Karşı Duvarın Yazıcısı

Karşı Duvarın Yazıcısı | 11 | Yazıcı

18 Eylül 2023

Öykü: Karşı Duvarın Yazıcısı | 11 | Yazıcı | Yazan: M. Gökhan Üvez

 

İndeks

Karşı Duvar | Bölüm 1
Kızılderili ve Ben | Bölüm 2
Thomas | Bölüm 3
It’s Probably Me | Bölüm 4
Alice | Bölüm 5
Keşiş | Bölüm 6
Bir Garip | Bölüm 7
Melek | Bölüm 8
Freeda | Bölüm 9
Son | Bölüm 10
Yazıcı | Bölüm 11

 
 

Yazıcı
(Son Söz)

 
 
Şiiri sevmem, hayatın kendisi manzum zaten. Devrik cümlelere de ihtiyaç hissetmem bu yüzden. Devrile devrile gezeleyip ardımda bıraktığım yıllar şahidimdir. Yazar da değilim malûm. Olsa olsa bir “yazıcıyım” ben. Bir çeşit parmak tiryakiliği… İstesem şıp diye bırakırım ama istemiyorum. Seviyorum bu illeti. Harfleri, kelimeleri, cümleleri seviyorum. Arada bir gelip “Kalk iki satır yaz” diye dürtükleyen ilham perim olacak Kızılderili ibnesini de seviyorum. Bu yüzden bırakmıyorum işte. Dedim ya istesem şıp diye bırakırım.

Ha bir gün belki hayattan alacaklarımı alıp, çekip giderim huzur içinde. “Belki” diyorum bak. Olmama ihtimali yüksek, olma ihtimali tek gözü açık gitmeme sebep. İşte o gün bırakırım yüksek ihtimalle, toprak irtifada.

Niye yazdığımı bilmeden satırlar karalıyorum. Sayfalarca süren bir harf sarfiyatı bu belki de. Uzaktan bakınca bir şeye benzemiyor ama yakınına gelince ben oluyorlar. Paket paket isyan içiyorum sonra. İş değil aslına bakarsan bu biliyorum. Benimkisi kendine eziyet ama ne yapayım? Eziyet olmadan da parmaklar çalışmıyor. Hayat, içimi kanırtmadan bu cerahat akmıyor bir türlü. “Aşk söyletir, dert inletir“ derler ya. O hesap, acı da yazdırıyor işte.

Takmayayım kafaya dediğim şeyler var; toksit maddeler gibi içimde birikiyor. Her gün geçtiğimiz yollarda gördüğüm sıradan(!) şeyler. Çeşit çeşit çirkinlikler, insana dair…

Ara sıra “Güzel olan ne varsa geçmişte kalmış” diye düşünen ihtiyarlara bakıp “Aslında biz büyümeden önce de kirliydi dünya” diyorum. Altmış beş yaşını dolduran kahve önü muhalifi amcalar içlerinden “Hökümetimiz sağ olsun” bakışlarıyla süzüyorlar beni. “Karınları aç belki emmeee otobüsler bedava, sen ona bak!” diye yanıtlayacak oluyor, kendime kızıyorum bedava cehaleti içime atarken.

Karınları aç demişken, aklıma bir Âdem ve bir Havva geldi bak şimdi. İnsan ırkının çoğalması tamam ama biraz da insancıllığın, onurun çoğalması için yaratmış bu ikisini tanrı. Yasaklı meyveleri yiyip memurluk cennetinden kovulmuşlar. Şimdilerde bir daha yememek için tövbeliler ama tanrı bu, malûm sevdiği kulunu ya erkenden yanına alır ya da eziyetle imtihan edermiş. Böyle bir tanrının sevgisinden mahrum kalmak en iyisi bazen, diye düşünüp kozmosa sığınıyorum gözlerim kapalı.

Ak saçlı, ak bıyıklı, nur yüzlü bir amca görüyorum bir çay içimi girdiğim kafedeki televizyonda. On bir ayın sultanı belli ki amca. Aslında eskiden bireysel rüyalarda ganyan, piyango tüyoları verirdi bu tip amcalar. “Faakir“(!) olduklarından ancak rüyasal yayınlarla götürürlerdi işlerini. Şimdilerde televizyonlarda topluca ahret tüyoları verip, “faakirliğin“ erdemlerinden bahsederken sponsorlarına cepli kefen diktirme telâşındalar. Onlar da haklı tabii, bir lokma bir hırka nereye kadar? Sigorta desen yok, sendika zaten hak getire.

Amca konuşurken masum bir çocuk çıkıp diyor ki:

“Amca, ben de büyüyünce senin gibi olacağım!”

Amca ağlamaya başlıyor, stüdyo ağlıyor, çocuk durmuyor bir de memleketindekilere selâm gönderip bir ilâhî ile noktalıyor konuşmasını. Stüdyo alkıştan yıkılırken nur yüzlü amcanın sponsorlarının logoları akmaya başlıyor ekrandan. Çayımın dibinde kalan son yudumu alıp kaçıyorum kafeden.

Yürümeye başlıyorum. Kadının biri, elini paçama doğru uzatıp yardım istiyor yerde sürünerek.

Ne olduğuna uyanmaya çalışırken istemsizce ayağımı geri çekiyorum. Hemen toparlayıp elimi kadına doğru uzatacakken civar esnaf panter gibi atlıyor üzerime “Sen karışma aile kavgası” diyerek. Üç çocuk görüyorum uzaktan, babaları zorla sürüklüyor öteberisinden tutup. Kadının sırtındaki ekmek bıçağını görüyorum ardından. Karışılmayan aile kavgasından hatıra bırakmış kocası belli ki. Polis geliyor sonra, ardından bir savcı. Kadının medet umduğu son erkek olarak utanıyorum, kadının eli hâlâ paçamı tutmaya çalışıyor.

Birden genç bir kız görüyorum. Hava sıcak ve insan olduğundan olsa gerek, ince ve kısa giyinmiş biraz. Yürümeye yarayan uzuvlarına bakan aç bakışların arasında başı yukarıda geziyor. Sevgiye aç bakışlar bunlar, aşka aç bakışlar, bir kadının şefkatine, bir sevgilinin dizlerine, bir yârin koynuna aç bakışlar. Hepsini birden almak için saldırıyorlar kıza bir kuytuda. Bugüne kadar içlerinde büyüyen her açlığı doyuracaklarını sanıyorlar ama daha da aç ayrılıyorlar geride bıraktıkları enkazın ardından. Yanlış yaptıkları bir şeylerin son pişmanlığı bile okunmuyor bu cinsi zombilerin yüzünde.

Nihayet, sokakları bitirdiğimi düşünüp evime giriyorum.

Kafamın içindekileri boşaltmam gerek biliyorum. Banyoya gidip kusmaya çalışıyorum, insana dair gördüklerimi çıkarmalıyım, öğürüyorum, gırtlağıma parmağımı sokup zorluyorum… Olmuyor.

Yatağa uzanıyorum uyumak için. Uyumak, unutmaya bir adım daha yaklaştıracak beni biliyorum. Yine olmuyor, uyku tutmuyor ve dönüp durmaya başlıyorum yatağın içinde. O amcalar, o aç memurlar, o kadın, o genç kız geziyor kafamın içinde. “Yarın ne olacak peki?“ korkusu sarıyor benliğimi. İçim içimi yiyor.

O sırada bahsettiğim Kızılderili gelip dürtüyor:

“Kalk da iki satır konuşalım.”

Kalkıyorum, bilgisayarımı açıp ekrandaki boş sayfaya imreniyorum. Keşke o sayfa kadar boş ve temiz olsa içim ama değil. Bir iki satır yazıp Kızılderili’ye anlatıyorum derdimi. Karşımda kabile totemi gibi oturup ot dolu bir çubuğu köklüyor beni dinlerken. Suratıma üflediklerinden bir iki fırt da ben nasipleniyorum.

Kızılderili belki iyi bir dinleyici, belki sadece kafası güzel ama sadece dinliyor. Dumanın arasına karışıp gitmeden “Yaz” diyor. “Manitu’nun adıyla yaz…”

“S.ktr git lan” diyorum. “Şamanizm propagandası yapma bana.”

Ve sonra…

Sonrası sessizliği bozup sigaranın dumanıyla birlikte geceye karışan klâvye tıkırtıları…

Dedim ya şiiri sevmem, hayatın kendisi manzum zaten. Biraz ot, biraz duman var ya hani… O benim işte.

Ama yazar değilim valla… “Yazıcıyım” ben.
 
 

…SON…

 
 
Adana, 2017
M. Gökhan Üvez
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 18 Eylül 2023 at 14:24

    Muazzam bir seriydi 👌🏻 Bölümleri yayına hazırlarken büyük keyif aldım ama bu son bölüm, hepsinden vurucuydu, çok sevdim.
     
    Bence de yazmak tam da böyle bir tutsaklık. İçindeki cümlelerden kurtulmak zorunda hissetmek. Onay görmek, beğenilmek, insanlara ulaşmak falan elbette sonrasında alınan hoş tepkiler olabilir ama bence çoğu yazar kelimeleri içinde tutamadığı için yazıyor.
     
    Ortaokuldan beri böyle hissediyorum; gece yarısı kıvranıp durduğum yataktan sonunda kalkar, zihnimdekileri kağıda döker, ancak ondan sonra uyuyabilirdim. “Dur bir şeyler yazayım” diye hiç kaleme kağıda sarılmadım, yazmazsam zihnim susmayacağı için yazdım daima 😉
     
    Kalemine, ruhuna sağlık; harikaydı 👏🏻

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 18 Eylül 2023 at 17:19

    Yaşanmış ve unutulmuş acıları hatırlattınız bana son iki bölümde. Zihin işte; susmuyor, yazıcı da yazıyor. İnsani kaçışlar, sızlanmazlar, sevgi ihtiyacı ve yalnızlığın resimini de gördüm hikâyenizde.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan