Çok Gezen Abi

Birayla Su Bir Mi? | 24

26 Mart 2021

Birayla Su Bir Mi?

İndeks

Paylaştıkça Çoğalıyor İnsan | 1
Korkularımı Cihangir’de Bıraktım | 2
Umarım Unuttukları Çok Yer Vardır | 3
İnsanoğlu Baki Değil, Devrilir Ağam | 4
Herkes Zengin Ama Kimse Özgür Değil | 5
Peksimet | Kırlangıç Sanat Atölyesi | 6
Herakleia | Sekiz Bin Yıllık Miras | 7
Bu Kampta Mucize Var | 8
Bodrum | Kesişen Yollar | 9
Datça | Hâlâ Çok Güzel | 10
Marmaris | Zaman Tünelinden Çıkan Kuzen | 11
Kayaköy | Kurtuluş’un Hayalet Mirası | 12
Ölüdeniz | Aşk Böyle Bir Şey | 13
Likya Yolu | Anaerkil Topraklara Yolculuk | 14
Faralya – Kabak Koyu | Likya Yolu | 15
Kabak Koyu | Likya Yolu | 16
Alınca Yürüyüşü | Likya Yolu | 17
Yediburunlar, Alınca’dan Gey’e | Likya Yolu | 18
Gavurağılı Yürüyüşü | Likya Yolu | 19
Karadere, Patara’nın Sakin Kıyısı | Likya Yolu | 20
Daha Ne İsterim Allah’tan? | 21
Kariyerimde Bir Zirve | Karadere | 22
Ne Yapacağım Ben Şimdi? | 23
Birayla Su Bir Mi? | 24
Kök Salmak, Yol Almak | 25
Kesin İstihbaratçıydım, Başka Bir Olasılık Yoktu! | 26
Yolun Sonu, Yolun Başı | 27

 

Birayla Su Bir Mi? | 24

Karadere’de hayatımın en güzel aylarından birisini yaşıyordum. Kampingin önünde uzanan Patara Plajı muhteşemdi. Hemen hemen her gün denize giriyor, sahilde yürüyüş yapıyor, kumsala atılmış çöpleri topluyordum. Kaplumbağalarla yüzüyor; ördekleri, güvercinleri, kedileri ve keçileri besliyordum. Kampa döndüğümde yazı yazıyor, kitap okuyor, Almanca çalışıyordum.

Öğleden sonraları kampinge gelen turistlerle tanışıyor, her biriyle ayrı keyifli vakit geçiriyordum. Kimi yürüyüşçüler akşam kampingde kalmaya karar veriyor, o günlerde sohbet ya restoranda ya da bahçedeki çardaklardan birisinde devam ediyordu. Aydın Abi, restoranın yerel müşterileri ile turist misafirler arasındaki ilişkiye çok dikkat ediyordu. Onun bu dikkatli hali bizlere de yansıyordu.

Kampingde kimi zaman birkaç turist konaklarken kimi zaman da 8-10 kişilik gruplar kalmaya karar veriyor, bungalovlar, çadır alanları komple doluyordu. Öyle zamanlarda akşam bahçe şenlik yerine dönüyor, eğlence geç saatlere kadar sürüyordu.

İsmail, Mehmet, kampingin yerel misafirleri, hepsi beni turistlerden sorumlu çalışan olarak kabullenmişlerdi kabullenmesine ama akıllarındaki şüphenin bir türlü tam olarak silinmediği de belli oluyordu. İsmail, İsmail’di; Mehmet, Mehmet’ti; fakat Burak, hâlâ Burak Bey’di. Beyli hitaptan vazgeçmiyorlar, mesafelerini koruyorlardı. Ben de duruma alışmıştım artık.

İsmail’le de Mehmet’le de sohbetlerimiz ara ara devam ediyordu. Yavaş yavaş güvenlerini kazanıyordum.

Jandarma Trafik Kampingde

Birayla Su Bir Mi?Bir gün akşamüzeri saatlerinde kampa Jandarma Trafik aracı geldi. Bir astsubay ve bir uzman çavuş, yol görevlerini tamamlamışlar, kampa dinlenmeye gelmişlerdi. Bahçeye bir çardağa geçtiler. Aydın Abi Fethiye’ye gitmişti, dolayısıyla misafirlerle ben ilgileniyordum. İki çay alıp oturdukları çardağa gittim. Ayaküstü yaptığımız sohbetin peşi sıra yanlarına oturdum, astsubay İstanbulluydu, belki bir yarım saat sohbet ettik.

Köylüler her ne kadar askeri sevseler ve saygı duysalar da gidip jandarma komutanının masasına oturamıyorlar, birlikte sohbet edemiyorlardı. İki taraf açısından da anlaşılır bir mesafe söz konusuydu.

Bir ara gözüm restoranın kapısına takıldı. İsmail’le Mehmet kapının yanında dikilmiş uzaktan bizi izliyor, dudaklarının hareketleri görünmeyecek şekilde ellerini ağızlarının üzerine tutarak fısıldaşıyorlardı.

O sırada fark ettim ki benim gidip jandarma komutanı ile oturmam, kahve içip sohbet etmem kampingdekiler için büyük olaydı. Muhtemelen bunu o güne kadar sadece Aydın Abi yapıyordu, o da emekli başçavuştu zaten. Köylülerin böyle bir şeyi düşünmeleri bile imkânsızdı.

Komutanla ve uzman çavuşla bir süre daha sohbet ettik. Sonrasında onlar kampingden ayrılırken ben boşalan çay bardaklarını aldım, restorana doğru yöneldim. İsmail’le Mehmet, ikisi birden neredeyse esas duruşa geçerek kapının yanına çekildiler.

Yanlarından geçerken “Mehmet, İsmail hadi, geçin işinizin başına, uğraşmayın benimle” dedim. Ciddiyetle “Emredersiniz Burak Bey” diyen Mehmet mutfağa yöneldi. İsmail’e bakarak “Tövbe estağfurullah İsmail, hadi diyosun bu kırık, ya sen? Uyma şuna Allah aşkına” diyerek çay ocağına geçtim.

Kafalarında oluşan tablo belliydi. Onlara kalırsa nereden baksan benden 10-15 yaş küçük görünen “alt devrelerim” gelmiş, onlarla sohbet ediyor, belki de rapor iletiyordum. İnsanın sahip olmadığı bir kimliğin, hem de “istihbaratçı” gibi bir kimliğin üzerine yapışması ne fenaymış. Kurtulamadım gitti.

Ayrıca birileri bir şeye inanmak için bu kadar gönüllü olunca tersine çevirmek için ne yaparsan yap fayda etmiyor. Bu tür küçük şeyleri bile inançlarını kuvvetlendirecek malzemeye, kendilerince kanıta dönüştürebiliyorlar. Ne kadar inkâr edersem edeyim, Jitem Burak Bey kimliğinden kurtulamıyordum.

Mehmet’le Bir Adım İleri İki Adım Geri

Mehmet’in çoğu zaman gayet normal olan davranışları bazen farklılaşıyor, özellikle Alman turistler geldiğinde tamamen garipleşiyordu. Almanlarla temas kurmak istemiyor, onlar geldiğinde ya mutfaktan hiç çıkmıyor ya da bungalovuna kaçıyordu. Yorulduğunda, kalabalıktan sıkıldığında yine garipleşiyordu hareketleri.

Sabah deniz faslının ardından kampinge döndüğüm bir gün Mehmet’i ortalarda göremeyince mutfağa girdim, kahvaltımı hazırladım. Ardından çayımı doldurdum, tezgâhın üzerinde, çay ocağının çevresinde her şeyi yerli yerinde bırakarak tepsimi aldım, dışarıya çardaklardan birine geçtim. Kahvaltımı yaparken kulaklıklarımı takarak bir gün öncenin Almanca dersini tekrar etmeye başladım.

Bir süre sonra Mehmet’in az ileride ellerini önünde kavuşturmuş bir şekilde beni izlediğini fark ettim. Hareket etmiyor, seslenmiyor fakat bir yandan da görülmek istiyor gibiydi. Kulaklıklarımı çıkardım, selam verdim:

– Günaydın Mehmet.
– Günaydın Burak Bey.

– Nasılsın bu sabah?
– İyiyim, sağolun Burak Bey, siz nasılsınız?

– Gayet iyiyim Mehmet. Yürüyüşümü yaptım geldim. Kimseyi göremeyince girip kahvaltımı kendim aldım. Mutfağa girdiğim için kızmadın umarım.
– Estafurullah Burak Bey. Kızmak ne haddime. Her şey yerli yerindeydi, sizi burada tepsiyle görene kadar mutfağa girdiğinizi anlamadım zaten.

– Her şeyi olabildiğince düzgün bırakmaya çalıştım.
– Allah razı olsun Burak Bey. Herkes öyle düzenli tertipli olsa şey yapmam ben zaten ama öyle olmuyor işte.

– Haklısın Mehmet. Ne yapalım, insanlar çeşit çeşit.
– Öyle Burak Bey.

Mehmet’le konuşurken restoran kapısından bahçeye doğru uzanan kafaları fark ettim. İki kadın bir erkek turist bahçeye bakıyor, ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlardı.

– Mehmet sen şu tepsiyi alır mısın? Ben de misafirleri karşılayayım.
– Ne demek Burak Bey. Tabii ki.

Tepsiyi Mehmet’e bırakıp misafirleri buyur etmek için kalktım. Bahçeye geçip sırt çantalarını indirdiler kendilerini bir çardağa attılar. Fransızlardı. Oturup uzun uzun sohbet ettik.

O gün hayli hareketli geçti. İrili ufaklı bir dizi grup geldi gitti. Misafirleri ağırlamaya ve siparişlere ancak yetişebildik.

Karadere
Akşamüzeri, yorgunluğumuzun arttığı anlarda tek başına gelen Alman bir genç o günkü son misafirimiz oldu. Kampingde yarım saat kadar kaldı, telefonunu şarj etti, karnını doyurdu, yola devam etti. Misafirin siparişini hazırladıktan sonra ortadan kaybolan Mehmet’i sahilde bira içerken buldum. Daha önce de birkaç sefer kalabalıktan kaçıp bira içtiğine denk gelmiştim.

Dolaptan bir bira da ben aldım, gittim, izin isteyip yanına oturdum. Mehmet oldukça şaşırdı. O güne kadar sadece Aydın Abi ve misafirlerin bazılarıyla rakı içerken görmüştü beni. Onunla hiç içmemiştik.

– Afiyet olsun Mehmet.
– Size de Burak Bey. Siz bira içer miydiniz?

– Pek sık içmem Mehmet. Sana eşlik etmek istedim.
– Sağolun Burak Bey.

Şişelerimizi tokuşturduk. Biralarımızdan birer yudum aldık. Yorgun olmadığı zamanlarda Mehmet’le hiç sorun yaşamıyorduk. Gerildiği zamanların aynı zamanda yorulduğu, belki acıktığı ya da susuz kaldığı zamanlar olduğunu düşünüyordum.

– Sabahları kaçta kalkıyorsun sen Mehmet?
– Erken kalkıyorum Burak Bey.

– Geceleri de geç yatıyorsun…
– Öyle oluyor Burak Bey. Müşteri oldu mu 12’den önce kapatamıyorum mutfağı.

O saatte de hemen uyumazdı. Bazen çardaklardan birine geçer bir bira içer, odasına gitmesi 1’i geçerdi.

– Gün içinde hiç dinleniyor musun peki?
– İşte böyle arada bira içmeye kaçıyorum. O sırada dinleniyorum.

– Su içiyor musun?
– Bira içiyorum.

Dedi, yandan bir bakış atıp güldü.

– Onu görüyorum. Yetişkin bir insanın günde en az 2 litre su içmesi lazım Mehmet. Biliyor musun bunu?
– Birada da su yok mu Burak Bey. O sayılmıyor mu?

İster istemez gülümsedim. Bira şişesini Mehmet’in şişesine dokundurup bir yudum daha aldım. Başımla sağ tarafımızdaki Özlen Çayı’nı işaret ettim.

– Özlen’deki balıkları alsak Mehmet…
– Alsak Burak Bey?

Önümüzde dalgaları kıyıya vuran denizi gösterdim.

– Şu denize bıraksak…
– Yaşamazlar ki, ölürler Burak Bey…

– Neden?
– Nedeni var mı, tatlı suyla tuzlu su bir mi Burak Bey?

– Birayla su bir mi Mehmet?
– …

Mehmet şaşırdı. Yan dönüp, şişe elinde hafif geri çekilerek yüzüme bakarken gülümsemesi büyüdü. Birasının kalanını kafasına dikti.

– Ne oldu Mehmet?
– Yemek saati geliyor Burak Bey. Aydın Abi beni aranmaya başlamıştır çoktan. Mutfağa geçeyim ben.

Önden Mehmet, ardından ben kampinge girdik. O mutfağa geçerken ben de yemekten önce duş alıp giyinmek için odama döndüm.

Doktor değildim, Mehmet’in nesi olduğunu bilmiyordum. Ne yapacağımı da bilmiyordum.

Fakat Mehmet’e yardım etmek istiyordum. O gece yatmadan önce uzun uzun bunları düşündüm.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Burak Süalp
 
 

Not:
  • Karadere’de yaşadığım olayların içerikleri nedeniyle ve oradaki insanların mahremiyet haklarına saygı gereği tanıştığım insanların isimlerini değiştirerek yazıyorum.

 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan