu bilmek ve içimde bile olsa kendime zarar veriyor olmak düşüncesiyle başa çıkabileceğimi sanıyorum ama yanılıyorum.

Kendimle boğuşmayı birkaç dakikalığına erteleyip geçen sene gördüğüm bir kitabı anımsıyorum: Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı

Geçen yılın en çok okunan kitabı olmasından utanmıştım. ”Her şeyi kafana takıyorsun!” gibi kült bir deyimin varoluşuna tezattı bu kitap. Ha ondan önce iki sene üst üste ”S.ktiret” diye bir kitap vardı en çok satan. Nasıl bir toplumda yaşadığımı anlamam için toplumun en çok satan kitaplarını anımsamam yeterliydi. Oysa “Tecavüz karşı konulmazsa zevk al” buyurmuştu atalarımız, “S.ktiret” değil. Nihayet, zevk almak bile bir eylemdi; boş vermekse atalet. Tıpkı şimdi içinde bulunduğum durum gibi. Kendime öfkelenmemin ve içimi bir fare gibi kemirirken uyuşturan bu düşüncelerin nedeni buydu.
Kendimi sorguladığım odanın içine geri dönüp ağzımı burnumu dümdüz eden kendime; “Dur lan dur!” diye elimi kaldırıp teslim oluyorum. Yaralı olan her yerimi ayrı ayrı hissedebiliyorum.

“Kurtulmak istiyorum tabii ki ama bu sandığın kadar basit değil!”

“Anlat!” diye höykürüyorum kendime. Üstüm başım kendi kanıma bulanmış, alt dudağım patlamış.

“Sevgilim nefret edecek bu durumdan” düşüncesi geçiyor aklımdan. Neyse ki daha önce ona söylediğim cümle aklıma geliyor son anda:

“Bana ulaşamadığı zamanlarda ya uyuyor ya da kendime zarar veriyorumdur, hiçbiri değilse dünyayı yok etme planı kuruyorumdur.”

Evet! Kurtuluş planı buydu. Dünyanın çıkış noktası dünyayı havaya uçurmaktı belki de. Bunu zaten ben ya da bir başkası yapmasa devletler günün birinde mutlaka yapacaklardı.

“Anlat nasıl yapacaksın!”

“Basiit” dedim. Kırılan ön üst dişlerimin arasından “Bafiit” diye çıkmıştı kelime tısıldayarak. “Dünyayı ortadan kaldıracağım!”

“Benimle dalga mı geçiyosun lan sen?” diye tısladım kendi kendime. Beni döverken kendime zarar vermediğini sanıyordum ama yine yanılmıştım. Neyse ki dolanıklık diye bir kuram vardı bu dünyada ve Hilbert’ten5 Allah razı olsundu.

“Dalga falan geçtiğim yok. Dünyayı ortadan kaldırdığımda evren için belki bir şey fark etmez ama sonuçta geri kalan birkaç DNA kalıntısı uzayda er veya geç bir noktaya erişerek yeni ve daha iyi bir dünya kurulmasına neden olabilir.”

“Fiktir lan!” diye güldüm kendime.

Hepten kayışı kopartmıştım artık ve kopan kayışı dikemeyeceğimi bilmenin hafifliği ile labirentime geri dönmek istedim, çalışma masamın başına, alıştığım hayata.
 

KISIM 4

 
Gün ağarmaya başlamıştı çoktan ama yazacak bir şeyler bulma konusundaki kabızlığım hâlâ sürüyor ve anlatacak hiçbir şey bulamıyordum. Dünya yerine kendimi yok etmek, minimal anlamda erişilebilecek en ucuz ve pratik çözüm diye geçti aklımdan. Tam da o an kendimi her şeyin sırrına vakıf olduğunu sanan Asur kralı Asurbanipal6 gibi hissettim. Öyleydim belki de… Deliliğin ve dehanın bir sınırı yoktu.

Kalkıp gün doğumuna karşı pencerelerimi açtım. Soğuk hava yüzümü ısırarak içeri hücum etti. Evin tavanında duran ve ne işe yaradığını bilemediğim kancaya altıma banyo taburemi koyup evdeki en sağlam urganımı bağlayarak boynumdan geçirdim. Bir süre gekoyu ve diğer karakterleri bekledim gelsinler diye. Gelen giden olmadı. Etrafımdaki eşyalara, dört duvara ve sokağa doğru son bir bakış attım. Sokağın en serseri kedisi pencerenin pervazına zıplayıverdi o ara. Ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışmadan kendini pervazdan sokağa bırakıverdi sonra. Yalnızdım yine. Bilgisayar ekranındaki boş sayfa hâlâ bana bakıyordu. Boynumda urgan, taburenin üzerinde son bir nefes daha aldım ve ardından bir nefes daha ve bir daha ve bir daha…
 
 

Adana
M. Gökhan Üvez

 
 

Açıklamalar:

  1. Geko: Gekkonidae familyasına bağlı bir sürüngen cinsi. – Vikipedi    ⇡⇡⇡
  2. Aurora Borealis: Kutup ışıkları ya da kutup aurorası, Kuzey ve Güney kutup bölgelerinde gökyüzünde görülen, yeryüzünün manyetik alanı ile Güneş’ten gelen yüklü parçacıkların etkileşimi sonucu ortaya çıkan doğal ışımalardır. – Vikipedi    ⇡⇡⇡
  3. Minotor: Yunan mitolojisinde yarı insan-yarı boğa yaratık. Yunanca “Minos’un Boğası” anlamına gelir. – Vikipedi    ⇡⇡⇡
  4. Theseus: Atina’nın efsanevi kralı. Annesinin Ethra, babasının Egeus veya Poseidon olduğu söylenir. – Vikipedi    ⇡⇡⇡
  5. David Hilbert: Geometriyi bir dizi aksiyoma indirgeyen ve matematiğin biçimsel temellerinin oluşturulmasına önemli katkıda bulunan Alman matematikçi. – Vikipedi    ⇡⇡⇡
  6. Asurbanipal: MÖ 668-627 arasında hüküm sürmüş son büyük Asur kralıdır. Basra Körfezi’nden Kilikya, Suriye ve Mısır’a kadar uzanan bir imparatorluğun bu güçlü hükümdarının yaşam öyküsü, kendi yazdığı vakayinamelerdeki otobiyografik ögelerle kraliyet yazışmalarındaki bilgiler bir araya getirilerek büyük ölçüde ortaya çıkarılmıştır.- Vikipedi    ⇡⇡⇡

 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan