Bu yazıyı geçtiğimiz senenin ortalarında geçirdiğim zorluk ve bilgelik dolu anları kutsamak için kaleme almıştım. Evlerimize kapandığımız, hayata bakışımızı yeniden değerlendirdiğimiz şu günler için fazlasıyla uygun satırlar olduğunu düşündüğüm için sizlerle paylaşmak istiyorum.
İnsanoğlu ölümün dokunuşunu hissetmeden hayatın kutsallığını, mucizesini gerçek anlamda fark edemiyor.
Ameliyatımdan sonraki ilk altı ayımı hatırlıyorum da… Nasıl bir endorfin patlamasıydı. Sanki gözlerimin önünde duran, hayatı daha güzel görmemi engelleyen bir tül perdesi kalkmıştı. Artık hayatın renkleri daha canlıydı, her yerde çiçek kokuları vardı ve kuşlar… Onların şarkı söylediklerini duyuyordum.
Bu arada romantik bir alegori yapmıyorum. Sadece her gün öten kuşları duymaya başlamıştım. Dünya eskisinden daha güzel geliyordu. Çiçekleri kokluyor, denizin masmavi renginin tadını çıkartıyor, yıldızların ne kadar güzel olduğunu yeniden keşfediyordum. Hep etrafımda olan ama bir şekilde benim onlardan zevk almamı engelleyen bir şey ortadan kalkmış gibiydi. Daha evvel sanki hayatın tadını çıkartmaktan daha önemli bir şey varmış gibi bir günün güzelliği hayatımdaki saçma bir öncelikler sırasında kaybolup gitmişti. Ve ben şimdi o güzelliği tekrar bulmuştum. Tanrı sevdiği kuluna… neyse anladınız siz.
Aklıma 2002 yılında, mücadelemin nihayete ermeye yaklaştığı yıllarda gittiğim Demet Akbağ’ın bir tiyatrosu geliyor; “Sen hiç ateş böceği gördün mü?” Ne çok ağlamıştım söylediği sözleri ta içimde hissederek. Ateş böcekleri en iyi karanlıkta gözükürler. Hayatın belki de en karanlık olduğu anlarda…
Ben de ateşböceklerini görmeye başlamıştım.
Her zaman etrafımda olan ama hayatın koşuşturmacasında bir türlü görmeyi başaramadığım. Artık seslerin, renklerin ve şekillerin de tadı olduğunu farkediyor onları tüm hücrelerimle hissediyordum.
Sonsuz bir zamana sahip olmadığımız gerçeği ile kanlı canlı tanışmış olmamdan gelen bir aydınlanmaydı bu. Tıpkı bir düş gibi, daha doğrusu bir düşten uyanmak gibi. Benzer tecrübeler yaşayan herkes bilir bu duyguyu. Belki biraz panikle karışık bir duygu. Alelacele “ama daha”larla dolu cümleleri barındıran bir duygu. Bu tecrübeyi yirmi bir yaşında yaşamama rağmen bana dinginlik ve huzur ile gelmişti. Sanırım “belki”,”fakat” ve “keşke”lerim olmadığı içindi. O günden sonra da hiç “keşke” biriktirmemeye çalışmam da bu tecrübenin bana öğretisidir.
Toplumun kabul ettiği başarılı, iyi, güzel tanımlarını elimle itip kendi başarılı, iyi, güzel tanımlarımın peşinden gitmem de bu yüzdendi. O yüzden 16 yıllık mutlu kurumsal iş hayatımı bırakıp kendimi dinlemeye bir başına uzak diyarlara gitmiş, kendimle birlikte pek çok beni yanımda getirmiştim.
İşte o yüzden artık bana mutluluk vermeyen ama toplumun başarı kriterlerine birebir uyan işimi bırakıp üretmenin bir başka tarafına geçmiştim. Çocukluğumdan beri çok sevdiğim bir işi yapmaya, öğretmeye, insanlarda bilgimden birer damla bırakıp çoğalmaya başlamıştım. Zannımca öğretmenliği iş saymıyorlar ki sürekli bana “ama ne zaman çalışmaya başlayacaksın?” diye soran arkadaşlarıma inat ben başka bir yerde başka bir şekilde var olmayı seçtim.
Geriye bakmak iyi değil, derler.
Katılmıyorum. Eskide kalmadığınız sürece geriye bakmak iyidir. İnsan dediğin her zaman unutur. Zaman zaman kendine, kendini hatırlatman gerekir. Ve hatta bazen de eskiyi hatırlatman gerekir.
Şimdi yavaşça stres yaptığın o sanal problemlerini bırak ve derin bir nefes al. Önce şükret. Bir yaradana, bir büyük enerjiye, evrime ya da hepsine, neye inanıyorsan inan önce şükret. Aldığın nefes, yediğin yemek, içtiğin su için şükret. Onu bile sayıyla içeceğin günler olabilir hayatında. Sonra sahip olduklarını düşün. Evini, arabanı değil. Bir telefon uzağında olup yüreğine dokunmayı başaranları düşün. Bir sözüyle seni güldürebilenleri, seninle ağlayabilenleri. Sonra bol bol sevdiklerine dokun, onlara sarıl. Keza hayat sevdiklerine bile dokunmaya hasret kalabileceğin günler çıkartabilir karşına. Fırsatın varken bol bol biriktir bu güzel enerjilerden.
Hatırlıyorum da tedavi gördüğüm sıralarda mikrop kapmamam için bana dokunmaları, beni öpmeleri yasak olan ailem beni ayağımdan sever, ayağımdan öperlerdi. Düşün! İnsanın çocuğunu öpememesi.
Aslında ne çok şükredecek şey varmış değil mi hayatında?
O zaman şükretmeye devam. En sevdiklerinle akşam yemek masasında otururken ne televizyon, ne cep telefonu, sadece birbirinizin sözlerinde kaybol. Birbirinize ayırdığınız birkaç saatin “gerçekten” tadını çıkart ve “gerçekten” orada, onunla ol. Sanki yarın yokmuş gibi…
Aslında işin sırrı tam da burada. “Yarın yokmuş gibi.” Çünkü yarın dediğin şey elinden kolayca akıp gidebiliyor. Ona güvenme! Sen bugünü sev. Ona sarıl, ne istiyorsan ona söyle. Keza yarın, hiç gelmeyebilir. Bunu bildiğin zaman ve unutmamayı başardığın zaman, ki en zoru da unutmamayı başarmaktır, geriye dönüp bakmaktan asla korkmayacaksın. Çünkü geride birikmiş keşkelerin olmayacak.
Pelin Öncüoğlu Işık
22 YORUMLAR
Çok samimi, çok dokunaklı 👏
“Yarın yokmuş gibi yaşamak”
Çok güzel bir yazı, kaleminize sağlık.
Yeni yazıları heyecanla bekleyeceğim.
Canan Hanım yorumunuz için çok teşekkür ederim. Beni çok mutlu ettiniz 🙂
Kalemine, gönlüne sağlık.
Ne güzel ifade etmişsin duyguları, hayatı, hayatın hızlı akışını, kalıplardan biraz çıkıp esnemeyi ve özgürleşmeyi…
Ayşegül Hanım yorumunuz için çok teşekkür ederim. :))
Üniversitedeki dostluğumuz ardından önce benim, sonrasında senin yurt dışındaki eğitimin ile araya giren yıllar ve sonrasında birkaç sene önce yeniden bir araya gelmemiz… Geçen yaz sabaha kadar konuştuğumuzda öğrendiğim inanılmaz hikayen… Narin bir bedenin içinden çıkan Amazon bir ruh… Anlatsan okuyan herkesi hüngür hüngür ağlatabilecek bir tecrübeyi, motivasyon yazısına çeviren güçlü bir kalem…
Harika bir yazıydı, tebrikler kuzum 👏🏻❤️😘
Didemcim yorumun için çok teşekkür ederim. Benim için iyi bir arkadaştan gelen bir yorum olmanın dışında harika bir yazar ve harika bir editörden gelen bir yorum olduğu için ayrı bir önem taşıyor. Çok teşekkür ederim :))
Çok güzel bir yazı. Ben de annemi aniden kaybettiğimde yaşadım bunu ve onun ölümünden sonra öğrendim hiçbir şeyi zorunlu yapmamayı. Onu kaybetmek kendimi kazanmak oldu. Annemle ilgili hiç keşke yaşamadım ama keşke yaşasaydı da bunları da beraber görseydik dediğim anlar oldu. Mesela onun prensesi kızım evlendiğinde, torunum olduğunda “Bak anne benim de bir prensesim oldu. O çok sevdiğin biricik prensesin bir prenses dünyaya getirdi” demeyi çok isterdim. Ondan sonra anladım ki kimse için çok fazla emek harcamaya değmezmiş sadece seni mutlu eden şeyler için emek ve çaba göstermek gerekiyormuş. Kaleminize ve yüreğinize sağlık. Çok uzun bir yorum oldu herhalde.
Sevgiyle 🙏🏻🙏🏻🙏🏻
Ayşegül hanım güzel ve içten yorumunuz için çok teşekkür ederim. Hiç uzun bir yorum olmadı. Hissettiklerinizi ve yaşadıklarınızı paylaştığınız için ben teşekkür ederim. Ne yazık değil mi? Malesef böyle keskin şeyler yaşayınca farkediyoruz bazı şeylerin kıymetini. Yine de farkedebilmiş olmanın kutsanmışlığı hiçbir şey ile ölçülemez diye düşünüyorum. Anladığım kadarıyla siz de aynı fikirdesiniz. 🙂
Sevgilerimle 🙂
““Beni ayağımdan sever, ayağımdan öperlerdi.”
Sevgiyi fiziksel olarak ifade etmenin son noktası bu cümledir. Çaresizlik ve müthiş bir sevgi aynı anda var oluyor. Bu durumu yaşadığınız için şanslısınız. Papa her yıl toplumun dışlanan, zayıf ve düşkün kişilerinin ayaklarını yıkadıktan sonra öper. Adanmışlığı, sevgiyi ve mütevaziliği hatırlatır muhataplarına. Bir çok inançta da bunun karşılığı secdedir. Egoyu paramparça ederken yerine ayrımsız bir sevgiyi ikame ettiği söylenir.
Bu güzel deneyiminizi bizimle paylaştığınız sonsuz teşekkürler…
Hüseyin Bey, sizinki de ne kadar güzel bir yorum olmuş 🙂 O cümleyi iki kere çıkartıp tekrar ekledim. Fazla kişisel olduğunu düşünmüştüm. Fakat benim için de unutulmaz bir deneyimdir. Müthiş ezici, elle tutulur bir sevginin tezahürü. Aynı zamanda içinde çok büyük bir çaresizlik de barındırıyor. Ben o cümleyi yazarken veya okurken o günlere geri dönüyorum. Yüzümde kocaman ama mütevazi bir gülümseme ile. Yorumunuz ile şimdi bambaşka açılarla da hatırlayacağım o günleri. Çok teşekkürler 🙂
Pelincim eline yüreğine sağlık, çok guzel bir yazı olmuş. Hayatımızı nasıl yaşacağımıza kendimiz karar veririz, biz nasıl yaşarsak hayat da öyle olur. Verdiğin mücadele ve aldığın doğru kararlar ile istediğin hayatı yaşamayı başarmışsım. Örnek bir hiyake.
Sevgiler
Savaşcım, yorumun için çok teşekkür ederim. O süreçlere yakından şahit olmuş biri olarak bu yazdıklarımı en iyi anlayabileceklerden birisin :)) Yorumunla beni ayrıca mutlu ettin 🙂
“Yarın yokmuş gibi yaşamak”
“Beni ayağımdan sever, ayağımdan öperlerdi.”
Bu cümleler benim kalbimi eritti.
Ne kadar güzel yazmışsınız.
Kutlarım sizi.
Barış Bey güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim. Yorumunuz beni çok mutlu etti 🙂
Kalemine, gönlüne sağlık 😍 👏👏👏
Canım benim, çok teşekkür ederim 🙂
Harika bir yazı. Gözlerim doldu okurken. Gerçek bu; yarın yokmuş gibi yaşamak, ertelemeden yaşamak, sarılabilmenin, öpebilmenin, dokunup koklayabilmenin kıymetini bilerek… Ellerine, kalemine sağlık. İyi ki varsın.
Burakcimmm, ben nasıl oldu da atlamışım yorumunu. Kusura bakma. Canım arkadasim çok teşekkür ederim güzel yorumun için.
Güzel tespit ve değerli bilgiler. 🙂
İdris Bey güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim 🙂
Bu kadar evden çalışırken hâlâ zamanını organize edemeyen bir insanım. Bunun için bir ödül verecekler mi acaba bana bir gün? 🙂 Uzun bir aradan sonra yazılarınla buluşuyorum tekrardan Pelocum.
Sen kendin mini mini bir ateş böceğisin bence, hayatına girdiğin insanların etrafını aydınlatan. İyi ki varsın be Pelo. İyi ki bu kadar inatçı ve hayatı didik didik anlamaya, öğrenmeye heveslisin.
Ne demiş C Bukowski: “Sonsuza dek yaşayacakmış gibi düşün, yarın ölecekmiş gibi yaşa!” Okuduklarımdan anladığım kadarıyla bu sözün en ileri gelen uygulayıcılarındansın. Hep böyle kal.
Öperim güzel yanaklarından.
Seda
Sedacımmm ❤️
Hayata karşı sağlam duruşuyla saygı duyduğum, sevdiğim bir arkadaşım olmanın yanı sıra çok sevdiğim bir kalemsin. O yüzden bugün yorumlarını görünce ekstra mutlu oldum. Çok teşekkürler ❤️❤️