Sessizlik Öyküleri

Sen Hiç Döne Döne Dayak Yedin mi?

30 Eylül 2021

Öykü: Sen Hiç Döne Döne Dayak Yedin mi? | Yazan: Hakan Özbek

“Sen hiç döne döne dayak yedin mi?”

Yememiştim. Döne döne dayak yemeyi ilk kez duyuyordum. Aklıma semazenler geliyor, her dönüşte birini tokatlıyorlar, diye düşünüyordum. Üstelik döne döne dayak yemeyi gerektirecek bir şey yapıp yapmadığımdan da emin değildim.

Neyse, ben en iyisi size her şeyi baştan anlatayım.

Adım Hakan Bey. Sekiz yaşındayım. Babam sıradan bir devlet memuru, annem ev hanımı. Babamın memuriyetinden dolayı sürekli “geziyoruz”. Annem bu gezmelerin nedenini babamın sürekli bir şeylere itiraz etmesine bağlıyor. Ben Sinop’ta doğmuşum, ardından Tekirdağ’a tayini çıkmış, sonra Adıyaman, peşinden Tunceli, şimdi de Bayburt. Muhtemelen ben okulu bitirene kadar küçük bir Türkiye turu yapacağa benziyoruz.

Önceleri bize kurumun lojmanlarından birini verirlerdi ancak sonradan lojman işi yalan oldu. Adıyaman ve Tunceli’den sonra burada da kendimiz bir ev bulmak zorunda kalmıştık. Burada sorun evi bizim tutmamızda değildi, bilmediğiniz bir yerde bilmediğiniz mahallelerde ev tutmak bazen sorun olabiliyor. Üstelik lojmanlarda boş yer de vardı ancak babama ve bize yoktu sanırım. Bu işler nasıl olur bilmiyorum, neyse.

Ev işini hallettikten sonra beni eve en yakın okula yazdırdılar. Eve yakın olduğundan dolayı yürüyerek gidiyor, giderken mahalledeki çocuklarla tanışma fırsatı buluyordum. İyi kötü birkaç arkadaş edinmiştim ancak öğretmen bizim mahalleden gelen çocuklardan pek hoşlanmıyordu. Sınıftakilerin de hoşlandığı söylenemezdi.

Sinan, Adem, Mahir, Deniz, Samet ve ben fena arkadaşlar değildik. Sınıfımızın mevcudu elli dörttü ve biz en arka sırada üçerli oturuyorduk. Derste birbirimize sürekli saati soruyor, Samet’in Casio marka saatiyle oyun oynuyorduk. Belki bilirsiniz; saatin kronometresini açar, son rakamı tahmin etmeye çalışırsınız. Bilen kazanır.

Çok yaramaz değildik yani, sadece dersle pek ilgimiz yoktu. Zaten sadece sekiz yaşındaydık ve bu yaşta ne kadar yaramaz olunabilirdi ki? Tenefüslerimiz ise ermen oynayarak geçerdi. İki direk arasında dayak yememeye dayanan bir oyundu. Bir direkten çıkar, diğer direğe dokunarak rakibin kalesini almaya çalışırdın. Böyle söyleyince kolay gibi geliyor ama değildir. Direkte bekleyen nöbetçi size kaleyi vermemek için tekme tokat dalardı. Belki başka yerlerde daha farklı bir adla ve naif bir şekilde oynanıyordur ancak burada biraz sert bir oyundu. 10 dakikalık teneffüsten sonra yakalarımız kopmuş, ter içinde sınıflara girer, öğretmenden azarı işitirdik.

Öğretmenimiz Rafet, okulda attığı dayakla tanınan bir adamdı. Ben yeni olduğum için bana normal geliyordu her şey ancak henüz ikinci hafta birine, “Seni döndüre döndüre döverim bak” deyince söylenenlerde haklılık payı olabileceğini fark etmiştim.
 

*

 
Kasım ayının sonlarına doğru Bayburt’ta kar kendini yavaş yavaş göstermeye başlamıştı. Bir yağıyor, bir duruyordu. Bu yağış bize günleri zindan ediyordu çünkü böyle olunca ne karla oynayabiliyor ne de ermen ya da simit gibi daha güneşli havalarda oynadığımız oyunları oynayabiliyorduk. Oynasak üstümüz pisleniyor, hem öğretmenden hem de akşam evdekilerden azar işitiyorduk. Kendi üstünü çamur yaparsan öğretmen için bir sorun yoktu ancak bir arkadaşının üstünü pisletirsen o zaman dayaklardan dayak beğeniyordun. Bazen bireysel dayak, bazense sıra dayağı…

Kar şiddetini artırınca öğretmenlerimiz bizi dışarı çıkarmıyor, tenefüsleri okulun içinde koridorlarda oynayarak geçiyorduk. İşte o tenefüslerden birinde bizim sınıfta öğretmen masasının tam önünde oturan Aslı’nın ne kadar güzel olduğunu fark ettim, sonra da bütün oyunları onun etrafında bir yerlerde oynamaya başladım. Aslı neredeyse biz orada bitiyor, önceleri ne kadar sessiz oynarsak artık sesimi duyurmak için daha sesli oynuyordum. Onu görünce sürekli bağırarak konuşuyor, varlığımı fark etmesini istiyordum.

Ara sıra güneşli günler görüyor, o zaman da fırsat buldukça ermen oynuyorduk. Ben direkte nöbetçiydim ve benim arkadaşlarımın hepsi karşı takıma esir düşmüştü. Karşı takımdan Erdal ise koşarak benim durduğum direğe doğru geliyordu. Tüm oyun kahraman gibi mücadele etmiştim, bu direği ölümüne savunacak, oyunun en iyisi olacak tüm dikkatleri üzerime çekecektim. Erdal tam direğe yaklaşmışken yerden havalanıp tekmeyi kafasına geçirdim. Erdal yere kapaklanırken, ben de sırt üstü direğin dibine düştüm. O sırada okulun bahçesinde herkes ve her şey durdu. Tüm gözler bizim üzerimizdeydi. Tam utanacak gibi olurken, Aslı bana bakarak gülmeye başladı, bütün utancım geçti, döndüm ben de ona gülümsedim. Ardından zil çaldı, sınıflara…

Demek ki Aslı komik düşen insanlara gülüyordu. O zaman bundan sonra izleyeceğim yol belliydi. Her tenefüste koridorda ya da bahçede, hiç fark etmeksizin arkadaşlarımızla hunharca şakalaşıyorduk. İncinen bilekler, açılan kaşlar, yırtılan önlükler… Zararımız kendimize olunca öğretmen kızıyor ancak dövmüyordu. En azından bizim mahalleden biriyseniz başınıza gelenler çok önemsenmiyordu.

Bir gün, tenefüste okulun bahçesindeki çamurların üstünü kaplayan buzları kırmaya başladık. Kim tek vuruşta kırarsa o bir puan alıyordu. Bu yüzden buzu gördük mü tüm gücümüzle tekmeliyorduk. Bahçenin köşesinde, tam Aslı’nın arkasında bir buz görüp koşmaya başladım. Koştum, koştum, koştum ve topuğumla buza tekmeyi bastım. Buz kırıldı, altında kalan çamur etafa sıçradı. Benim ayağım önlüğüm, hatta yüzüm çamura bulandı.

“Geri zekalı! Ne yapıyorsun ya…”

Üstüme alınmadım, oynamaya devam ettik. Samet dört, ben sekiz, Deniz ve Mahir ise on iki buzu tek vuruşta kırmıştı. Zil çaldı, doğrudan sınıflara.

Rafet öğretmen sınıfa erkenden gelmiş, gelen öğrencileri sinirli bakışlarıyla karşılıyordu. Sınıf arkadaşlarımızın ardından siz sınıfa girerken, eliyle durdurdu.

“Siz şöyle geçin bakalım.”

Geçtik.

“Tek ayak üstünde bekleyin. Ayağını indiren olursa olacaklara karışmam.”

Ayaklarımızı kaldırdık. Beklemeye başladık. Bir yandan düşmemek için çabalıyor, bir yandan da neden burada olduğumuzu düşünüyorduk. Sonra Rafet öğretmen herkese oturmasını söyledi.

“Neden insan evladı gibi oynamıyorsunuz siz!?”

“Oynuyoruz öğretmenim…”

“Oynamıyorsunuz! Hayvan gibisiniz siz.”

“Ne yapmışız ki biz?”

“Aslı’nın eteğine hanginiz çamur sıçrattı? Ben bunu biliyorum ama bakalım siz doğruyu söyleyecek misiniz?”

Birbirimizin yüzüne baktık. Hepimiz buzları kırmıştık, kendi üstümüz çamur olmuştu ama hiç birimiz bilerek kimseyi pisletmemiştik.

“Biz yapmadık öğretmenim.”

“Aslı yalan mı söylüyor yani?”

“Biz de yalan söylemiyoruz öğretmenim.”

“Aslı gel kızım buraya. Dön bakalım şöyle bir, görsün arkadaşların üzerine sıçrayan çamuru.”

Aslı sıradan kalktı, etrafında bir tur atıp durdu.

“Hakan, sen hiç döne döne dayak yedin mi?”

“Yemedim öğretmenim.”

“Peki siz yediniz mi çocuklar?”

“Yedik hocam biz.”

Mahir’e baktım göz ucuyla. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Döne döne dayak? Aklıma semazenler geliyor, her dönüşte birini tokatlıyorlar diye düşünüyordum. Sonra nasıl olduğunu anladım. Rafet hoca bir eliyle kafamızdan tutup bizi döndürüyor, diğer eliyle ise neremize geldiyse vuruyordu. Yaklaşık beş dakika devam etti bu aktivite.

“Şimdi biliyor musun Hakan?”

“Öğrendim öğretmenim ama ben bir şey yapmadım.”
 
 
Hakan Özbek
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 30 Eylül 2021 at 07:22

    Ahh çocukluk ahh!

  • Yanıtla Mert Divan 9 Ekim 2021 at 17:21

    Temiz çocuklar hep haklı? :/

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan