Uykusuz Klavye

Kusursuz Davet

8 Şubat 2018

Beril Erem’in Kusursuz Davet yazısı için sırt sırtta iki kadın fotoğrafı

“Bugün doğum günüm. İyi ki doğmuşum! Ben olmasaydım, eminim bir sürü insanın hayatı verimsiz bir toprak gibi çorak, ölgün ve renksiz olurdu. Otuz beşime merdiven dayadığım şu günlerde…”

Durdu. Elindeki Mont Blanc kalemin karlı tepesine takıldı gözü. Hayati bir meselede gidişatı değiştirecek bir arabulucuya teslim olurcasına, temkinli ama bir o kadar da sabırsız hissediyordu. Sonra birden beklediği cevabı almış gibi o karlı tepeden hızla uzaklaşıp günlüğüne geri döndü. Son cümlenin gerisini getirmeden üzerini iyice karaladı. Ne gerek vardı şimdi yıl hesabına girmenin? Hem bir yere merdiven dayadığı falan da yoktu. Asıl ona göre hayatındaki herkes ona ve onun sahip olduklarına sırtlarını dayıyordu. Minnetin fazlası cinnet getirir. Böyle demez miydi annesi hep?

Etrafı, kendi varoluş çabalarını onun varlığıyla sürdüren sülüklerle, gösteriş budalasına dönüşmüş sonradan görmelerle bu kadar doluyken; bir doğum günü daveti vermenin ironisini kocasının göremiyor olması şaşırtıcıydı. Oysa; iyi bir ailede yetişmiş, görgülü, zeki bir adamdı Murat.  Defterde karaladığı yerin alt satırına geçip, bu ironiyi yazsam mı diye düşündü. Vazgeçti. Zaten sıkılmıştı. Terapisti, ‘insanın farkındalığının artması, daha doyurucu ve dengeli bir yaşama açılan kapıdır. Bu sebeple iç sesimizi dinlemekten öte kendi düşüncelerimizin farkına varmamız ve hatta onları görebilmemiz açısından günlük tutmak çok faydalıdır’ demişti bir keresinde. Ne saçma bir düşünce ama! O, bugüne kadar her zaman ne olduğunun farkında olan bir insan olmuştu. Yazılı olsun veya olmasın! Günlüğünü kapatıp başucu çekmecesine kaldırdı.

Terastan esen ılık yaz meltemi, bembeyaz keten tül perdeleri işveyle oynatıyor, haylaz bir çocuk gibi iki kanat arasındaki aralıktan geçip odadaki dolabın üstünde asılı duran fıstık yeşili ipek elbisenin eteklerini havalandırıyordu. Murat, doğum günü için davet fikrinden bahsedince apar topar İstanbul’daki modacı arkadaşını arayıp yardımını istemişti Yeşim. Bir haftada hazırlanan elbise, nihayet dün Bodrum’a sağ salim ulaşabilmişti. Bir sanat ekspertizi gibi elbiseye yaklaşıp, uçuşan eteklerine dokundu, ipek emprimenin içine gömülü desenleri inceledi. Kendini içinde, bahçede misafirlerine doğru salınarak yürürken hayal etti. Herkesin gözü onda olacaktı. Mutlak zaferine ulaşmaya az zaman kalmış muzaffer bir komutan gibi tatminle gülümsedi.

Garsonlar son hazırlıklarını tamamlamak üzereydiler. Gece boyunca sahne alacak orkestra ses kontrolünü yaparken uzun zamandır böyle bir davet vermeyen ev sahiplerinin açığını yakalamak ve dedikodu kazanını kaynatacak ilk odunu ateşe vermeye heveslenenler davet saatinden önce gelmeye başlamışlardı bile. Yeşim, yatak odasının terasından bembeyaz orkideler ve katmerli şakayıklarla süslenmiş geniş bahçeyi izliyor, sürpriz olmasına rağmen her detayının üzerinde titizlikle durduğu bu davetin tüm kusursuzluğunu ve dolayısıyla da kendi başarısını övünçle iliklerine kadar hissediyordu. Temmuz ayının moru turuncuya karan akşamüstü nihayet gelip çökmüştü villanın geniş bahçesine. Palmiyelerin temkinli yalnızlıklarının altında yavaş yavaş toplanan insanlar, orkestranın coşkulu bir terennümü andıran melodisi ile bir sağa bir sola sallanmaya, alkolün de etkisiyle neşeli kahkahalarını çınlatmaya başlamışlardı çoktan.

Davetlilerin arasına inmek için havanın kararmasını bekleyen Yeşim, akşam olunca bahçeye açılan taraçanın merdivenlerinden ağır ağır davetlilere doğru ilerledi. Fıstık yeşili ipek elbisesinin etekleri terakota zeminin üzerinde uçuşurken kendini o kadar iyi hissediyordu ki… İnsanların bakışlarını üzerinde hissetmeyi her zaman severdi. Güzelliğinin başkaları tarafından onaylanmasına ihtiyacı olduğundan değil; sahip olduklarının ona sunduğu tiranlıktan zevk almasını sağladığı için. Herkes haddini bilecek! diye geçirdi içinden ve kocası ona doğru adım atarken davetlilerin orada olmasına müthiş şaşırmış gibi mahcup bir kahkaha atıverdi.

İnsanlar hayranlıkla iyi dileklerini sunuyorlardı ona. Bu doğum günü sürpriz miydi? Babacığıma olduğu kadar değil! İşveli kahkahalar. Kaç yaşına girdin şekerim? Canikom her yıl değişiyor vallahi.  Herkesi güler yüzü ile cevaplamaya çalışırken bir taraftan da gözü onu arıyordu. Hala yok. Tabi ya! Her zamanki gibi yine en son o gelecek.

“Assolistler en son çıkar” derdi hep. Ama önemli değil. Geleceği varsa göreceği de var! diye geçirdi içinden. Girişi gören masalardan birine oturdu. Birkaç dakika sonra ana girişi bahçeye bağlayan merdivenlerin köşesinden iki uzun bacağın merdivenlere adım attığını gördü.

“Mini giymiş orrrossspuu!”

Düşüncelerinin sesli çıktığının farkına varmamıştı.

“Pardon, bana mı bir şey söyledin hayatım?”

Önündeki beğendili karidesi tırtıklayan Neşe’ydi bu.

“Sana demedim canım. Sıla geldi. Baksana ne şahane görünüyor, diyordum.”

“Her zamanki hali… Ne giyse yakıştırıyor o vücuda tabi”

Sıla ağır ağır, adeta onu seyreden gözlerden zevk alır gibi iniyordu merdivenlerden. Son basamağa yaklaştığında duraksadı, birilerinin onu karşılaması gerekiyormuş gibi yavaşlattı adımlarını. Yeşim kocasının ona doğru koştuğunu gördü. Murat, son basamakta yakaladı Sıla’nın elini. Gıcık oldu kocasının böyle münasebetsiz bir incelik göstermesine. Yerinden kalkıp bütün bu inceliği hak etmediğini yüzüne haykırmak isterdi ama onun yerine hak etmediğini düşündüğü inceliği gösterip sahte bir sevecenlikle hoş geldin Sıla abla deyip yanaklarından öptü.

Abla kısmına özellikle yüksek sesle vurgu yaptı. Ne zaman adı geçse; genç kız gibi diyen Murat duysun istemişti.

“Hoş buldum Yeşim’ciğim. Ne hoş bir davet fikri bu, uzun zamandır görmediğim dostlarımı sayende göreceğim. Davetiniz için tekrar teşekkür ederim” dedi. Gözlerinde samimi duyguların pırıltısı vardı sanki, ama Yeşim onun ne içten pazarlıklı bir kadın olduğunu biliyordu. Sıla onun cevap vermesini dahi beklemeden yanından salınarak biraz önce kalktığı masaya doğru ilerledi. Masadaki herkes davet sanki onun davetiymiş gibi ayağa kalkıp saygıyla karşıladılar. Sonra Yeşim’in kalktığı sandalyeye oturup, kadehini öte tarafa ittirdi. Yeşim, garsonlardan diğer masadaki boş sandalyelerden birini isteyip masada Sıla’nın tam karşısına denk gelen yere oturdu. Yanından biraz önce kalktığı Neşe, ağzının içine düşecekmiş gibi Sıla’yı dinliyordu.

“Uzun bir aradan sonra tekrar yazmaya başladım. Aslında oldukça zorlu bir süreçti bu benim için. Ne var ki; insanı yazmaya iten şeylerin en başında yaşadığı kırgınlıklar, travmalar geliyor. Trajedi, bir yazarın en değerli malzemesi bence. Ne kadar çok acı, o kadar güçlü duygular ve ifade yeteneği demek. Biliyorsunuz bendeki bu yazma aşkını ortaya çıkaran da yaşadığım kötü tecrübelerdi.”

Aynı anda masadan derin ah’lar, vah’lar ve geçmiş olsunlar duyuldu.

Hiçbirinin samimiyetine inanmıyordu Yeşim. Olan bitenin farkında değillerdi ona göre.

Neşe atıldı bir anda.

“Ah canım yaa…Evet duyduk ve çok ama çok üzüldük. Suat’ın böyle erken bizlere veda edeceği kimin aklına gelirdi. Ne de hayat dolu, hayatı ve yaşamayı seven ama en önemlisi sana hayran bir adamdı. Senin için çok zor olduğunu tahmin edebiliyorum.”

“Teşekkür ederim Neşe’ciğim. Evet, gerçekten de öyleydi…Hala daha yokluğuna alışmakta zorlanıyorum inanır mısın?!”

Moliere’in günümüze uyarlanmış sarkastik bir oyununu seyrediyor gibi hissediyordu Yeşim. Kibarlık Budalası Yapay Zeka’ya karşı… Sıla’nın tüm söylediklerinin yalan olduğunu neden ondan başka kimse görmüyordu? Bu cimli, cımlı bitişler, ah’lar, vah’lar, sempati bulamacına batırılan sözcükler, kalpsiz gülüşler…   Niye hiç kimsenin bakışlarında bir tereddüt yok?

“Ah evet! Sıla abla erken kaybetti Suat ağabeyi ama iyi toparladı maşallah. Değil mi Semoş?” diye giriverdi araya Yeşim.

Sema, sigarasını yakmaya çalışırken; kendisine lafın geleceğini beklemediğinden cevap vermeye çalışırken aldığı ilk kontrolsüz dumandan deli gibi öksürmeye başladı.

“Ay, helal helal!”diye haykırdı Neşe öte yandan.

“Vallahi bu zıkkımdan öleceğim bir gün!” diye cevapladı Sema. Sonra uygunsuz bir şey söylediğini fark edip mahcup bir şekilde Sıla’ya döndü.

“Ay Sıla’cığım çok özür dilerim, şimdi böyle söylenmemesi gereken bir şey söyleyip tadını kaçırdım canım. Ne olur kusuruma bakma.”

Ne saçmalıyor bu salak!? diye düşündü Yeşim. Tam soracakken Sıla ondan önce davrandı.

“Canım benim lütfen kendini kötü hissetme. Siz daha gençsiniz ama yine de dikkat etseniz iyi olur”

Gençsiniz derken gözlerini ona mı dikmişti yoksa anlık bir göz sürçmesi miydi anlayamadı Yeşim. Ne de olsa birkaç saniyelik göz devirme işlerinde Sıla’dan iyisi yoktu. Çocukluklarından beri hep böyle anların esiri olmuştu. Durup dururken Sıla’nın geçmiş bir bakışıyla veya sözüyle ne demeye çalıştığını anlamaya çalışırken bulurdu kendini. Üstelik bunu defalarca sormuştu da ona. Çocuk aklıyla oynayan bu delişmen üvey ablanın etkisinden kurtulması yıllarını almıştı. Şimdi ondan daha güzel, daha genç, daha zengin ve daha az yalnızdı. Aklından bunlar geçerken; hiç beklemediği bir şey yaptı Sıla. Bir anda masadan kalkıp, oturduğu sandalyenin arkasından sımsıkı sarıldı Yeşim’e. Benim canım, bir taneciğim, babamdan tek miras diyordu. Yeşim rahatsız kıpırdandı oturduğu sandalyede. Masadaki herkes hayranlıkla bu sevecen, kalbi iyilik dolu ablayı izliyordu. Midesi kalktı Yeşim’in. Sandalyesinden hışımla kalktı ayağa. Bu kadarı da fazlaydı artık.

“Yeter!” diyerek ittirdi ellerini Sıla’nın.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen?!”

“Yeşim? Canım?”

“Bana canım deme! Ben senin ne içten pazarlıklı olduğunu bilmiyor muyum? Niye geldin buraya? Bunca sene sonra? Seni görmek istemediğimi bile bile, neden geldin?”

“Yeşim, ben…Murat’la konuştum ve durumumdan dolayı düşündüm ki…”

“Durumun mu? Sana zırnık koklatmam, anlıyor musun beni! O Suat denen salağın ipiyle inmeseydin o boktan kuyuya. Babam, sana…”

Sıla eliyle kapattı ağzını Yeşim’in. Kafasını hayır anlamında salladı. Etraftaki masalarda oturanlar önlerindeki yemeği bırakmış, adeta keyifle iki üvey kardeşin kavgasını tüketiyorlardı.

“Babamız” dedi Sıla. Bir yandan da elini Yeşim’in ağzından çekiyordu yavaşça.

“Bana istediğimden çok daha fazlasını bıraktı Yeşim. Sen ne kadar kabullenmek istemesen de seni bıraktı bir kere. Bir kardeş. Sana da senin gösterdiğin tepkiyi hiçbir zaman göstermeyen, annemin üzüntüden ölümüne neden olan ilişkinin meyvesi diye bakıp nefret etmesi gerekirken o bebek masumiyetinde tüm bunları unutup seni seven bir abla bıraktı. Seni sevdiğimi belki ben sana hissettiremedim. Biliyor musun çok defa düşündüm bunu. Defalarca hesaplaştım kendimle. Suat’ın vefatının ardından benim hastalığım ortaya çıkınca vazgeçtim bu hesap kitap işlerinden. Kimin haklı olduğunun veya neyi yanlış yaptığımızın önemi yok çünkü.”

Yeşim’in gözleri demir bir bilye gibi ağırlaşıyordu. Kapalı ağzının içinde öfkeyle sıktığı dişleri, göz pınarlarında zar zor tuttuğu yaşlara mâni olamıyordu artık.

“Evet, buraya geldim. Çünkü sağlık durumum seni ancak birkaç sefer daha görmeme yeter. Ve istedim ki; en azından vedalaşmamız iki kardeşe yaraşır olsun.”

Murat, karısının dalından her an düşecek bir yaprak gibi zayıf ve güçsüz düştüğünü anlamıştı. İki kadını da davetlilerin bulunduğu alandan uzaklaştırmak için yanlarına gitti. Ancak Sıla sanki bir az önce yaşananlar onunla ilgili değilmiş gibi vakur bir edayla çantasını aldı masadan.

“Hoşça kalın” dedi herkese. Yeşim’e bakmamıştı bile.

Sanki orta yerinden kırılıp masaya dökülmüştü vedası.

Beril Erem

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Emel Erem 8 Şubat 2018 at 15:37

    Gene bir çırpıda okudum. Kıskançlığın gözü kör etmesi mi bunun adı? Kontrolsüz bir el bombası gibi… Ellerine sağlık, yeni yazını dört gözle bekliyor olacağım👌😍

    • Yanıtla Beril Erem 8 Şubat 2018 at 22:18

      Canım benim, ben de gene çok teşekkür ederim❤️ Evet, kıskançlık her yönüyle çok yıkıcı. İnsanın kendinden ala düşmanı yok, bir tek akıl ve erdem bu habis duyguyu besleyen düşüncelerin önüne geçebilir belki… Şimdi sana yazarken aklıma geldi:
       
      Leo Buscaglia, kıskançlık ile ilgili; Ben kıskançlığı hep Broadway müzikallerindeki gibi yaşadım. Kimseyi öldürmek istemedim, hep ben ölmek istedim demiş. Yani iki ucu keskin bıçak. Başkasına olmasa bile kendine zararı var.😬
       
      😘

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan