Sentez

Yara Bandı Tutmayanlar | Belgin’in Kelimeleri

20 Kasım 2020

Öykü: Yara Bandı Tutmayanlar | 4 | Belgin'in Kelimeleri | Yazan: Özge Can

 

İndeks

Birinci Bölüm: Türkan’ın Sahipliği
İkinci Bölüm: Derya’nın Ateşi
Üçüncü Bölüm: Nesrin’in Korkusu
Dördüncü Bölüm: Belgin’in Kelimeleri
Beşinci Bölüm: Nazmiye’nin Kaybı
Altıncı Bölüm: Maktul
Yedinci Bölüm: Melike’nin Yangınları
Sekizinci Bölüm: Müjgân’ın Tenhalığı

 

Dördüncü Bölüm | Belgin’in Kelimeleri

 
Nefes aldıkça içinde kanat çırpan kuşlar, boğazını parçalıyordu Belgin’in. Çığlığının arasında yarım kalmış kelimelerle ünlüyordu:

“Kuşlar öldü, ….lar öldü, ….. öldü, …..üüüü”

Son kelimeleri olmuştu. Ağzından bir daha kimse ses duymadı. Gözleri evreni tararken boş alanda takılıyor. Kıpırtısız, tek noktada bakışını donduruyordu.

Böyle başlamıştı hikâyesi. Hastanenin en genç üyesi olarak kayıtlara geçmişti.

Belgin Cevher, on dokuz yaşında, kadın. Konuşmuyor!

İçinde kelimeler birbirine çarpa çarpa çarpık cümleler oluşturuyor, her cümleyle içi daha da genişliyordu. Sesine ulaşmıyordu. Kimsenin çare olamadığı yarasını ses almış kelimeler kanatıyordu.

Kitaplarla dostluğu bu sebeple başladı. Klinikteki odasının duvarlarında mürekkep insanlar geziyordu. Doktor Asuman’ın, o okusun diye getirdiği kitapların kahramanları, yazarları. Sessiz kelimelerin dünyasında dostluk kurmuştu onlarla.

Nesrin’e verdiği Ruhdanlık’ın ardından buruk gülümsedi Belgin. Onun az önce gövdesiyle ezdiği kasımpatıların ortasına oturup, defterine yazmaya başladı:

 

Beril’le sohbetimizi yarıda kesti Doktor Asuman. Hâlbuki Selin’i konuşacaktım onunla. Yarasını iyileştirebildi mi, diye soracaktım. Tedavi edilebilir bir yara mıydı bu eksiklik? Sızı, derinleştikçe ruhunu esir almadı mı diyecektim. Yarım kaldı. Akşama buluşunca sorarım artık.

Dün akşam yine resital vardı duvarımda; mürekkep insanlarımla. Önce Buket’le başladık. Parmağından damlayan lacivert mürekkeple Tuna’yı yazıyordu. Kenara dip not düştü: Ada’yı anlamadan Tuna’yı tanıyamazsın.

Defne’yi sordum heyecanla:

“Huzursuzluğu Mardin’de de devam ediyor değil mi; lütfen etsin. Defne huzursuz oldukça dünyanın huzuru artıyor.”

“Beklemelisin Belgin, az kaldı” dedi Buket.

Sır vermez turkuaz gözlüklerinin ardından göz kırptı.

Benim gözüm ise Aysel’e kaydı. Kenarda bekliyordu. Engin’in sancılarını sormak istedim ona. Aydın’ın, aydın bir birey olma yolunda ilerken nerede durduğunu… Ömer’i sormak istedim. Neden sevdin Ömer’i? Mim koydum buraya. Çünkü Adalet mürekkep damlayan parmaklarıyla karanlık baktı yüzüme.

“Onca yaşanmışlıklardan, sancılardan, olaylardan Ömer’i neden sevdiğine mi takıldın?” diyordu.

Diyemedim; “Sevme nedenlerimiz değil midir bizi en çok açık eden? Sevgiden yoksun ya da fazla olduğunda düşmüyor muyuz her türlü tuzağa? Ben anlasam sevme nedenini o zaman sonlanacak soru işaretlerim” diye.

Aysel’in hüzünle bakan iri gözlerinde yol aradım; ardına düşüp sarılayım diye. Sırtını döndü bana Aysel. Adalet’e bakıp onun mürekkebine bulandı.

Halide bir eli mürekkebe bulanmış, diğer elinde silahla kapkara kuşanmış dimdik yüzüme bakıyordu. Kaşları çatılmış, canhıraş anlatmanın peşinde vurgulu sesiyle konuşmaya başladı:

“Silkin, kendine gel. Uyan bu gafletten! Sana düşen hayati görevleri yerine getiremeyince, içine kaçmak yakışık almaz. Bir an evvel at üzerinden şarkın miskin tozunu. Cemalini aydınlığa çevir. Baktığın boş duvarı bana doldurtmak hanginize yakışır?”

Son cümlesinde yalnız bana bakmıyordu artık. Hepimiz yerimizde sallandık. Bu koğuşun çavuşu Halide’ydi. Kılı kıpırdamadan duran bir tek Sevgi’ydi. Hüzünbaz gülüş kondurmuştu dudağına. Tante Rosa’yı anlatmaya koyuldu soluk soluğa:

“Siz varsınız, hepiniz can buluyorsunuz Rosa’da. Üstünün örtülmek istemesi ondandı zaten. Duyulmasın istenen kadınlık halleri duyulduğu için. Halideciğim bir sakin ol sen de. Kadın kimliğini ispat etmek için onca erkek hegemonyasında dimdik durmuş kadınsın sen. Hepimiz birbirimizin ruhundan tamamlıyoruz varlığımızı. Belgin, buraya hem kendini hapsettin hem de bizi. Sanki yeterince hapislik çekmemişim gibi. Mürekkep kokusu da sevmiyorum ben. Onun seveni Buket. Eminim o bile bu hapislikten bıkmıştır. Az daha burada kalırsam Halide’nin elindekiyle göğsümden vuracağım kendimi. Tek atımlık kurşunu var o da araya gideceğine canıma değsin de bir işe yarasın.”

Sevgi susunca içimi ürperti aldı. Böylesi hüzün bakışlı kadından yalın gerçeklikte söylevler işitmek hepimizi sarstı. Duygu ile Mine birbirlerine bakıp gülümsediler yalnızca.

Duygu: “Namluyu göğsüne sürme Sevgi, adına yaraşır inceliklerin var senin. Bu tiradı ben atsam böylesi titremezdi kimse. Demek ki beklenilmeyen kişiden duymak daha etkili oluyor.”

Mine ise “Bir de bana deli derler, oysa herkes deli” deyip histerik kahkahasıyla bir kez daha ürpertti hepimizi.

Mürekkep insanlarımla bu akşamın konusu ne olacak acaba?

 

Defteri kapatıp, kalemi ağzına aldı Belgin. Dişlerinin arasında ezmeye başladı. Ağzına mürekkebin kekremsi tadı bulaşınca yüzünü buruşturdu.

Binanın penceresinde Doktor Asuman’ı gördü, doktor gülümseyerek dudaklarını işaret etti. Yarım ağız Belgin de gülümsedi. Dişlerinde mavi mürekkepten lekeler olmuştu.

Pencereden dalgın seyreden Nazmiye’ye el salladı, hızlı hızlı. Gülümsedi Nazmiye, elinde kağıtla o da el salladı. İlk geldiği ana göre daha iyiydi Belgin. İlaçlar, terapiler işe yaramadığı zamanlardan sonra kitapla tedaviye geçilmişti. Kelimeleri seslendirmeyi unuttuğu düşünülmüştü. Kelimelerden yeni dünya kurup, orada dillendirilmek isteniyordu. Kitapların dünyasına düşünce Belgin, sonsuz ummanda yeni dostluklar kurmuştu iç dünyasında.

Terapilerinden birinde cama konan kumruya gözü takılıp kalmış, anlamsız sesler çıkararak ruhunda kuş varmış gibi çırpınmaya başlamıştı. Yazdığı defterden ortaya çıktı;

“Orman yolunu tercih ettik. Çünkü ben öyle istedim. Son ses müzik kulağımda. Avaz avaz şarkı söyledim ormana. Kelimelerim kuşların kanadından gökyüzüne dağıldı. Sonra arandım. Çok sonra aklıma geldi. Ardımda yoktu. Su şişesi kapağı açılmış halde toprak yolu ıslatmıştı. Kendi yoktu. Bağırdım. Daha çok bağırdım. Boğazım yırtıldı ama cevap gelmedi. Yolun kenarındaki uçurumdan kuşlar havalandı birden. Bir sürü kuş. Kartal mıydı, karga mıydı, şahin miydi? Bilemedim. Uçurumdan aşağı baktım. Orada yatıyordu. Kırmızıya belenmiş. Daha çok seslendim, daha gür. Yanıt vermedi. Atlamak istedim aşağıya, dizlerim çözüldü. Telefon etmek istedim. Annem dedim annem, kuşlar, düştü, öldü…

Sonrası… Kelimeler kuşların kanadına takılıp, içime uçtu. Kanatları boğazımı kesti. Sustum. Sesim ruhumun katili. Sustum. Sesim annemin katili. Sustum.”

Belgin kendinin hâkimi olmuş, hükmü sesine kesmişti. Sesi yeniden geldi Belgin’in. Dünyayı incitmeden. Ağzının içinde çakıl taşları var gibi; kırık, naif, utangaç kelimelerle.
 
 
Özge Can
 
 

***

Belgin’in Kelimeleri, Özge Can’ın “Yara Bandı Tutmayanlar” öykü dizisinin dördüncü hikayesi idi.
 
Yara Bandı Tutmayanlar öykü dizisi, yeni hikayeler ile devam edecek.

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan