Şüyuu Vukuundan Beter

Mavi Dambıl

10 Şubat 2022

Öykü: Mavi Dambıl | Yazan: Diren Selimoğlu

 

“Ben dünyada iki kişiye güvenirim;
biri kendim diğeri sen değilsin.”
Con Air, Nicholas Cage

 
– Şimdi hangi yıldayız biz?
– 1948.

Hep sormak istediğim bir soruydu. Zaman makinesi falan olsa, geçmişe/geleceğe gitsem o günkü raflardaki gazeteye bakmak değil, bir insana “Hangi yıldayız?” diye sormak daha cazip gelirdi zaten. Ama ben zaman makinesi kullanmamıştım ki…
 

* * *

 
Uyandığımda çok erkendi. İzin günümü uyandıktan sonra tekrar uyuyarak geçirmek en büyük hobim. Erken saatte kalkmışsın, saate bakıyorsun evden işe giden metrobüse yetişmen için hemen çıkman lazım ama biliyorsun ki izinlisin. Tekrar uyuyorsun. Süper bir şey normalde. Ama bu sefer öyle olmadı. Ayağım yatakta bir şeye çarpıyordu. Soğuk ve sert bir şey. İrkildim ve yorganı tek hareketle kaldırdım. Gördüğüm şaşırtıcı ama korkutucu değildi.

Yine de korktum ister istemez. 1 tane 5 kiloluk, mavi dambıl vardı yatağımda. Üzerinde 5 kilo yazmasına rağmen elime aldığımda aslında 3 kilo civarı olduğunu hissettim ve olağanüstü olaylarda bile keklendiğimi düşünerek kendime lanet okudum.

Dambılın yatağıma nereden geldiğini düşünmeyi bıraktım. Çünkü çıkar yol yoktu. Çarşafları dün akşam değiştirmiştim bir kere. Ben yatarken yoktu yani. Gece yatarken biri koymuş olsa, 24 saat güvenlikli bir sitede bunun gerçekleşmesi imkânsızdı. Üstelik kapı içeriden kilitliydi. Hadi diyelim ki bütün bunları aştı koyan kişi… İnsan at kafası falan koyar ya. Dambıl ne amınakoyyim! Nedir ki mesajı yani?

Elimi yüzümü yıkadıktan sonra köşeye koyduğum dambılı aldım. 1 saat boyunca göğüs, omuz ve kol çalıştım. Değişimi hissetmiştim. Aynaya baktığımda gördüklerim inanılmazdı. Normalde tüm vücut geliştiriciler biraz çalıştıktan sonra hemen aynaya bakıp “Vay be hemen etkiledi” falan deyip kendilerini överler ya. Onun gibi değildi bu. Vücudum sanki 2 yıldır çalışıyormuşum gibi değişmişti. Dambıl nereden, nasıl geldi artık zerre düşünmüyordum. İyi ki gelmişti.

Vücudumu cümle aleme göstermek için kahvaltılık alma bahanesiyle bakkalın yolunu tuttum. Bakkalın olduğu sokağa girdiğimde etrafımdaki her şey kayboldu. Uyanmadan önce hatırladığım son şey buydu.

Uyandığımda iki adam bana bir deli gömleği giydirmişti.

Önümde duran kadın da bu gömleği sıkı sıkı bağlamaya çalışıyordu. Ben olayı dahi anlamadan, kendimden beklemediğim bir cesaretle “Çok sıkmasan olmaz mı? Ben uslu dururum hem” dedim. Kadın da benim açabileceğim şekilde gevşek biçimde bağladı. Kaçırılmıştım ama sözümü dinleyen insanlar da vardı. Birden bu durumdan keyif almaya başladım. Sonra beni maden ocaklarındaki vagonlara benzer bir alete bindirdiler. Karanlık bir tünelde hareket etmeye başladım. İple ve insan gücüyle çekiliyordum farkındaydım çünkü sabit bir hızı yoktu. Arada duruyordu falan. İnebilirdim aslında ama indikten sonra yapabileceğim bir şey yoktu. En azından bu vagon bir yere varacaktı. Hem merak da ediyordum zaten. Umarım tünelin ucu bombok bir yere çıkmazdı.

Tünelin sonunda beni iki adam karşıladı. Karşıladı dediysem yine sert şekilde tutarak diğerlerinin yanına attılar. 6 kişiydi diğerleri. Onlar da benim gibi deli gömleği içindeydiler. Beni buraya getiren adamlar geldiğim yeri güzelce kapatarak gittiler.

Hemen deli gömleğinden kurtulup “Arkadaşlar! Sizi buradan kurtaracağım! Neredeyiz bilmiyorum ama kurtaracağım!” dedim. Pek sallamadılar. Sanırım uzun zamandır buradalardı ve artık umutları kesilmişti. Çok pis gaza gelmiştim. Onların liderleri olmalıydım. Sonra arkadan sevimli bir kız sesi duydum. Nedendir bilmem sesin sahibi Pikachu* gibi geldi. O kadar sevimli ve sıcaktı. Arkamı döndüğümde sesin sahibinin bir pokemon değil, bir insan olduğunu gördüm. Burnu hafiften kedi burnu gibiydi ama 25 yaşlarında bir kızdı işte nihayetinde.

“Yardımım olmadan buradan çıkamazsınız” dedi. Lider olarak, “Sen de kimsin?! Nereden bileyim onlardan biri olmadığını” dedim. “Bunu tartışacak zamanımız yok! Bana güvenmelisiniz” dedi. Liderliğim yalan olmuştu. “E hadi bakalım ne yapacağız?” dedim. Diğerlerini çözdüm önce. “Onlar hayatlarından bezmiş zaten, gerçek hayatlarını unutmuşlar. O yüzden onlarla sen ilgileneceksin” dedi.

Diğerlerinin gömleklerini çözerken bir pencere fark ettim. Nerede olduğumuzu öğrenmek için camdan baktım.

Gördüğüm yer Galata Köprüsü’ydü. Ama bir farklılık vardı. Böyle eski İstanbul fotoğraflarına baktığınızda gördüğünüz kareyi gördüm. Ama fotoğraf değildi. Bayağı bayağı eski İstanbul’a bakıyordum. Bu durum hakkında kedi burunlu kadının bilgi sahibi olduğundan emindim ama götü kalkmasın diye sormuyordum. Nasıl olsa sonra anlatacaktı. Ben de “Nasıl, niye?” gibi soruları bırakıp sanki her gün zaman yolculuğu yapıyormuşum gibi sordum:

– Şimdi hangi yıldayız biz?
– 1948.

Hep sormak istediğim bir soruydu. Zaman makinesi falan olsa, geçmişe/geleceğe gitsem o günkü raflardaki gazeteye bakmak değil, bir insana “Hangi yıldayız?” diye sormak daha cazip gelirdi zaten. Ama ben zaman makinesi kullanmamıştım ki…

Ben daha bir şey demeden “Yolda anlatırım” dedi. “Yok ben zaten şeyapmadım o kadar yeaa, şey değil yani” falan dedim. Hesapta her şeye hakimim havası vermeye çalışıyordum ama bi’ boktan haberim yok tabii.

Biz kedi burunla önde, diğer rehineler arkada ilerliyorduk.

Başladı anlatmaya:

– Sözümü kesmeden dinle. Şimdi abi, olay hem çok basit hem de çok karışık. 3428 yılında hobisi vücut geliştirme olan bir Amerikalı bilim insanı bir dambıl yaptı. Ama bu dambıl bildiğin dambıllara benzemiyor. İşe yaraması için eline alman bile yeterli. Harekete falan gerek yok anlayacağın. Eline aldığın anda vücudun gelişiyor. Yalnız bu dambılların başka bir özelliği daha var. Christian Kuber adlı herif, bu özelliği bilerek yapmamış ama. Ne olduğunu anladın herhalde. Bu dambılları kullanan bir süre sonra zamanda hareket ediyor. Christian Kuber bu özelliği 1933 yılına gittiğinde anladı. Tekrar aynı dambılı yapması 15 yılını aldı. Bu süreçte bir Türk, Kuber’e yardımcı oldu. Bu ilginç zaman makinesinin çok önemli bir hatası var ama. Ya dambılı kullanan zamanda hareket ediyor ya da dambılın kendisi. İkisi aynı anda hareket edemiyor. O yüzden Kuber 1933 İstanbul’una geldiğinde dambılı tekrar yapmak zorunda kaldı. 2 hafta önce de ona yardım eden Türk zamanda yolculuk etmek istedi ama kendisi yerine dambıl hareket etti. O da 2012 yılında sana geldi.

– Hafız çok soru sorasım var da hangisini sorsam bilemedim. Bu dambılın zaman-mekan ayarı yok belli ki. E bu adamlar nasıl 2012’ye gelip beni aldılar?

– Sözümü kesme dedim lan. Neyse. Kuber bu dambıldan tek yapmadı. 3 tane yaptı. Yaptığı 2 dambıl da zaman-mekan ayarlıydı. Türk yardımcısının kullandığı dambıl da 21 Aralık 2012’nin İzmir’ine ayarlıydı. Ama yanlış kullanıldığı için İzmir-Şirince yerine senin evine geldi. Kıyametin kopmadığını bile bile Şirince’ye gelmek istemesinin nedeni ise tam o tarihte ve o saatte havadaki oksijeni bir tüpe hapsetmek ve o oksijenle bir takım deneyler yapmak. Şimdi sen “21 Aralık’ta bir şey olmadı yeaa” diyorsun ya. Oldu aslında. Çok şey oldu. Ama kimse farkında değil. Bir 100 sene de farkında olmayacak kimse zaten. Neyse. Evet şimdi sor bakalım ne soracaksan.

– Sen kimsin? Bütün bunları nereden biliyorsun? Burnun niye kedi burnu gibi?

– Adımın önemi yok. Kedi burun diyebilirsin bak. Bütün bunları nereden bildiğime gelince. Şimdiye kadar tahmin edersin sanıyordum ama fos çıktın. Ben Kuber’in yardımcısının torunuyum. Dedem geçen haftaki olaydan 1 sene sonra tekrar Kuber’le çalışmaya başladı. Sonra da yanıma geldi. Yani 1999 yılına. O zaman 11 yaşındaydım. Olanları birer birer anlattı. O günden sonra dedemin yardımcısı oldum. Dedemin yaptığı hataları düzeltmeye başladım zaman içerisinde. Misal eğer ben şimdi gelmeseydim Kuber seni öldürecekti. Ona kalsa insanlık için olacaktı bu ölüm. Deney falan. Ama gidecektin işte pisi pisine.

– Peki senin gerçek hayatın? Belli bir zamana ait değil misin sen?

– Şu an 24 yaşındayım. 2013 yılında yani. Ama herkes beni kayıp sanıyor. Ölmüş ya da.

– İyi ki ölmemişsin ne diyeyim.

 

* * *

 
Yemeği hangi yılda yedik bilmiyorum. Etrafta uçan araba yoktu ama ileri bir tarihte olduğumuzu 3. köprüden anladım. Diğer tutsaklar da kendi yıllarına gitti. Nasıl gitti hiçbir fikrim yok. Ben tuvaletteyken oldu. Yemekte körili tavuk yedik. Yanında da jalapeno biberi. Keyifliydi.

– İleride bir gün tekrar karşılaşırsak sana portekiz usulü tavuk yedireceğim. O yüzden yatağında dambıl falan bulursan mutlaka kaldır havaya.

– Şüphen olmasın.
– …
– Keşke çok daha önce, çok daha farklı şekilde karşılaşsaydık.
– …
– …
– Benim gitmem lazım.
– Ben nasıl gideceğim?
 

* * *

 
Mahallede gözümü açtığımda yanımdaydı ama onunla konuşamadan kayboldu.
Karnım toktu ama evde su yoktu. Su almak için markete girdim; Nutella, kaymak, süt, kepek ekmeği ve yeşil soğan alıp çıktım. Su almayı unuttuğum yarı yolda aklıma geldi. Dönmedim.
 

* * *

 
–  Peki senin gerçek hayatın? Belli bir zamana ait değil misin sen?
– Şu an 24 yaşındayım. 2013 yılında yani. Ama herkes beni kayıp sanıyor. Ölmüş ya da.
–  İyi ki ölmemişsin ne diyeyim.
– Başka sorun yok mu?
– Aç mısın?
 
 

Diren Selimoğlu

 
 

Referanslar ve Kaynakça:

  • Pikachu, 783 hayali Pokémon karakteri içindeki Pika türünden çıkmış bir Pokémon’dur. Kolaylıkla fark edilen özellikleri; sarı tüylerinin ve sırtında kahverengi çizgilerinin olmasıdır. Yanaklarındaki kırmızı noktalardan elektrik salınımı yapar. Vücudundaki elektriğin yayımı sayesinde çeşitli saldırılarla genellikle karşısındaki rakibi geçici olarak felç eder. – Vikipedi    ⇡⇡⇡

 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Burak Süalp 10 Şubat 2022 at 14:59

    Sevgili Diren, yukarıdaki öykünü henüz yayına hazırlanırken okuma fırsatı bulduğum için kendimi şanslı sayıyorum. Kurguna da yazım diline de bayıldım. Umarım kaleminden daha çok öyküler okuruz.
     
    Aramıza hoş geldin. Yolumuz açık olsun!

    • Yanıtla Diren Selimoğlu 11 Şubat 2022 at 16:08

      Bu güzel yorumun için gerçekten çok mutlu oldum. Çok çok teşekkür ediyorum 🙂

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 11 Şubat 2022 at 19:07

    1948-2012-2013-24 yaş-…
     
    Okuduktan sonra; bu tarihlerin, kaç yaşında olduğumun bir önemi kalmadı. Şu andan başka hiçbir şey gerçek değil gibi. Zaman algım oynadı sanırım. İyi geldi 👌🏻

    • Yanıtla Diren Selimoğlu 12 Şubat 2022 at 11:27

      Çok çok teşekkür ederim (:

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 12 Şubat 2022 at 08:52

    Derincim, öncelikle aramıza hoş geldin 🤗
     
    Dergiye yolladığın ilk öyküler mailime düşüp de okuduğum anda kalemin ve aramıza katılacak olman heyecanlandırdı.
     
    Şüyuu Vukuundan Beter
     
    Köşenin ismi bile başlı başına olay. Bu deyimin anlamını dahi bilmiyordum. Sen köşe adı olarak bunu seçtiğini yazdığında ne demek olduğunu araştırdım. “Bir şeyin dedikodusunun yapılması, lafının çıkması; onun gerçekleşmesinden daha kötüdür” anlamına geliyormuş 😁 Harika! Eminim çok keyifli hikâyeler okuyacağız bu başlık altında 🙃
     
    Yıllarca birlikte yol almak dileğiyle…

  • Yanıtla Diren Selimoğlu 12 Şubat 2022 at 11:33

    Çok mutlu oldum yorumun için Didem (: Yazılarımı beğendiğin için de ayrıca onur duydum.
     
    Ben de burada olduğum için çok heyecanlı ve mutluyum. Köşemin adını hem kulağa hoş geldiği için hem de anlamı tam benim tarzımı yansıttığını düşündüğüm için tercih ettim. Beğendiğin için çok çok teşekkür ediyorum (:
     
    Yıllarca birlikte yol almak dileğiyle (:

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan