Sentez

Neyse Halin Çıksın Falın

5 Kasım 2022

Öykü: Neyse Halin Çıksın Falın | Yazan: Özge Can

“Elim ayağım titriyor artık, hadi ya araya alıversin beni.”

“Kızım falcıda da torpil istenmez ki az sabır yahu.”

“Sabırsızlanıyorum; bunu çözmem lazım, ya aldatıyorsa beni? Her şey söyleyeceklerine bağlı.”

“Üçte üç mü yapacağız yani?”

“Yok be o ikisi şarlatanmış gördük işte. Ağzımdan laf alıp allayıp pullayıp geri bana satmaya çalıştılar. Bu da olmazsa zaten iç sesimi dinleyeceğim. Sen söyle ne yapayım Hatice?”

“Bekleyip göreceğiz Funda! Gelir birazdan.”

Kızılay’da meydanı gören iş merkezlerinin birinin terasında hayatını falcı Suphi’nin diline teslim etmek için bekliyordu Funda. Kent yaşamının temposunda çareyi kimi terapistte, kimi sporda, kimi meditasyonda kimi de Funda gibi falcıda arıyordu. Ferini kaybetmiş güneş sırtından vururken gökyüzü turuncuya bezenmişti de Funda kör, Funda bir damla suda boğulmuş hâlde önünü bile göremiyordu.

Ters çevrilmiş fincanın üzerine yüzüğü koymuş, dik dik karşıya bakarken parmağıyla da yüzüğü çevirip, fincanın soğuyup soğumadığını kontrol ediyordu.

“Bu yüzük ya bir daha çıkmamak üzere parmağa geri takılacak ya da biliyorsun işte. Peri masalı son bulacak.”

Korkunun kokusunu giyinmiş bedenini, sigara dumanıyla tütsülüyordu. Üç beş nefeste sigaranın sonunu görüp közü kömür olmuş izmariti zoraki söndürüyordu. Suphi gelene kadar kahve fincanı hariç her şeyi masaya birkaç tur devirmeyi başarmıştı.

Suphi masaya gelebildiğinde Funda uzun tırnaklarıyla masada ritim tutuyordu. Suphi’nin doygun tonlu merhabası ile yerinden sıçradı. Dizi masaya çarptı. Çarpmanın etkisiyle hem fincandaki yüzük düştü hem de masanın altından metal bir şey yere düştü. Fincan hâlâ sapasağlam duruyordu. Suphi yüzüğü alıp Funda’ya uzattı.

“Takabilirsiniz yüzüğü geri.”

Funda parmak uçlarında tuttuğu yüzüğü sıktı. İçine yakıcı, dingin değişik bir his kapladı. Adını koyamadı belirsiz hissin; ‘umut’ belki.

Suphi göğsüne kadar uzanan kırçıllı sakalının uzundaki boncuğu ovalayarak fincana uzandı. Tabağa yapışmış fincan birkaç hamle de kurtuldu. Tabak masaya çarpınca yine yerinden sıçradı, yine dizi masaya çarptı Funda’nın. Tabaktaki telve masaya döküldü. Gözünü Suphi’den almadan peçeteleri el yordamıyla alıp kara delik oluşmuş alana bastırdı. Suphi gözü fincanda anlatmaya başladı.

“Üçüncü durağınız olmuşuz bugün. Sıkkınlık sarmış içinizi. Bakın bakın kendiniz de görebilirsiniz; ellerinizle kendi boğazınızı sıkıyorsunuz.”

“Aaa, evet yüzük de var orada sanki değil mi?”

“Yok o yüzük değil. Parmağını ters bükmüşsün. Hem de yüzük parmağını. Ağır mı geldi bu nişanlılık? Sanki seni boğan bu.”

“Evet, çok hem de. Kararımı sorgularken her şey dingin, berrak bir deniz gibi önümde aksın istiyorum. Fakat Cengiz -nişanlım- karanlık ruhlu biri. Fırtınalarla savaştırıyor beni, bizi. Siz bakın bakalım orada Cengiz yalnız mı?”

“Başkası var.”

“Nee? Bak dedim ben başkası var dedim” diyerek yüzüğü masaya vurdu funda. Suphi istifini bozmadan fincana bakmaya devam ediyordu.

“Cengiz’in değil senin yanında başkası var. Başka bir erkek. Arkası kuvvetli. Sırtını çınar ağacına dayamış, sana tam dönmüş. Ellerini uzatmış. Bir an var gitmek için. Ayağın havada ya ona gideceksin ya da geri adım atacaksın.”

“Ay ne münasebet! Öyle kimse yok. Ben öyle bir kadın değilim. Ne biçim şeyler söylüyorsunuz siz öyle? Kalkar giderim şimdi. Şahsıma hakaret edin diye bir fincan kahveye o kadar para vermedim herhalde.”

“Özel ilişki demedim ki neden sinirlendiniz bu kadar? Belki babanız, belki ağabeyiniz. Güvenli biri sizin için.”

“Ay desenize en baştan siz de heyecanlandırdınız beni burada.”

“Çok fazla erkek var etrafınızda. İş hayatınız olabilir. Ayırt etmesi zor. Burası erkekler geçidi, birçoğu da yüzüklü. Cengiz’in tipik bir özelliği var mı? Ona yoğunlaşayım.”

“Uzun. Neredeyse iki metre! Bir de başı gözdesinde top gibi kalır. Küçüktür yani.”

Bacağı masanın altında sallanıp duruyordu Funda’nın. Ayakkabısının topuğu her sarsıntı da yeri yalayıp geçiyordu ve her seferinde dizi masaya çarpıyordu. Dizinin üstü kızarmaya başladı, kaşınmaya da aynı zamanda. Suphi sakalında oynayıp durduğu boncuğu düşürdü.

“Sarsıntınız her yeri vurdu bakın. Ne masa kaldı ne ben. Sakin olun lütfen. Negatif auranız Ankara’yı yakacak.”

“Su içeyim ben. Su, su en iyisi. Bakar mısınız? Su istiyorum, bir de limon dilimi. İçine karanfil de atabilir misiniz? Size bırakıyorum, teşekkürler. Devam edin lütfen, dinliyorum.”

“Cengiz’in yanında kısa boylu bir kadın var. Kalıcı değil fakat çok da geçici değil. Ona kapılmış.”

“Demiştim bak Hatice gördün mü? Demiştim! Biliyordum hissediyordum.”

Hırsla elini masaya vururken yüzüğü yere düşürdü Funda. Eğilip alacağı zaman yerde ayağının dibinde küçük mikrofon tipi bir şey gördü. Masanın alt yüzeyine baktığında birkaç tane daha aynı mikrofondan bantla tutturulduğunu fark etti.

Yerdeki mikrofonu alıp Suphi’nin içinde kaybolduğu fincana attı.

“Paramı geri verin çabuk. Tüm Ankara’ya rezil ederim sizi. Hatice masanın altının fotoğrafını çek sen de. Derhal paramı istiyorum.”

Hızlıca ayağa kalkıp sandalyeyi itti. Yerden yüzüğünü alıp parmağına geçirdi. Telefonun ekranı yanıp sönmeye başladı. Açtı Funda.

“Aşkım geliyor musun? Gelinliğe bakmaya gideceğiz.”
 
 
Özge Can
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan