Yorumsuz Yorumlar Yurt Dışı Gezi

JLO ile Brüksel – 2

2 Şubat 2019

Brüksel
*Bu yazının ilk bölümü için JLO ile Brüksel – 1 bağlantısını tıklayabilirsiniz.

İlk gece, Jlo ile yolculuk yorgunluğunu çok güzel bir şekilde uyuyarak attık. İlk sabah da TR saatine uygun olarak uyandığımıza göre artık Brüksel maceramıza start verebiliriz.

Jlo‘nun tüm yemeklerini yolculuk öncesinde hazırlayarak, Bursa‘dan 6 kavanoz şeklinde yanımızda taşıdığımız için (çok psikopatça gelebilir kulağa) onun yemek derdi ortadan kalkmış oldu. Buradaki yatağını da sevdiğine göre, kendisi için oluşabilecek herhangi bir başka problem kalmadı.

Brüksel

İlk Gün, İlk Keşif | Biraz Anılar, Az Biraz Eskiler

Brüksel‘e ben daha önce 2013 yazında gelmiştim. Çok sevdiğim bir iş arkadaşım eşiyle buraya yerleşmişti. Kendisi için çok sevinsem de, benden uzaklaşması beni gerçekten çok üzmüştü. İş yeri bambaşka çünkü; çoğu zamanınız işte geçtiği için sırasında evinizdeki annenizden, babanızdan, eşinizden, çocuğunuzdan çok iş arkadaşlarınızı görür oluyorsunuz. Haliyle de ister dışarıda görüşün, ister görüşmeyin tüm yaşamınızı bu insanlara açmış oluyorsunuz. Tabi eğer paylaşmaya değer insanları bulabilirseniz… Bu da büyük bir şans. Ben bu şansı çok az kişi ile yakalamıştım. Şeyda da bu sayısı az insanlardan biri idi ama o da gitmişti.

Bu yaz o yazdı ve onu ziyaret edecektim. Ama o yaz başında da babamı kaybettim ve bu nedenle de bu seyahati iptal edecektim. Fakat ailem biraz olsun kafamı dağıtabileceğimi ve uzaklaşmanın bazen insana iyi geleceğini düşündüklerinden gitmem için çok ısrar ettiler. Ben de yanıma en yakın dostlarımdan birini alarak Brüksel‘e uçtum.

Nedenler bu kadar kasvetli ve düşünceler bu kadar dağınıkken, bu şehir yaz olmasına rağmen beni hiç cezbetmemişti. Bu seferki seyahatimde daha iyi anladım ki meğer buraya benim bedenim gelmiş, ruhum bambaşka yerlerde…

Brüksel

İlk gün şehri keşfetmekle geçti zaman.

Otelden çıktık ve yürüyerek Brüksel Kraliyet Sarayı‘na oradan da tam karşısındaki Brussels Park‘ın içinden geçerek, Rue Neuve Caddesi‘ne, yani her markayı hemen hemen bulabileceğiniz trafiğe kapalı bir alışveriş caddesine vardık. Buradan da Milano‘da bulunan Galleria Vittorio Emanuele‘ye çok benzettiğim, Royal Gallery of Saint Hubert‘e gittik. Bu pasajın üstü tamamen cam kaplı ve içerisinde tasarım ürünler satan mağazalar, dantel dükkanları, kitapçılar, çikolatacılar ve cafeler bulunmakta. Açıkçası aynı yerde, kaç sene önce en yakın dostlarımla çektirdiğim fotoğrafı, şimdi eşim ve kızımla çektirmek çok garip bir duyguydu, bunu sanırım kelimelerle tarif edemeyebilirim.

Buradan da yürüyerek çok yakınında bulunan Grand Place‘e ulaştık. Meydanın tam ortasında yılbaşı için kurulan kocaman bir çam ağacı vardı. Brüksel denilince akla ilk gelen bu meydan şehrin sembollerinden biri olmakta haklı. Çünkü dikdörtgen şeklindeki bu meydanın etrafında yer alan, bitişik nizam yapılar çok kendine özgü.

Burada bir yemek molası veriyoruz. Bu arada astronot kıvamında giydirdiğimiz yılbaşı konseptli Jlo ise arabasında uyumaktan, vakit geçirmekten, etrafına bakınmaktan çok memnun 😊

BrükselKarnımız doydu, Jlo da doydu, o zaman devam.

Rotayı bu sefer Yılbaşı açık pazarının kurulduğu St. Catherine Meydanına çeviriyoruz. Yakınlaştığımızı zaten oraya doğru giden kalabalıktan, açık havada çalan müzikten anlıyoruz. Meydanın etrafında ve meydana çıkan caddelerde kurulan ahşap stantlarda yiyecekten, içeceğe, hediyelik eşyadan, ödüllü oyun çeşitlerine kadar birçok şey vardı. Çocuklar için kurulmuş buz pisti ve dönme dolap bile unutulmamış. Tam bir karnaval havası. Nereye bakacağımızı şaşırdığımız bu birbirinden farklı standları gezerken yılbaşının heyecanını, güzelliğini daha çok anlıyorsunuz. Burada o kadar çok vakit geçirmişiz ki hava kararıp artık yorulmaya başladığımızda zamanın ancak farkına varabildik. Artık otelimize dönüş yapabilirdik.

Bugün için hiç de fena sayılmayacak adım sayımıza ulaşmışız 😊 Ertesi gün trenle Brugge‘e geçeceğimiz için biraz dinlenmemiz gerekti. O yüzden biz de Jlo ile erkenden yatışa.

Yazı Ayrı, Kışa Ayrı Güzel, Sevimli Bir Yer: Brugge

2. ve 3. günümüz olan yılbaşı günümüzü Brugge‘de geçirdik. Yılbaşı akşamı için tekrar Brüksel‘e dönüş yaptık. Seyahate çıkmadan önce, yılbaşı zamanı yoğunluk olur, kalmaz düşüncesi ile Brüksel-Brugge tren biletlerini Internet’teki bu siteden almış, çıktılarını da yanımda getirmiştim: https://www.thetrainline.com/en/train-times/brussels-to-brugge

Brüksel‘de 5 gün geçirmenin çok fazla geleceğini düşünerek, Brugge gezisini programımıza çok sonradan ilave ettim. Hâl böyle olunca da 1 gecelik otel fiyatları bayağı yükselmişti. İşin kötüsü yurtdışındaki birçok otel, bebek yatağını ücretli verdiği için Brugge‘deki az kalan seçeneklerim daha da daralmıştı. Sonunda güzel olacağını düşündüğüm nehir kıyısındaki “Hotel Monsieur Ernest”den odamızı ayırttım.

Brüksel‘deki otelimizden Jlo‘nun küçük bavulunu alarak çıktık. 1-2 dakikalık yürüyüş mesafesindeki Luxembourg meydanındaki otobüs duraklarından trenimizin kalkacağı Midi Tren Garı‘na gidecek otobüsümüze bindikten sonra yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuğumuz oldu. Trenimize bindik evet ama resmen bir izdiham… Brüksel‘den Brugge‘e göç var. İyi ki önceden bilet almışım (!)

Bütün yolu ayakta gitmek zorunda kaldık, ben şok tabi. Kompartıman arası geçişte balık istifi modunda yolculuk ettik. Allahtan Jlo‘yu kucağımda görenler bana yer verdi de oturarak gidebildik. Fakat eşim tüm yol ayakta kaldı. Neyse ki yolculuk süresi yaklaşık 1 saat. İner inmez insan seline kapılarak biz de yolumuzu aldık bu sevimli kasabanın içine doğru.

20 dakikalık yürüyüş mesafesindeki otelimize giriş yaptığımızda otelin bendeki ilk izlenimi şık ve sevimli oluşuydu. Otele ait nehir kıyısındaki oturma alanlarını da görünce, bahar ve yaz ayları zamanında burada çok güzel vakit geçirileceğini hayal ettim çünkü kendimi orada keyif yaparken gördüm resmen. Odamız hemen birinci kattaydı, ahşap ve eskiyi hatırlatan, basınca gıcırdayan merdivenleri çıkar çıkmaz hemen soldaki ilk odaydı. Sade, çok küçük olmayan bir yapısı vardı. Direk olarak odanın camından hemen önünden geçen nehiri görebiliyorsunuz. Tabiki en önemlisi de Jlo‘nun rahat uyuyabileceği yatağının olması 😊

Jlo yu doyurduktan sonra sıra bize geldi, haydi dışarı.

Brugge Keşfi

Otelden çıkıp meydana doğru yürümeye başladığımızda, insan kalabalığına şaşırdım açıkçası. Kasabanın tüm sokaklarından, caddelerinden duyulan bir müzik yayını vardı, yürürken sevdiğiniz şarkıları tanımadığınız insanlarla beraber dinlemek, hatta söylemek çok güzel. Zaten o kadar sevimli bir yer ki, girdiğiniz her sokak, döndüğünüz her köşe size ayrı biz güzellik ve sürprizle karşılıyor.

Meydana vardığımızda tam ortaya kurulan ufak buz pateni pisti ve hemen arkasında kalan ahşaptan yan yana yılbaşı kulübeleri, meydanı çevreleyen birbirinden renkli ve güzel binalar o kadar etkiliyor ki sizi, sanki yılbaşında çekilmiş bir film sahnesinin içinde hissediyorsunuz kendinizi.

Stantlardaki çeşit çeşit yiyecek ve içecekler, adeta sizi sizden alıyor. Biz de daha fazla dayanamadan farklı deniz mahsülleri yapan bir yerden yiyeceklerimizi alıyoruz, başka bir kulübeden de farklı biralarımızı ve ortalara atılan standlarda, kendimizi ve uyuyan Jlo ile arabasını sıkıştırıyoruz. Herkes birbirine gülümsüyor, insanlar mutlu, bambaşka bir dünyada gibiyiz.

Akşam olup süslemeler ve meydandaki tüm binaların ışıkları yanınca fark ediyorum masal diyarında olduğumuzu. Biz de karnımızı doyurduğumuza göre kendimizi bu dar sokaklara verebilir, insan seline kapılabiliriz. O kadar sevimli çikolata dükkanları, patatesçiler (gitmeden mutlaka soslu patates kızartmalarından yiyin), restaurantlar, cafeler var ki hepsi de kendi içine doğru çekiyor sizi.

Bir tanesi var ki hem kanal manzarası hem bira çeşitliliği açısından şiddetle tavsiye edeceğim 2be Bar. Daha kapısından içeri adımınızı atar atmaz nasıl bir yer burası diye şaşıracağınız bir bar, terasının manzarası, keyfi apayrı. Hemen kapısının önündeki Vespa‘nın fotoğrafını seneler önce, bendeki Vespa hayranlığı nedeniyle çekmiştim, çünkü çok orjinal. Bir baktım ki hala orada, seneler sonra…

Bruge küçük bir kasaba, ama sokaklarında kaybolmak, devamlı bir yerler keşfetmek inanılmaz keyifli. Biz de bunu ilk günümüzde az çok gerçekleştirdiğimiz için artık yavaştan otelimize dönebiliriz, dinlenmekte lazım.

Yılın Son Günü | Bir Brugge Gün Daha, Brüksel ise Akşamında

Buradaki gecemizi de sorunsuz atlattık, sıra kahvaltı testinde. Bu otelin kahvaltısı oldukça kompakt geldi bize. Doyurdu mu? Evet, ama çeşit olmayışı ve sunulanı kabullenmen şeklinde. Jlo otel yaş ortalamasını kendi başına düşürebilen yegane insan 😊 Tek şaşırdığımız, kahvaltı için dışarıdan da gelen insanların olmasıydı. Acaba bir şeyler mi kaçırdık???

Havanın güneşli olmasını fırsat bilip, hazırlanıp, bavulumuzu da emanete bıraktıktan sonra attık kendimizi dışarı. Güneşli bir günde burayı gezmek ayrı güzellik. Bu sefer kasabanın gitmediğimiz yerlerini keşfettik. Size bir tavsiye de mutlaka tekne turu yapmanız. Evet çoğu zaman sıra uzun olabiliyor, ama inanın değer. Ben bir önceki gelişimde bu turu yapmıştım ve çok zevkliydi, manzaralar da harika. Bu sefer Jlo ve arabası nedeniyle maalesef bunu gerçekleştiremedik. Olsun, geri gelmemiz için bir neden 😉

Net bir havaya denk geldiyseniz de mutlaka Belfort Tower’a (Çan kulesi) çıkın. Tüm Brugge ayaklarınızın altında.

Brugge gezimizi tamamladıktan sonra otelden bavulumuzu alıp tren garının yolunu tuttuk, bu sefer oturarak gideceğimiz bir tren yolculuğu ümidiyle. Ve öyle de oldu, şükür. Yine çok kalabalıktı ama gidiş kadar değil. Bu arada çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi toplu taşımalarda bilet kontrolü yapan bir Allahın kulu da yok, nasıl, tam bizlik değil mi(!)

Brüksel Midi Gar, oradan da otelimiz.

Biraz dinlendik, karnımızı doyurduk, sonrasında yılbaşı gecesi için hazırlandık. Jlo gece uyku moduna geçmesi gerektiği için, onu kalın tulumu ve astronot tulumu ile geceye hazırladık, uyku vakti gelince de dışarı çıktık. Marketten içkilerimiz de aldıktan sonra meydanın yolunu tuttuk.

Önlerinden geçtiğimiz restaurantlar, barlar dolmuş bile. İnsanlar şık, eğleniyorlar, şarkılar, danslar… Yılbaşı ruhu çok güzel bir şey, insanı yeni yıla hazırlayan, mutlu hissettiren… Bir yandan içkilerimizi içiyoruz, bir yandan da gezinerek yürüyoruz, Jlo uyudu bile, hava da çok soğuk değil, tüm şartlar sağlandı.

Brüksel

Gençler çoktan kafayı bulmuşlar, bağıra bağıra sokaklarda, caddelerde şarkı söylüyorlar. Her yer kalabalık. Bazen şu kızkaçıran denen şeylerden atıyorlar, o da hakikaten insanı korkutuyor. Onun dışında hiçbir taşkınlık yok. Bütün caddeler tıka basa dolu, insanlar eğleniyor hep birlikte. Medeniyet…

En son artık Grand Place’e varıyoruz. Meydanın bütün girişleri kontrollü, barikatlar koymuşlar, giriş yapan herkesi polisler arıyor. Bilmem biz bebek arabalıyız diye mi, bizi arayan olmadı, bence büyük ihmal.

Meydana girdiğimizde insanlar doldurmaya başlamıştı alanı. Biz de yerimizi seçtik ve gelenlerle beraber, yudumladığımız içkilerimizle 00:00‘ı beklemeye başladık.

Restaurantlardan dışarı çıkanlar, meydana çıkan yollardan akın akın gelen insanlarla bayağı doldu meydan. Zaman da yaklaştı. Herhangi bir müzik yayını yoktu, havai fişekler de Atomium‘da patlatılıyordu, bunu bildiğimiz halde burada kalmayı tercih ettik.

Veeeeee 00:00 kutlamalar, yepyeni bir yıla giriş, yeni hayatlar, yeni umutlar, yaşanılacaklarla dolu yeniden yepyeni bir yıl. Her yıl olduğu gibi dileklerimi diledim ve gökyüzüne yolladım, bakalım…

Günaydın Brüksel | Yılın İlk Günü, Dost Meclisi

Bebekli birer ebeveyn olmanın iyi yanlarından biri de alkolü kaçırma olanağının olmayışı, sürekli kontrolü elden bırakmayışın, tabi eğer ki kendine acıyorsan. Çünkü ertesi gün uğraşman gereken bir baş ağrın, mide bulantın, halsizliğinin yanında erken kalkma, bebekle ilgilenme, full performans onunla oynama, yedirme, uyutma durumun da olacak. Bence kendine acırsan daha iyi edersin, emin ol 😊

Bizim de haliyle böyle bir “alkol sonrası günü” durumumuz olmadığı için, yılbaşı sonrası ilk gün bile olsa 07:30‘da dipçik gibi ayaktaydık. Bugünü biz de biraz ağırdan aldık ve bir kısmını dinlenme, Jlo ile oynama, uyuma, uyanma ile değerlendirdik.

Sonrasında yine hazırlanıp yollara düştük. Açıkçası yılın ilk günü olmasına rağmen her yer gayet kalabalıktı. Buna da şaşırmadım değil, hatta içinden geçtiğimiz Brussels Park‘ta koşanlar, spor yapanlar bile vardı.

Manneken Pis

Brüksel‘e geldiyseniz, şu meşhur minicik Manneken Pis yani Türkçe anlamıyla İşeyen Çocuk heykelini görmeniz gerekir. Bence çok lüzumsuz olsa da bu heykelcik ile ün yapmış uyanık bir Avrupa şehri olması nedeniyle size bu seyahatiniz ile ilgili ilk bunu sorabilirler. Kendisi hakkında bir sürü hikayeye sahip olan bu bronz heykelciğin bir geleneği ise özel günlerde kendisinin giydirilmesi. Düşünün ki 800‘den fazla kostümü içiren bir gardırobu var.

Bu heykeli de eşime gösterdikten sonra hemen yakınındaki Delirium Cafe‘ye gitmemize bir engel kalmamıştı. Burayı da size şiddetle tavsiye ederim ki nedenini az çok aşağıdaki resimden çıkarabilirsiniz.
Brüksel Delirium Cafe
Burası 2004 adet farklı bira çeşidini bulundurarak Guinness rekorlar kitabında çoktan yerini almış bile. Dilerseniz fotoğraftaki gibi 9’lu, 6‘lı seçeneklerde tadım halinde biralarınızı yudumlayabilirsiniz. Dilerseniz de menüden ya da içeri geçip kendiniz farklı tercihlerde bulunabilirsiniz. Biz patates kızartmasını yakınında bulunan patatesçiden almıştık (Türkler işletiyormuş orayı da). Yanında çerez ve dilerseniz aparatif olarak peynir getiriyorlar. Istıcılar olduğu için dışarıda oturmayı tercih ettik. Siparişimiz geldikten sonra dükkanı biz doldurduk diyebilirim. Çünkü önümüzdeki sunumu gören herkes mutlaka durup ya resim çekiyor, ya yüzünde kocaman bir gülümseme ve waaaoowww hayranlığı ile masamıza bakıyor, ya da biraz durup düşünerek oturmaya karar veriyorlardı.

Burada geçirdiğimiz keyifli vakitten sonra size bahsettiğim arkadaşımı ziyarete gelmişti sıra. Tarif ettiği duraklar için metroyu kullanarak evine yakın bir yere ulaştık. Oradan da bizi karşılamaya geldiler. Kendisi için tamamen başka bir hayata başlayan arkadaşım ve eşi ile geçirdiğimiz vakit tabi ki yetmedi. Yüzyüze görüşemediğimiz onca zamanı kapatmamız zaten mümkün değildi ama en azından kendisine sarıldım, kucakladım, bunun için bile bir çok şeye değerdi. Beraber kısa sürede çok paylaşımımız olmuştu, onun böyle kilometrelerce uzakta, kendi hayatını kurarak, kendi ayakları üzerinde durduğunu görmek beni çok mutlu etti. Bizi tekrar otelimize kadar bıraktılar. Ayrılıklar hep zordur…

Bugünü de böyle bitirdik.

Son Gün | Hareket Vakti

Dönüş uçağımız akşamüstü 18:15‘te idi. Ben de tabi yine Jlo‘nun akşam uykusu bölünmesi stresi ufak ufak başladı. Son günümüzü de Adalet Sarayı‘na yürüyerek ve buraya giden, her iki taraflı ünlü markaların bulunduğu caddeleri, kafeleri görerek tamamladık. Ben bu caddeyi (Anevue de la Toison d’Or) Paris‘in meşhur Champs Elysees Caddesi‘ne benzettim biraz.

Adalet sarayının görkemli yapısı uzun süredir tadilattaymış. Yine de halka açık. Sarayın olduğu yerden, Brüksel‘in tepeden bir manzarasını seyredebilirsiniz. Aman aman bir manzara beklemeyin ama şehri yine de size gösteriyor 😊 Buradan aşağı, Sablon bölgesine inen bir asansör var, akıllıca bir iş olmuş bu.

Sarayı sağınıza aldığınızda tam karşıdaki geniş caddeye gitmek isterseniz, burası da size çok güzel mağazalar ve cafeler sunacaktır; Avenue Louise, Saint Gilles bölgesi. Buraları bence mutlaka gezin, görün.

Bu geniş turumuzu da tamamladıktan sonra artık otele dönüp bavullarımızı almamız gerekiyordu. Yine Luxembourg meydanından bindiğimiz otobüsümüz bizi yaklaşık 25 dakikada havaalanına ulaştırdı, çok da konforlu oldu. Keşke ilk geldiğimizde de tren yerine otobüsü seçseymişiz diye düşünmedik değil.

Uçağımızın kalkışı için biraz bekledik ama Jlo‘yu yine gelirkenki teknikle uyutabilmeyi başardım. Ne yazık ki bir saat sonra ışıkların yanması ve yemek servisinin başlaması ile uyandı ve bir daha da uyumadı. Uçak yolculuğu değil ama sonrasındaki araba ile Bursa dönüşümüz biraz daha sancılı oldu uyku açısından.

Tüm bu günler boyunca Jlo bize bu seyahatimizde çok güzel ayak uydurdu; saatlerinde arabasında uyudu, uyandığında da hep etrafına bakındı, hiç sesini çıkarmadı. Düzenin faydasını açıkçası bu seyahatimizde daha iyi gördüm. Biz de ona göre planlarımızı yaptık, gidebileceğimiz ve görebileceğimiz her yeri gördük.

Evet belki bu ilk yurtdışı seyahatini kendisi hiç hatırlamayacak bile ama bizden kendisine anlatacağımız çok güzel bir anısı oldu…

Zeynep Yazıcıoğlu

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 4 Şubat 2019 at 00:54

    Zeynepcim bundan sonra ya seyahatlere seninle çıkacağım ya da seyahat programımı senin yapmanı rica edeceğim 🙃 Harikasın canım. Yazı da son derece keyifli ve bilgi vericiydi 👌🏻

    • Yanıtla Zeynep Yazıcıoğlu 9 Şubat 2019 at 17:03

      Sen bana gezmek de 🙂 zevkle yaparım tabi

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan