Günler günleri kovaladı, haftalar haftaları. Yapar mıydım, yapamaz mıydım; olur muydu, olmaz mıydı derken yeni hayatım su gibi akmaya başladı. En nihayet geldi kış ayları. Daha altı ay önce İstanbul’da Cihangir’de oturuyor, Levent’te bir plazada, uluslararası bir şirkette çalışıyorken, konforlu hayatımı bir sırt çantası…
Sonbahar usul usul akıp geçmiş, bol güneşli günler yerlerini parçalı bulutlu olanlara, zaman zaman yağmura bırakmaya başlamıştı. Kış kapıdaydı. Mevsim değişikliği ile birlikte Likya Yolu’nda yürüyen, kampinge gelen turist de azalmaya başlamıştı. PakKampinge konuk olanların sayısının düşmesi ile birlikte işim çok azalmıştı. Elbette zaman…
Günler geçiyor, Karadere’de kampingde yaşamaya her geçen gün daha çok alışıyordum. Neredeyse hiç lüksüm yoktu fakat ihtiyaç duyduğum her şey vardı. Her sabah ayağımın toprağa basması, temiz hava, bol gıda, deniz, güneş, doğa yürüyüşleri, her gün yeni insanlarla tanışmak, kendime zaman ayırabiliyor olmak, hepsi…
Karadere’de hayatımın en güzel aylarından birisini yaşıyordum. Kampingin önünde uzanan Patara Plajı muhteşemdi. Hemen hemen her gün denize giriyor, sahilde yürüyüş yapıyor, kumsala atılmış çöpleri topluyordum. Kaplumbağalarla yüzüyor; ördekleri, güvercinleri, kedileri ve keçileri besliyordum. Kampa döndüğümde yazı yazıyor, kitap okuyor, Almanca çalışıyordum. Öğleden sonraları…
İlk birkaç gün içinde Karadere’de zamanımın nasıl geçeceği üç aşağı beş yukarı belli olmuştu. Sabahları kalkıp denize giriyor, kumsalda kaplumbağalarla oynuyor, spor yapıyor, kampingdeki güvercinleri ve Özlen Çayı’ndaki ördekleri besliyor ardından kampinge dönüp kahvaltımı ediyordum. Öğleden sonraları yazılarımı yazıyor, kampinge gelen turistlerle sohbet ediyordum.…
Hayat ne garip demiştim. Evet, 6 ay önce, dünyanın en büyük şirketlerinden birinin çalışanı olarak, bir plazanın 19. katında, ülke ortalamasının hayli üzerinde bir gelirle şirketin müşteri projelerini yönetiyor, seyahatlerimde 5 yıldızlı otellerde konaklıyordum. Her yıl bir kaç kez yurtdışı seyahate çıkıyordum. Şimdi ise…
Gavurağılı’ndan yarım günlük yürüyüşle ulaştığım Patara Plajı’nın arka tarafındaki ağaçlıkta bir gece kamp yapmış, çevredeki çöpleri temizlemiş, denize girmiştim. Ovacık’tan beri harika anılarla yürüdüğüm Likya Yolu, tabiri caizse beni bitirmişti. Çok yorulmuş, oldukça da kilo vermiştim. Yükümü sürekli eksiltmeme rağmen hâlâ fazla geliyordu. Yola…
Gavurağılı’nda denize girmiş, yüzmüş, önceki iki günün yorgunluğunu atmış ve gece yeni arkadaşlarım İngiliz ve Rus çiftle birlikte akşam yemeğimizi ateş başında hep birlikte yemiş, gece boyu gülüp eğlenmiştik…
Yediburunlar üzerinden Akdeniz’e bakan o ıssız toprak terasta, geceyi gökyüzünde milyonlarca yıldız, karanlığın içinde bir sürü minik göz ve bana on metreden fazla yaklaşmayan bir keçiyle geçirmiştim. Muhteşem bir tecrübeydi. Gecenin sonunda ateşi söndürüp çadırıma geçmiş, yeryüzünde o an orada olmaktan ne kadar mutlu…
16 Ekim 2017, Alınca Köyü. Catcy Camping’de konaklamak bana çok iyi gelmişti. Çamaşırlarımı yıkamış, yeni arkadaşlar edinmiş, köy çocuklarıyla ders çalışmış, anılar biriktirmiş ve dinlenmiş olarak yeniden yola çıkma zamanı gelmişti. Çantamı hazırlamış, Yediburunlar yoluna çıkmadan önce kampingin terasında oturmuş Özkan’la son bir çay…