Yıldız Tozu

Birinci ile İkinci

15 Aralık 2021

Yazı: Birinci ile İkinci | Yazar: Sıla Malik

“E ne yani? Bu kadar mı? O kadar yolu, bir de üstüne soğuğu sırf bunun için mi çektik?” dedi huysuz ama bir o kadar da sevimli mi emin olamadığımız birinci karakter.

Ah, doğru. Hemen açıklayayım neye bu kadar tepkili olduğunu. Biricik arkadaşı İkinci karakter onu sonbaharın hafif soğuğa çalan ancak gündüzleri kısa kollu dolaştıran bir gününde, gizli bir güzelliği görmeye gitmeye ikna etti. Amaç güneşin batarken yarattığı o biraz mor, çokça turuncu, en sonda da ateş kırmızısı görüntüsünü izleyerek anın keyfini çıkarmaktı.

İkinci karakter bunların hayaliyle çekti tüm yolu. Sesini bile çıkarmadan. Zira hava güneşin yavaş yavaş etkisini yitirmesiyle serinlemeye başlamış, içleri hafif bir titremeyle ürpermeye başlamıştı.

Birinci karaktere de söylenmek için fırsat doğdu tabii ki. Bu havada sahile neden inilirmiş, soğuğu yedikleri yetmezmiş gibi hasta da olacaklarmış, manzara keyfine ne gerek varmış, günmüş bu. Her gün yeniden doğar yeniden batarmış.

Biri kendi alemindedir, diğeri söylenmekle meşguldür ama hep böylelerdir bu ikisi.

Biri amansız romantik gibidir, hani gizli güzelliktir derdi. Diğeri tam bir kurallar insanı. Her şeyi açıklayan şeyi bulur da şu canım arkadaşının haline bir anlam veremez. Zira beyhudedir ona göre çabası.

İkinci karakterimize göre Birinci “masallar diyarında” yaşar. Oysa Birinci karakter de farkındadır Dünya’nın, en az İkinci karakter kadar. Gel gör ki Birinci karakter içinde İkinci “Olumsuzluklar mağarasında bir pesimisttir” Oysa İkinci karakter dışarıya huysuz içten içe güzellikleri arayan bir yalnızdır sadece. Belki bilmez kendini ifade etmeyi belki de öğrenememiştir güzelce sevmeyi.

Birinci karakter sabahları sever, ilk işi perdeleri açmaktır sonuna kadar. Gün ışığı önemlidir insan için, D vitamini sonuçta. İkinci karakteri kaldır kaldırabilirsen orası ayrıdır da hadi kalktı diyelim. Tamam şimdi eleştiremeyeceğim, karanlıkta kalkıp işe gidiyor insancağız. Onun ilk isyanına hak vermemek ayıp. Belki de gıcıklığı bundandır Birinci karaktere. Ondan saatler sonra kalkıp güne başlıyor diye.

İşleri şanslıyız ki farklı karakterlerimizin. Zorunlu iş arkadaşlığı yok aralarında anlayacağınız. Onlarınki daha çok çocukluğa dayanır. Yıllardır bu kadar zıt olup beraber kalmayı beceren bir mıknatıslar var sanırım.

Değişmeyen gelenekleri vardır mesela. İkisi de keyif alır bu durumdan üstelik. Perşembe günleri işi erken biter İkinci karakterin. İşten çıktığı gibi soluğu yıllardır gittikleri restoranda, cam kenarındaki iki kişilik masada alır. Birinci karakterin işten çıkmasına bir saat vardır. Bir kahve söyler kendine. Kahve yarılanana kadar gelip geçeni izler, kim nereli tahmin etmeye çalışır. Bir de huyu vardır –yıllardır iyi dayak yemedi- özellikle bakar insanların yüzlerine. Neymiş, anlamalıymış ne hissediyorlar, telaşları ne. Kaç defa dil döktü Birinci karakterimiz ama nafile. Çatık bakışlarıyla süzmeli illa yüzleri.

Baktı ki yarıladı kahveyi, alır eline gazeteyi. Birinci karakterin gelmesine kalmıştır ya yarım saat ya da yirmi dakika. Yeter onun gazetesini okumasına. Bakın burada karışır işler işte.

Birinci karakterimiz çıkar işten. Mutludur, bir günü daha bitirmiştir ve arkadaşını görecektir. İkinci karakter ise aynı dakikalarda okuduğu her satırla iyice gerilir.

Bu nedir? Ülke, nasıl izlendiğine anlam verilemeyen diziler gibidir. Sinirlenmeyecektir de ne olacaktır. Birinci karakterimiz ise yiyeceği yemeği düşünmeye başlamıştır bile. Tüm gün mesaide yoğunluktan ağzına bir lokma sürmemiştir.

Birinci karakter restoranın olduğu sokağın köşesinden girer, İkinci karakter son satırı okur. Biri açtır, diğeri kızgın. Kahvesi de iyiden iyiye soğumuştur. Tam söylenecekken girer içeri Birinci karakter.

İçten içe biraz olsun rahatlamıştır İkinci karakter. İlk yarım saat normaldir. Günlük telaşlarından konuşurlar. Bir haftadır görüşememişlerdir, neler yaptıklarından bahsederler. Ardından yemekler gelir yanında klasik birer kadehle.

Çok değildir merak etmeyin. Hafta sonu yaklaşsa da haftanın sonu değildir daha. O yüzden uzun bir akşamda yavaş yavaş yudumlanır içkiler. Önce gözler doyar sonra karınlar. Sohbet koyulaştıkça iş döner dolaşır gelir o eşiğe. Gündeme değinmeden olmaz der İkinci karakter. Birinci karakter ise bundan hoşlanmaz oldu olası.

Yahu der. Herkes gerçeğin farkında, biliyoruz durumu. Ancak bak bu kadar geliyor elimizden. Düşündükçe sinirlenmenin sinirlendikçe düşünmenin ne faydası var. Kalmış şurada ne kadar ömür? Karartmaya değer mi keyifli geceyi!

Haklıdır aslında. Farkında olmadığından ya da görmezden geldiğinden değil de ruhuna amansız bir kara leke gibi dağıldığından istemez konuşmayı o. İrdelemek, deşmek çözüme götürmez ona göre. Yapılması gereken bellidir, zamanı geldiğinde yapacaktır. Sonuçta milyonluk ülkenin tek bir vatandaşıdır. Sorumluluğunu yerine getirecektir, yeri geldiğinde.

İkinci karakter bunlara daha çok sinirlenir. Ona kalsa o gece o masada ülkeyi kurtarmıştır. Fakat kaç masada daha ülke kurtarılıyordur o gece aslında, farkında değildir. Enseyi karartmayı sevmez ama gerçeklerin kara olmak gibi bir huyu vardır, bir de bulaşır her yere kömür karası gibi. Gereksiz diyemeyiz de yeri midir? İşte onu sorgulayabiliriz.

Bir şekilde biter o gece. Hararet de konuşulanlar da o masada kalmışçasına çıkarlar restorandan. Kol kola, birbirine destek olarak.

Birinci karakterimiz bakar gökyüzüne, şanslarına o gece berrak bir lacivertliği vardır göğün. Şehrin kirli ışıklarına da meydan okuyan bir iki parlak yıldız.

Çeker içini seslice. Kaldırır elini yavaşça göğe. “Bak” der. Her şeye rağmen parlıyor yıldızlar. Güneşin birkaç saat sonra doğacağını bildikleri halde parlıyorlar.

Birinci karakterin şairane aşkına hem hayrandır hem de içten içe gıcık İkinci karakter. O da kaldırır başını göğe. İçinde bu kadar sıcak bir his oluşmamıştır. “En parlak oldukları zaman da bir bakıma öldükleri andır ama, ya ölüyorlarsa?”

Elinde değildir bu ihtimali düşünmek. Çoğu zaman istem dışı beliriverir zihninde bu düşünceler. Birinci karakter haklıdır, pesimisttir İkinci karakter. Renkler sorulduğunda bundan mıdır verdiği ilk cevap siyah ve beyazdır. Onlarca renkten bu ikisini saniyesinde söyleyiverir. Hızına şaşarsınız. Bir de yanında sinirden köpüren Birinci karaktere.

Şimdi derseniz ki; “E niye bunların ikisi arkadaş?” İkisi de birbirine gıcık diye. Etrafınıza bir bakmanızı öneririm. Tanıdık çok sima göreceksiniz, buna eminim. Ya pesimist İkinci karakteri bulacaksınız ya da sözde masal diyarında yaşayan Birinci karakteri.

Onlar her yerdeler, biziz, sizsiniz. Kızabiliyor muyuz? Hem çokça evet hem de çokça hayır. Kendileri bile biliyorlar neyin ne olduğunu. Değişmeyi istemiyorlar ya da değişmeliler mi? Bakın ben bile düştüm karmaşık bir ikileme.

Onlar nasıl düşmesin.
 
 
Sıla Malik
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 16 Aralık 2021 at 15:13

    Bir dostum “İyimserlik, başlı başına bir erdemdir” demişti ama kötümser bakış açısını yok etmeye çalışmak da boş bir uğraş hatta imkansız. Bazen bardağın boş tarafını görmek de işe yarayabilir. Yaşamdaki zıtlıkları yazmanızı çok isterim, eminim okuması çok keyifli olacak.

    • Yanıtla Sıla Malik 29 Aralık 2021 at 14:31

      Zıtlıkların kendini her yerde belli ettiği günümüz dünyasında onlara ayak uydurmak hatta bu iki kutbun özelliklerinden keyif alabilmek önemli olan. Yaşamdaki zıtlıklar önerinizi dikkate alacağım. Yorumunuz için çok teşekkür ederim.

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan