Çok Gezen Abi

Herakleia | Sekiz Bin Yıllık Miras | 7

24 Temmuz 2020
Yazı: Sekiz Bin Yıllık Miras: Herakleia | Yazan: Burak Süalp


Herakleia Antik Kenti, Bafa Gölü üzerindeki manastır

İndeks

Paylaştıkça Çoğalıyor İnsan | 1
Korkularımı Cihangir’de Bıraktım | 2
Umarım Unuttukları Çok Yer Vardır | 3
İnsanoğlu Baki Değil, Devrilir Ağam | 4
Herkes Zengin Ama Kimse Özgür Değil | 5
Peksimet | Kırlangıç Sanat Atölyesi | 6
Herakleia | Sekiz Bin Yıllık Miras | 7
Bu Kampta Mucize Var | 8
Bodrum | Kesişen Yollar | 9
Datça | Hâlâ Çok Güzel | 10
Marmaris | Zaman Tünelinden Çıkan Kuzen | 11
Kayaköy | Kurtuluş’un Hayalet Mirası | 12
Ölüdeniz | Aşk Böyle Bir Şey | 13
Likya Yolu | Anaerkil Topraklara Yolculuk | 14
Faralya – Kabak Koyu | Likya Yolu | 15
Kabak Koyu | Likya Yolu | 16
Alınca Yürüyüşü | Likya Yolu | 17
Yediburunlar, Alınca’dan Gey’e | Likya Yolu | 18
Gavurağılı Yürüyüşü | Likya Yolu | 19
Karadere, Patara’nın Sakin Kıyısı | Likya Yolu | 20
Daha Ne İsterim Allah’tan? | 21
Kariyerimde Bir Zirve | Karadere | 22
Ne Yapacağım Ben Şimdi? | 23
Birayla Su Bir Mi? | 24
Kök Salmak, Yol Almak | 25
Kesin İstihbaratçıydım, Başka Bir Olasılık Yoktu! | 26
Yolun Sonu, Yolun Başı | 27

 

Herakleia | Sekiz bin yıllık miras | 7

Güven Şancı


Kırlangıç Sanat Atölyesi | Güven Şancı

Ahşap atölyesindeki çıraklık denemesine birkaç gün ara verip Güven’le birlikte kafa dinlemek için Bafa’ya doğru yola çıktık. Önceki gün Jale, daha önce de Ece gittiği için son birkaç gündür üçümüz kalmıştık. Eşyalarımızın çoğunu Kırlangıç’ta bırakmasak, Hüseyin Hoca mümkün değil bizi yollamazdı.

Peksimet’ten dolmuşla Bodrum Garajı’na, oradan da Milas’a geçtik. Sıcaktı. Kısa bir börek-poğaça molasının ardından Bafa’ya doğru devam ettik. Bafa’da, yolun kenarındaki kahvehanede oturup çaylarımızı içtik. 9 km uzaklıktaki Kapıkırı Köyü’ne nasıl gideriz diye düşünürken çaycının yardımıyla 70 yaşlarındaki Ali İhsan Abi ile tanıştık. Ali İhsan Abi, oldukça eski Toros’uyla Bafa-Kapıkırı arasında taksicilik yapıyordu. Bizi köye götürmek için 20 lira isteyince indirim yapıp yapamayacağını sorduk. Cevap gayet net; paramız yoksa bedava da götürebilir ama varsa yolun rayici bu. Alternatifimiz ise yürümek. Bu mesafe bizim için çok sorun değildi ama köye gün batmadan varmak istiyorduk. Çaycıya borcumuzu ödedikten sonra Toros’un arka koltuğunda Güven, ön koltuğunda ben tarlaların arasından Kapıkırı’na doğru yola çıktık.

Ali İhsan Abi, yola çıktığımız gibi nereden geldiğimizi, ne yaptığımızı sordu; kolonya ve sakız ikram etti, Kapıkırı’nın aslında Herakleia olduğunu anlatmaya başladı.

Aralarından yol aldığımız tarlalarda, bahçelerde eskiden mevsimlik evler olduğundan başlayıp bölgenin tarihçesiyle devam etti. Bölgedeki bütün toprak, uzun yıllar boyunca tek bir ağaya, İsmail Rüştü Aksal’a aitmiş. Topraklarının içinde kalan gölün de kendisine ait olduğunu iddia eden Aksal, köylülerin gölde balık tutmasına bile izin vermezmiş. Hatta bir dönem göl etrafına silahlı adamlar dikip, balık tutmaya gelen köylüleri silahla vurdurmuş. Ta ki 1978 yılında Bülent Ecevit hükümeti gölü kamulaştırana kadar bu böyle devam etmiş. Belli ki bölgenin yakın tarihi de antik tarihi kadar ilgi ve araştırmayı hakediyor.

Herakleia | Rüzgar


Rüzgar

Konuşmaya daldan dala atlayarak devam eden Ali İhsan, 10 dakikalık yolda heyecanlandı, neşelendi, kızdı, hüzünlendi, gözleri doldu. Sonra toparlandı, alışveriş yapmamız için bizi yol üstünde bir marketin önünde indirdi. Biz marketten rakı ve bira alınca canı çekti bi’ bira da kendisi aldı. Tekrar yola koyulduk. Bu yolculuk hayatımın en ilginç taksi yolculuklarından biri oldu.

Kapıkırı’nda Sulhi Abi’nin kiraladığı köy evine sırtımızda çantalar, ellerimizde poşetlerle vardığımızda bizi bahçede Rüzgar karşıladı. İki gündür yalnız olan Rüzgar bizi üzerimize doğru koşturarak, havlamaktan çok üzerimize atlayarak sevgi gösterileri ile kabul etti. Önceki sene kaldığımız Vosvos Kamp’tan beri Rüzgar’ı çok özlemişim.

Tek katlı, beyaz badanalı, mavi demir kapılı ev göle yakın zeytinli bir bahçe içindeydi.

Yerden bir kot yüksek yapılmış evin bir cephesi Bafa Gölü’ne, diğer bir cephesi de zeytin ağaçlarının üzerinden Athena Tapınağı’na bakıyordu. Manzara müthiş.

Eşyalarımızı eve bıraktıktan sonra fazla oyalanmadan kendimizi dışarı attık. Göl kenarındaki Herakleia Restoran’a gidip gündüz havanın sıcaklığı ve yolun bütün yoruculuğundan sonra nefis akşamüstü göl manzarasına karşı buz gibi biralarımızı içtik. Dünya varmış.

Bafa Gölü

O akşam Beşiktaş, Porto ile Portekiz’de Şampiyonlar Ligi ilk grup maçını oynayacaktı. Maç saatine kadar rakımızı, mezemizi hazırlamamız lazım. Göl kenarında dinlendikten sonra yemek alışverişi için köye yöneldik.

Kapıkırı Köyü, Herakleia Antik Kenti üzerine kurulmuş. Herakleia, sırtını Beşparmak Dağları’na dayamış görkemli bir antik şehir. Köyün içindeki yollar, bahçe duvarları, evler, her yer tarih dolu. Esasen büyükbaş hayvancılıkla geçimini sağlayan köylüler, antik şehri görmeye gelen turistler ve kaya tırmanışı için gelen dağcılar sebebiyle misafire alışkın, güleryüzlüler. Köyün içinde evlerinin önünde oturmuş kadınlar, el yapımı yemeni ve örgü bere, şapka türü eşyalar satıyorlar. Bu konuda nezaketle ısrarcılığın dengeli bir uyumunu bulmuşlar. Köyde bir çok evin önünde kahverengi, zayıf, tazı benzeri orta boy köpek var. Sakin, ürkek ve sevimliler. Konuklara hizmet veren birkaç pansiyon ve kamping de mevcut köyde.

Köy içinde, iriyarı ve bir o kadar da sevimli, güleryüzlü bir adam olan İbrahim’in işlettiği bir market var: Aslan Market. Adı market ama aslında tam bir bakkal dükkanı. Yüzlerce çeşit yok, hemen hemen her üründen birer ikişer tane var. Hatta bakkal ihtiyacınız dışında domates, salatalık, biber vs isterseniz de hemen marketin arkasındaki bahçeden kopartıp getiriyor. Direk dalından müşteriye. Daha ne olsun? Bakkal alışverişimizle birlikte salatalık domates ihtiyacımızı da karşılayıp eve döndük.

Özgür Market

Bakkal alışverişi için köyün ikinci seçeneği Özgür Market. Bagajı haftada bir gün bakkal, bir gün de manav olarak hizmet veren Özgür Market büyük bir Fiat Ducato kamyonet. Kapı kapı geziyor, her evin önünde park edip evlerin ihtiyacını karşılıyor.

Evde akşam yemeği soframızı sineklerden dolayı içeriye kurmak zorunda kaldık.

Bu mevsimde Herakleia sinek doluyor. Bafa Gölü 1994 yılında Tabiat Parkı ilan edilmesine rağmen yanlış uygulamalar nedeniyle kirlilik hızla artmış. Yılan balıklarıyla, onlarca çeşit kuşu ve bitki örtüsü ile ünlü gölün suları 4. sınıf en kirli su kategorisine gerilemiş. Balıklar azalmış, su kenarlarında balçıklar oluşmaya başlamış. Doğa harikası gölün bugün can çekişmesine neden olan bu uygulamalar aynı zamanda da etrafı sinek basmasına sebep olmuş.

Güven akşam yemeğini hazırlarken, ben içeriye sofrayı kurdum, radyodan da maç yayını ayarladım. Yemek hazır olduğunda sofraya oturduk.

Tabaklarda köfte, patates, yoğurt, salata; kadehlerde rakı; radyoda Beşiktaş. En son ne zaman radyoda, pozisyonları spikerin anlatımından dinlediğiniz kadarıyla gözünüzde canlandırmaya çalışarak maç dinlediniz? Çok nostaljik, çok keyifli oluyor. Bu dakikadan sonra tek isteyebileceğimiz galibiyet ki o da peş peşe gollerle geliyor.

Maç sonu: Porto:1 – Beşiktaş:3

Ertesi sabah güzel bir kahvaltının ardından göl kenarına inip manzaraya karşı kahvelerimizi orada içtik. Sonra köye yöneldik, tarihi eserlerin arasından antik şehre çıktık.

Athena Tapınağı

Bu bölgeyi önemli kılan özelliklerinden ilki, milattan önce 6000 yıllarına adreslenen mağara resimleri. Eski adı Latmos olan Beşparmak Dağları’ndaki mağaralarda bulunan 170 civarında kaya resminin ana teması olan insanlar, özellikle birey olarak değil, topluluk halinde resmedilmişler. Resimlere göre, dönemin insanları hava ve yağmur tanrısına ibadet ediyorlarmış. Bu resimler bütün dünyadaki mağara resimleri içinde benzersiz sayılıyormuş.

Herakleia Kenti, Latmos Dağı’nın eteğine, bir zamanlar Ege Denizi’ne açılan Latmos Körfezi’ne kurulmuş. Kent halkı deniz ticareti ve balıkçılıkla geçimini sağlarmış. Milattan önce binli yıllarda Menderes Nehri’nin taşıdığı alüvyon birikip körfezin denizle bağlantısını kestiğinde kent eski önemini yitirmeye başlamış. Kurulması ve gelişmesi uzun bir döneme yayılan kentin güneyinde yer alan iç kale 11. yüzyılda Bizans döneminde Türk akınlarını önlemek için yapılmış. Kentin en ilginç yanlarından birisi de çoğunlukla kayalıklara yapılmış mezarlar. Kimisi tek, kimisi de aile gömüleri için kayalara sandık şeklinde oyularak yapılan 2400’den fazla mezar varmış.

Kaldığımız evden de görülen, kentin tanrıçası Athena’nın tapınağı Agora’nın batısında yine kayalıklar üzerine kurulmuş.

Milattan önce 3. yüzyıla ait Dor-Ion karışık düzeninde, 9×16 metre boyutlarında yapılmış ve bir dönem kent arşivi olarak da kullanılmış olan Athena Tapınağı’nın önünde bir de sunak bulunuyor. Latmos Dağı, tarih boyunca bu bölgede yaşayan halkların tamamı tarafından kutsal sayılmış ve dağın bizim çıkamadığımız yüksek kısımlarında da bir dizi tapınak ve en büyüğü Yediler olmak üzere çeşitli manastırlar varmış.

Buram buram tarih kokan Kapıkırı’nda, göldeki kirlenme ile birlikte beni rahatsız eden şeylerden birisi de yakın dönemde arttığı belli olan çirkin yapılaşmaydı. Antik şehrin üzerine kurulmuş köyün kimi evleri ateş tuğlası, kimileri normal tuğla kullanılarak, gerekli-gereksiz yerler beton kaplanarak, kimileri sıvasız ve çoğu parça parça yamalı inşa edilmiş. Çanak antenler kimi evlerin çatılarında, kimilerinin de sağında solunda asılı. Planlı bir yapılaşma ile, en basitinden bölgede kolayca bulunabilen kayrak taşı ve ahşap kullanılmış olsa yapılaşma konusunda her zaman en hızlı, ucuz ve “elde ne malzeme varsa kullan” modelini kenara bırakabilmiş olsak bu köyün nasıl bir görünüme sahip olabileceğini hayal etmek bile güzel.

Rüzgar

Engin bir tarihi mirasın vefasız çocuklarıyız.

Kapıkırı’ndaki ikinci akşam yemeğimizi de göl manzarası ile öne çıkan ve Ege şiveli servisleri ile dikkat çeken Pelikan Restoran’da yaptık. Harika bir geceydi.

Kapıkırı’na bir dahaki sefer daha hazırlıklı, donanımlı gelmem gerektiğini anlıyorum. Göçmen kuşların ziyaret tarihlerini hesaba katarak, göl etrafında kamp planları yaparak, öncesinde antik şehrin tarihini okuyarak, Beşparmak dağlarına tırmanış ve manastır ziyaretlerini de planlayarak bir kere daha ziyaret edilmeyi hakediyor Kapıkırı.

Kendisi yokken bile evini bize açan sevgili Sulhi Abi’ye konukseverliği için binlerce teşekkür. Bizi yollarda karşılayıp patisini elimizden eksik etmeyen ve Güven’in deyimiyle “en büyük numarası” bu olan, sahibi Sulhi Abi gibi koca kalpli Rüzgar’ı çok özleyeceğim.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Burak Süalp

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

4 YORUMLAR

  • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 25 Temmuz 2020 at 00:43

    Burakcım kalemine sağlık, yine çok güzel bir yazı olmuş. Sayende Kapıkırı’yı kamp listeme aldım 😉 8000 yıllık duvar resimlerini de duymamıştım, fazlasıyla ilgimi çekti. Belki ikinci Kapıkırı ziyaretini birlikte yaparız.

    • Yanıtla Burak Süalp 25 Temmuz 2020 at 12:04

      Pelincim, ah ne güzel olur.
      Bi’ dahaki sefer birklikte…

  • Yanıtla Elif Bilici 22 Eylül 2020 at 11:30

    Tarih, doğa, çevre kirliliği, gündelik sade yaşam…
    Değinilmemiş bir nokta kalmadı sanırım yazıda 🙂
     
    Geç okuyabildim ama yetişeceğim diğer bölümlere de.
     
    Sevgiler

    • Yanıtla Burak Süalp 29 Kasım 2020 at 23:56

      Sevgili Elif, yorumunu ne kadar geç görmüşüm. Kusuruma bakma. Yazıyı beğendiğine çok sevindim. Özellikle doğayı koruma konusunda daha çoook yazmamız lazım belli ki. Öğreneceğimiz çok şey var. Sevgiler.

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan