Heybemde Kelimeler

Kamusal Gebe Doğurdu

17 Mart 2022

Yazı: Kamusal Gebe Doğurdu | Yazan: Pelin Öncüoğlu Işık

Evet doğurdum. Toplumun üzerimdeki zaman zaman komik, zaman zaman bunaltıcı baskıları ile geçen 8,5 güzel ayın sonunda doğurdum. Hamileliğin bu kadar özel bir şey olduğundan bunu yaşayana kadar haberim yoktu elbette. Çocuk sahibi olmak istemeyenler veya bu süreci o kadar güzel bulmayanları bu konuyla ilgili sıkmayacağım merak etmeyin. Bambaşka bir konu konuşmak istediğim.

Bu noktada yaklaşık bir sene önce yazdığım “Kamusal Gebe” yazımı tekrar okuyarak hatırlamak isteyebilirsiniz. Yaklaşık bir sene önce yazdığım bu yazıda anlattıklarımın doğumla biteceğini zannederken kamuya mal olan hayatım yeni bir boyuta geçti. Ve önünde uzanan günlerin neye gebe olduğunu bilmeden kamusal gebe doğurdu.

Hamileliğimin başında “Yok canım o kadar abartmam” demiş fakat sonunda piyasada olan olmayan pek çok bebek bakımı kitabını okumuş, bununla da yetinmeyip pek çok Türkçe ve İngilizce makale okuyarak bilgimi artırmaya çalışmıştım. Tüm bunların sonucunda da bebek bakımı ile ilgili çok “kesin yanlışlar” ve “doğrular” olmadığı kanısına vardım.

Pek çok birbirinden farklı bebek bakımı akımı var.

Bunların hiçbiri bir diğerinden üstün veya bir diğerinden daha doğru değil. Ne de olsa söz konusu insan yetiştirmek olunca bir tek doğru olması da mümkün olamaz. Burada ebeveynlerin yaşam biçimleri, hayata bakış açıları ve onların nasıl bireyler yetiştirmek istedikleri önem taşıyor. Ben de onca okuduğum akımdan kendime uygun olan yanları alıp bebeğim için en doğru bulduğum şekilde onunla ilgilenmeye ve onu büyütmeye başladım.

Her şey kafamda çok netti, pratikte de deneme yanılmalarla doğru yolu buluyorduk. Bu şekilde huzur içinde bebeğimi büyütmeye devam edeceğimi zannetmiştim. Biz kendi yağımızda kavrulmak istemiştik ama Türkiye’de yaşıyorduk. Mutlaka ama mutlaka bize karışılacağını, insanların kendi doğrularını empoze etmeye çalışacaklarını nasıl da unutmuştuk, ben de bilemiyorum. Naiflik işte.

Aslında bir noktaya kadar şanslıydık çünkü ailelerimiz bizim çocuk yetiştirme şeklimize ufak öneriler dışında müdahale etmiyorlardı. Bebeğimiz aramıza katıldığı günden itibaren onu büyütme şeklimize müdahale edilmesini istemediğimizi ailelerimize belirtmiştik. Onlar da buna saygı duymuşlar sadece gerekli gördükleri yerde tecrübeleri doğrultusunda önerilerde bulunmuşlar, hiçbir şekilde kendi doğrularını empoze etmeye çalışmamışlardı. Böylece eşimle birlikte bebeğimizi kendi doğru bulduğumuz şekilde huzur ve sevgi içinde büyütmeye başlamıştık.

Huzur, biz kırkımızı doldurup da sokağa çıkmaya başlayınca bozulmaya başladı. Önceleri çok aldırış etmediğim hatta sempatik bulduğum bu müdahaleler zaman içinde beni iyice rahatsız etmeye başlamıştı. Diş çıkarttığı ya da büyüme atakları yaşadığı dönemlerdeki gece uykusuzluklarıma eklenen münasebetsiz yorumlar sabrımı iyice zorluyordu. Öyle ki Deniz büyüdükçe bizim sokağa çıkmalarımız artarken sokakta beni durdurup bana akıl veren bazen beni azarlayan teyzelerin veya amcaların sayısı da giderek artıyordu. Benim de bu tavırlara karşı alerjim artıyordu.

Deniz, mayıs başı ailemize katıldı.

Bahar ve yaz çocuğu. Her insanın doğarken kendi karakteri ile geldiğine inanıyorum. Deniz sıcakta fazla örtünmeyi sevmeyen bir bebekti. Eğer üzerini örtersek minicik bebiş elleriyle mutlaka açar, üzerindeki fazlalıklardan kurtulur, kurtulamazsa da terlerdi. Hâl böyle olunca bizim de şıpır şıpır terlediğimiz 2021 yaz günlerinde Deniz’i evde sadece beziyle dolaştırmaya başladım. Dışarıya çıkarken de kısa kollu, bacakları açık bir zıbın işimizi görüyordu.

Doktorumun da tavsiyesi ile vakit bulduğum her zaman Deniz’i sahile temiz hava (artık hava ne kadar temizse) almaya ve güneşlenmeye çıkartıyordum. Yeni doğan sarılığı da geçiren Deniz için doktorumun kesin talimatıydı direkt güneş teması. Hatta benim ısrarlarımın aksine “Hayır sakın güneş koruyucu sürmeyin. Her gün en az 15 dk direkt güneş teması olmalı” şeklindeydi doktorumuzun talimatı. Fakat doktor dediğin 7 sene öylesine okumuş bir zat, tecrübeli Türk kadınından daha mı iyi bilecek çocuk bakmasını?

Deniz’i güneşe maruz bıraktığım o 15 dakikacık zaman diliminde mutlaka bir teyze koşarak yanıma beni haşlamaya geliyordu.

“Kızım çocuğun başına güneş geçecek. Ne işin var sokakta?”

Elbette bir “Merhaba, pardon, yanlış anlamazsanız bir önerim olacak” gibi giriş kelimelerine ihtiyacı yoktu Türk kadınının. Beni ve cocuğumu tanıdığından, benim ve cocuğumun neye ihtiyacı olduğundan çok emin hemen lafa girerdi o. Öneride bulunmasına ne gerek vardı ki. O Türk kadınıydı. İki-üç çocuk büyütmüştü ya da belki de birkaç torun da bakmıştı, o yüzden bu onu tüm doktorlardan daha doktor, tüm annelerden daha anne yapıyordu.

15 dakikalık seanslarımız bitince pusetinin şemsiyesini açar püfür püfür deniz havası eşliğinde yürüyüşüme devam ederdim. Elbette birkaç kere durduruluyordum:

“Ay üşümesin o, üzerinde incecik bir atlet var.”

Havanın 38 derece olması bir yana oğlumun ne zaman üşüyüp üşümeyeceğini en iyi annesi olarak ben bilirdim ama olsun burası Türkiye idi. Her teyzenin hakkıydı sokakta gördüğü, tanımadığı kadına müdahale etmek. Kesin çocuğuma yanlış bakıyordum ne de olsa.

Deniz biraz büyümeye başlayınca bizim park yürüyüşlerimiz benim için iyice eziyet olmaya başlamıştı. Keza Deniz travel sistem olarak aldığım pusetini artık hiç sevmiyordu. Tepesinden akan manzaralar onu tatmin etmiyor, bana bakarak yürüyüş yapmak istemiyordu. Belki de cenin pozisyonunda oturmak her zaman ayından önce uzayan, büyüyen çocuğum için sıkıntı verici idi. Tam sebebini bilemesem de Deniz 2,5 ayından 5,5 ayına kadar pusete oturtulduğu her zaman ağladı. Hani uyusun diye araba ile dolaştırılan bebekler vardır ya Deniz asla onlardan biri olmadı. Aksine uykusu varsa dolaşmaya çıkınca kaçardı. Mutlaka bir süre sonra can hıraş şekilde ağlar, benim yolda durup onu şarkılarla, okşamalarla uyutmam gerekirdi. Tabii Deniz her ağladığında bir teyze veya bir amca yanımda belirirdi koronalı günlere inat.

“Aaa neden ağlıyor. Karnı mı aç?”

Bir başkası gelir “Altına yapmış bu, kızım değiştirsene altını” diye azarlar. Bir başka gün bir başkası “Bu çocuğun gazı var, gazı. Çıkartsana” diye merhabasız, damdan düşer gibi hayatımdan geçmeye karar verirdi.

Deniz iri bir çocuk olduğu için erken oturmaya başlamasını da fırsat bilerek pusetini 5,5 aylık olunca bırakmış arabasına geçmiştim. Deniz artık mutluydu. Etrafını seyrederek saatlerce dolaşabiliyorduk. Fakat havalar soğumaya başlamıştı. Olsun. Ben değil miydim onu her şeyden üşümeyen güçlü bir çocuk olarak yetiştirmek isteyen.

Ekim ayı itibariyle havaların biraz soğumaya başlamasıyla birlikte karışanım da artmıştı sanki. Artık henüz evimin önünde başlıyorlardı teyzeler karışmaya. Kocaman bir gülümseme ile huzur ile çıktığım evimin kapısının önünde “Kızımmmm” diye bağırarak beni çeviren teyzelere “Buyurun” diye nafile bir kibarlıkla cevap veriyordum.

“Hava soğuk, soğuk. Üşüteceksin çocuğu.”

Aman ne güzel bir azar ile başladık yine yürüyüşümüze. Daha 4 metre gitmeden bir başka teyze daha azarlıyordu beni. “Ne işin var bu soğukta bebekle dışarıda?”

Gitgide bu teyzelerin kibar mı kibar konuşma tarzlarına bayılmaya başlamıştım. Bir defasında yine apartmanın kapısının önünde eğilmiş Deniz’in eldivenleri elimde, giydirmeye çalışırken bir teyze bağırarak yanıma geldi; “Bu soğukta çocuğun elleri çıplak. Donduracaksın çocuğu” diye azarladı beni. Elimdeki eldivenleri yüzüne sallamakla yetindim sadece.

Artık sabrımın çoktan arka kapıdan çıkıp gittiğini fark etmiştim. Bana “Merhaba, pardon, bakar mısınız?” gibi konuşmaya başlama kelimeleri kullanmaya bile lüzum görmeden beni azarlayan bu şahıslara karşı neden sabırlı ve kibar olmalıydım ki? Benim veya çocuğumun durumunu bilmeden kendilerinde futürsuzca hayatımıza karışma hakkı gören, kendi doğrularını empoze etmek bir yana, yüzüme çarpan ve çocuğumu bu şekilde büyütmüyorum diye beni “yanlış”, “beceriksiz”, “kötü” olarak yaftalayan bu insan güruhu, hiç ama hiç nezaketimi hakketmiyordu.

“Kibarlık buraya kadar” dedim ve başladım ben de bu teyzeler ve amcalar güruhuna karşılık vermeye. Daha bana yaklaşma şekillerinden bana laf söyleyeceklerini anlayıp onlar ilk azarlarını dudaklarının arasından dökerken ben de bir backhand hamlesiyle ağızlarından çıkanları adete geri püskürtüyordum.

“Sizi ilgilendirmez.”
“Fikrinizi merak etmemiştim.”

Hâlâ siz ile hitap ediyordum hakketmediklerini bildiğim o insan guruhuna fakat en azından yoldan geçerken gördükleri ve tanımadıkları bu insanların hayatlarına karışma haklarının olmadığını anlatmaya çalışıyordum cümlelerimle. Anlıyorlar mıydı beni? Bir başka anneye karışmayacaklar mıydı benden sonra? Kim bilir? Ne diyorum canım, tabii ki karışacaklardı. Ama olsun. Belki bir başkası daha benim gibi karşı çıkardı onlara, kendisine kızılmasına izin vermeyip belki o da kızardı bu hadsizliklerine. Sanki mükemmel çocuklar yetiştirmişler gibi kendi doğrularını dayatmaya çalışan bu insancıkları kibarlıkla karşılamam toplum adına bir faydadan çok zarardı bana göre. Birinin dur demesi gerekiyordu.

Ben de kendimce dur diyordum işte. “Size ne” “Sizi ilgilendirmez” diyordum olabildiğince kibar ama sert. Çünkü kimseyi ilgilendirmezdi benim oğlumu nasıl yetiştirdiğim. Onun üşümesi veya üşümemesi benim ve eşimin sorumluluğuydu, başkalarının değil. Ona atlet giydirmemem benim insiyatifimdi. Ne de olsa onu ben doğurmuş ve nasıl bir insan olmasını istiyorsam o şekilde bir eğitim verebilmek ve o şekilde bakabilmek için saatlerce ben kitaplar okumuş, makaleler arasında kaybolmuştum. Toplumun bana dayatmaya çalıştıklarının aksine benim ve eşimin doğruları farklı olabilirdi. Eğer ki çocuk doğurmak ve büyütmek için ehliyet gerekmiyorsa kimsenin de bana karışmaya hakkı olamazdı. Bu yüzden daha fazla kibarlık yapıp susmayacak, bunu anlamalarını sağlamaya çalışacaktım. Nasılsa her halükarda sinirlerim bozuluyordu.

En son şöyle bir şey yaşadım yine kapımın önünde.

Deniz’in üzerinde bir kazak ve polar takım üzerinde ananesinin ördüğü kalın yün tulumu ve yün şapkası ile arabasında otururken ben onun önüne çömelmiş yün eldivenlerini giydirip bir yandan onunla konuşuyordum. Takkeli bir amca bağıra bağıra “Elleri donacak bu çocuğun elleri” diye yanımdan geçti. “Sizi ilgilendirmez beyefendi” dedim. Amca bir hışım geri döndü. Yine avaz avaz bağırarak “Elleri diyorum donacak. Do-na-cak” dedi Deniz’in sol elini tutup elini elinin içinde sallayarak. O sırada başımdan aşağıya kaynar sular döküldü sanırım. “Bırakın çocugumun elini” diye bağırmışım.

Yahu korona korkusundan ölüyoruz hepimiz. Hangi sağlık durumunda olduğunu bilmediğim, ellerini nerelere sürdüğünü bilmediğim bir adam annesinden izin almadan bir bebeğin ellerini tutuyor. Ne hakla. Çıldırmak işten değil. Hemen bir limon kolonyası boca edildi. Bir çocuğa annesinden izin almadan dokunmak, onun özeline bu şekilde girmek ise asla affedilebilecek bir durum değil. Çocuk istismarının, çocuk ölümlerinin bu kadar çok olduğu ülkemde, benim üzerine titreyerek büyütmeye çalıştığım çocuğuma kimselerin dokunmasına izin vermezdim.

Bu halk ki o coçuklar taciz edilirken gözlerini kapattılar, çocuklar öldürülürken, dövülürken başlarını başka taraflara çevirdiler, katilleri adliye kapılarından serbest bırakılırken annelerin çığlıklarını duymamazlıktan geldiler, kulaklarını tıkadılar ama benim çocuğumun üşüyüp üşümediğini, onu hangi saatlerde dışarı çıkartmam gerekeceğini hatta onu dışarıya çıkartıp çıkartmamak gerektiğini bile annesinden çok onlar biliyor ve avaz avaz karışıyorlar. Ülkemin üstlerine vazife olmayan konulara ısrarla, küstahça karışan bir hadsizler topluluğu olduğunu malesef anne olmamla birlikte anladım.

Kamusal gebe doğurmuştu, anlaşılan çocuğu da hep birlikte büyütecektik.
 
 
Pelin Öncüoğlu Işık
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 17 Mart 2022 at 13:19

    Bayıldım, bayıldım 👌🏻 Amcalara, teyzelere verdiğin cevapları okudukça ben o hadleri bildirmişimcesine mutlu oldum 🙈
     
    O kadar haklısın ki… Ve onlar bu durumun nasıl farkında değil, bu cüreti nasıl kendilerinde buluyorlar, aklım bunu almıyor.
     
    Kamusal Gebe“yi de bu yazıyı da çok severek okudum 👌🏻
     
    Kaç kişiye ulaşırsa ulaşsın, bir kişiye bile dokunsa ve kendini sorgulatsa, toplumsal değişim zinciri başlamış olur.
     
    Yüreğine, kalemine, aklına, görgüne sağlık güzelim ❤️

    • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 2 Nisan 2022 at 00:03

      Didemcim çok teşekkürler. Valla nasıl bu kadar hadsiz bir toplumuz ve nasıl da farkında değiliz inanamıyorum. Bir başka ülkede bunların onda birini yapsan olay polislik olurlar.
       
      Yorumun için, desteğin için çok teşekkürler.

  • Yanıtla Burak Süalp 20 Mart 2022 at 17:23

    Canımın içi “Kamusal gebe“, her şeyden önce şunu söyleyeyim, seni de yazılarını okumayı da özlemişim. İyi ki yeniden buradasın.
     
    Yine canımın içi Deniz’in doğumundan beri yaşadıklarınızı çok güzel anlatmışsın. Kimi zaman gülerek, kimi zaman düşünerek, kimi zaman o teyzelere kızarak okudum başından geçenleri. O en sondaki amcayla da iyi ki beraber karşılaşmamışız. Kesin çok fena yapardık kendisini.
     
    En nihayet, itiraf ediyorum, “Bu halk ki…“ diye başlayan son paragrafın anlayana tokat, anlayana dayak gibi.
     
    Kalemine sağlık canım arkadaşım. Seni, Onur’u, Deniz’i kocaman öpüyorum.

    • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 1 Nisan 2022 at 23:59

      Burakcım çok teşekkürler. Ben de çok özlemişim yazmayı. Valla yazarken rahatladım itiraf edeyim. Deniz’le birlikte toplumun farklı bir yüzüne tanık oluyorum. Malesef bundan çok hoşlandığımı söyleyemeyeceğim. Tabii bunların hepsi toplumumuz hakkında pek çok şey de söylüyor.
       
      Ben de çok öpüyorum 😘

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 30 Mart 2022 at 08:10

    Hele ilk çocuk! “sıkıntılı bir dönem” oluyor gerçekten. Kendi yolunu bulana kadar. Ben de kitap okumuştum. Açık söylemem gerekirse doğal annelik içgüdülerimi kullanabilsem yeterli olacakmış. Bazen kitaplar da bebekle anne arasına giriyorlar. Anneliği yaşamak! Bebekle başbaşa sukünet içinde olunca her şey halloluyor aslında. Bir de bebeğin özelliklerini keşfetmek ve onu öylece kabul etmek önemli tabii. Dış seslere gelince, sanırım fazla müdahaleci bir toplumuz. Bi’ de “bebek” o annenin değil de tüm kamunun malı sanki. Aslında o hepimizin çocuğu, geleceğimiz; “kamusal gebe” tanımını çok yerinde buldum bir anlamıyla. Hem mecazi anlamı hem de gerçek anlamı bir arada. Ben yazının o bölümüyle ilgilendim. Müthiş bir ironi olmuş gerçekten.

    • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 1 Nisan 2022 at 23:50

      Sevgi Hanım çok teşekkürler yorumunuz için. “Kamusal gebe” derken tam da anlatmak istediğim buydu. Çok güzel görmüşsünuz. ❤️
       
      Bebek büyütmek konusunda da sizinle aynı fikirdeyim. Ben de her zaman bebeğimi dinlemeyi tercih ediyorum. Zaten bebeği tanıyınca onun ihtiyaçlarını daha iyi anlıyorsunuz. Kitaplar konusuna gelirsek açıkçası bebek büyütmekle ilgili kitap okumaktan hem çok keyif aldım hem de çok faydalandım.
       
      Aslında ben şöyle yaptım. Okudugum pek çok şeyden kendi kafama yatanları tecrübem ve bebeğimin ihtiyaçları ile harmanladım. Okuduklarınız zaten kafanızda biraz tortu şeklinde kalıyor. Siz üzerine kendi içgüdünüzü ve bebeğinizin ihtiyaçlarını koyduğunuzda bebeğinize özel bakım ortaya çıkmış oluyor bile. “Bebeğinize özel” diyorum çünkü her insan farklı olduğu gibi her bebek de farklı. O yüzden de bir bebeği yetiştirmenin bir tek yolu yok. Kitapların size verebildiği ancak bakış açısı oluyor.

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan