Martan'ın Sepeti

Kader

27 Nisan 2019

Öykü: Kader | Yazar. Zeynep Mete
Daktilonun tik takları yorgun bedenine ninni gibi geldi, içi geçmek üzereyken; “Şuraya bir bilgisayar lazım, unutmadan almalı” diye düşündü. Oturduğu koltuğa, minicik ayaklarını zayıf bedenine çekerek kıvrıldı. Uyku serin ve gailesiz kollarıyla işte oradaydı, itirazsız teslim oldu.

Düşünde uzun yıllar öncesine ait bir hengamenin içindeydi, annesi; “Hayır! Hayır, benim kızıma iftira ediyor, böylelerinin yaşamasına bile izin vermemeli ,alçak kadın,” diye bağırıyor, araya girenler hengâmeden nasibini alıyor, o ise sessizce sanki bir maçın setlerini takip edermiş gibi; kafasını seslere göre bir o yana, bir bu yana çevirip bekliyordu.

“İlk ne zaman?” diye düşündü düşünde… O kendini bildi bileli yakalanmamak için düşlerinde düşünürdü çünkü uyanıkken düşünmek zaman işiydi. Üstelik düşünmek diğer başka şeyleri askıya almak, çakılı kalmak demekti. Oysa ne zamanı, ne de olduğu yerde çakılıp kalmaya niyeti yoktu…

Yaşamını tek bir şey için kurmuştu ve onun için yaşadı, yoksa ölüm hep bir adım ötede üstelik bedelsizdi. Ortalığa saçılmış karmakarışık zaman ipini en geriye sarabilse, o güzeller güzeli annesinin dikkatini birazcık çekebilseydi belki de şimdi bambaşka düşünürdü fakat iş işten geçmişti artık.

Ablası öyle miydi ya?

O daima annesinin biricik kızıydı. Kaç kere onları yanak yanağa, kulak dudağa fısıldarken görmüştü. Evde yokken bile annesi ona kalmıyordu, çünkü ablasıyla ya yazışıyor ya da telefonla konuşuyorlardı. Babası? Babası çoktan hepsinden vazgeçmişti, bir sus yemininde nöbetçiydi o! Yalnızca para için kavga edildiğinde bağırır ve kapıyı aniden çarpıp giderdi.

Canı sıkılıyordu, başı ağrıyordu, okulu dersleri biraz seviyordu ama aklı annesiyle ablasına kayınca okul da tatsızlaşıyor, hep evde olmak istiyordu. Eve gelmek sorunları çözmüyordu aslında, bu kez de akşamlar hiç bitmiyordu. Ne zaman varlığını belli edecek ufacık bir eyleme girişse ya yok sayılıyor ya da “Odana git!” diye uyarılıyordu.

Bir gün ablasını annesine gizlice para verirken gördü, babası annesine hiç para vermezdi, hatta bu yüzden hep tartışırlardı. Annesi çok sevindi, ağladı bile, bu parayla neler neler alacaktı, sarıldı ablasına, güzel sözler söyledi sonra. Annesi ablasını seviyordu, onu değil.

O zaman düşündü işte.

Hem uzun uzun düşündü. Derste düşündü öğretmene yakalandı. Parkta düşündü bekçiye yakalandı. Sokakta düşündü komşulara yakalandı ama hiç annesine yakalanmadı düşünürken. Herkes “Bir hâl var bu çocukta,” dedi, annesinin kulakları ablasının sesiyle dolu telefondaydı, kimsenin dediğini duymadı ne yazık ki… Olsun, o da gizli düşünmeye karar verdi. Kimse görmemeli, duymamalıydı düşündüğünü. Buldu çaresini uykuda düşünecekti, öyle de yaptı, sonraları hep uykuda düşündü.

Sonunda günlerden bir gün parası olursa annesinin, ablasını sevdiği kadar onu da seveceğini akıl ediverdi. Ama nasıl? Onun hiç parası yoktu. Ablası gibi çalışmıyordu, o daha çocuktu. Buldu!!! Para biriktirecekti. Başaramadı, verdikleri harçlıkla anca kahvaltı ediyordu. Kahvaltı etmemeye karar verdi, evde yiyecekti. O da olmadı; sabah ne annesi ne kendi uyanamayınca okula geç kalmamak için okulda kahvaltı ediyordu. Evden bir şeyler götürmek istedi, götürecek pek bir şey bulamadı, bulsa da vakit yoktu hep geç kalıyorlardı. Kahvaltı etmeden de duramadı, acıkıyordu, hem başkaları bir şeyler yedikçe daha çok acıkıyordu.

Denize gittikleri bir gün, bir amca ona kabindeki delikten onu izlemesine izin verirse para vermeyi vadetti, çok korktu, kabul etmedi. Günlerce unutmak için, düşünmemek için uyumadı, hasta oldu, annesinin kulağı onda değil yine telefondaydı, hastalık bile işe yaramamıştı.

Bir gün okulda ders arasında bahçede bir miktar para buldu.

Önce götürüp öğretmenine vermeyi düşündü, sonra vazgeçti. Kimse görmemişti, vermiyecekti. Parayı alan eli ateşler içinde yanıyordu, sonra karar verdi soran olursa verirdi. İki üç gün bekledi, kimse sormadı. Sonraki günler bahçeden ve sınıftan en son çıkmaya, sahibi olmayan, kimsenin sormadığı paraları toplamaya başladı. Çok sonraları; bulduğu paraları kaybedenler söylese, sorsa da sesini çıkartmamayı da öğrendi. Hatta bir keresinde sıranın üstünde kalmış bir parayı almayı başarı saydı kendine. Bir kaç yıl içinde; kimsenin olmadığı, görmediği zamanlarda arkadaşlarının çantalarına bıraktığı harçlıklarını almakta da bir sakınca görmez hale geldi. Bunu yaparken annesinin kendisine sarıldığı ender zamanlardaki gibi kalbi tatlı tatlı, heyecanla çarpıyor, içi kıpır kıpır oluyordu.

Anne, babasının pazar parası için kavga ettikleri bir sabaha gözünü açtığında; babasının kapıyı çarpıp gitmesinin ardından, annesi hıçkırıklara boğularak ağlarken usulca yatağından kalktı. Çaldığı paraları sakladığı yerden çıkardı, annesinin ağlamasının bitmesini bekledi, bütün parayı kahvaltı masasına boca etti. Annesi “Nerden buldun bunları?” diye sordu büyümüş gözleriyle. “Biriktirdim” dedi gururla.

Annesi boynuna sarıldı, yeniden ağladı, ona övgüler yağdırdı, onu ne kadar çok sevdiğini söyledi. Kulakları uğulduyor, başı dönüyor, midesi bulamıyordu. Beklediği gibi olmamıştı, annesinin ona sarılması değil de ağlamasının onu daha çok mutlu ettiğini fark etti. Bundan sonraki günler öğretmeni annesini uyarsa da, kavga edecek hale gelseler de; bu yüzden okulu, arkadaşları değişse de durum değişmedi. Annesi inanmıyordu kimselere; “Çalsa evden de çalar, her şeyimiz açıkta. Hem biz ona harçlık veriyoruz, niye çalsın?” diyordu. Artık iyice emindi; annesi onu savunuyor diye değil de tüm bunları konuşurken ağlıyor diye çok mutluydu hatta seviniyordu.

Bahçeden, sınıftan, sokaktan, eve gelen misafirlerden ya da gittikleri evlerin sahiplerinden yürüttüklerini hep biriktirdi. Bazen harçlıklarından da arttırıyordu. Annesi ne zaman ağlasa damarları tutuşarak dinliyor, tırnaklarını avucuna batırıp bazen elinin üstünü ısırarak gülümsüyor ve ağlama krizleri bitince paraları annesinin önüne koyuyordu.

Bir akşam annesi ve ablası bir daha dönmemecesine evden gittiler.

Gitmezden az evvel biraz büyüyünce gelip onu da alacaklarını da söylemeyi ihmâl etmediler. O hep biriktirdi ve bekledi. Ama ne gelen ne de arayan oldu. Babasını da kaybetti, o da bir gün ardında iki satır yazıyla çekip gitti. Kimse sahip çıkmadığı için büyüyene kadar yurtta kaldı.

Sanılanın aksine okudu, meslek sahibi oldu ama yürütmekten hiç vazgeçmedi. Ailesini bir daha hiç görmedi. Yalnız ne zaman biri ağlasa ya da o birini ağlatsa annesinin güzel yüzünü ağlayanların göz bebeklerinde görür oldu. İşte bugün de buraya onun için geldi,annesi için…

Büyüdüğü yurdun müdürü bu sabah onu aradı, yıllar öncesinden başlayan annesini arama serüvenlerinde galiba bir gelişme olmuş, sona yaklaşmışlardı, gelmeliydi, konuşmalı ve bir karar vermelilerdi. İşlerini halletmek için izin isteyen ve bekledikleri haber kaynağı gelene kadar burada dinlenmesini söyleyen müdür gürültüyle odaya tekrar döndüğünde, gözlerini açıp düşünmeye ara verdi.

“Annenin arkadaşıymış bu hanım,” dedi müdür. “Sanırım anlatacakları hoşuna gitmeyecek.”

Sakince arkasına yaslandı yeniden.

Yaşlı kadının sık, kesik nefes aralarının eşlik ettiği oturma serüvenini izledi. Kadın bir bakımevinden geliyordu ve anlattıklarına göre; beş yıl kadar önce annesini sokakta perişan bir halde bulmuşlar, uzun zaman tedavi görmüş fakat iyileşememiş, bir gece balkon kapısını açıp “Tamam, geliyorum, bekle Kader,” diyerek atmış kendini aşağıya, oracıkta can vermiş.

“Kötü kader” diyordu kadın ağlayan gözbebeklerinde annesinin silüetiyle. “Sonunda zavallıyı teslim aldı.”

Çantasındaki tüm parayı çıkarıp müdürün masasına bıraktı. Buraya bir bilgisayar alalım artık, birazını da ona ver lütfen,” dedikten sonra annesini daha iyi görmek için kadının ağlayan yüzüne doğru eğildi; dudakları ona ait olmayan bir ses ve hazla aralandı. Kadına; “Üzülme, onu kötü kader değil sadece Kader öldürdü,” dedi.

Ablasının adı Kader’di…

…_

Zeynep Mete

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan