Yurt Dışı Gezi

Amsterdam | 2

28 Şubat 2024

Red Light | Amsterdam

İndeks

Amsterdam | Bölüm 1
Amsterdam | Bölüm 2
Amsterdam | Bölüm 3

 
İkinci günün sabahında erkenden dinlenmiş olarak uyandık. Sabah kahvaltısı için eşim beni daha önce gittiği Omelegg isimli omletçiye götürmek istedi. Her zamanki gibi soğuğa karşı iyice giyinip kuşandık ve düştük yollara. Yürüyerek, kısa sürede mekana vardık. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen masalar doluydu. Bir masa boşalır boşalmaz hemen oturduk.

Omelegg ufak ve şirin bir mekandı. İçeride 3 kadın personel çalışıyordu. Sanki küçük bir evin mutfağında misafir olarak ağırlanıyoruz gibi hissettim. Menü sadece omlet ağırlıklıydı, tabağımda efsane bir omlet ve yanında çok lezzetli esmer büyükçe bir dilim ekmek vardı. Biz tabii avokadolu omlet söyledik, yanına da filtre kahve. Her şey çok güzeldi, mekanı çok beğendik. 👌🏻

Rijksmuseum

Programımızda müze ziyareti de vardı. Van Gogh Müzesi‘ne yakın Rijksmuseum’u görmeye karar vermiştik. Biletlerimizi gişeden alıp devasa büyüklükte olan ve bir şatoyu andıran yapıya girdik.

Girer girmez ferah, bembeyaz mobilyalarla donatılmış bir kafe karşıladı bizi. Katları sırayla gezmeyi tercih ettik. Bırakın katların ayrı ayrı güzelliğini, her katta kısım kısım ayrılan muhteşem yağlı boya tabloları, ihtişamlı heykelleri ve çeşitli mavi-beyaz porselenleri görünce ağzımız hayranlıkla açık gezmeye devam ettik. Bir katın tam ortasına oturtulan kocaman yelkenli savaş gemisini görünce soluğumuzu onu yanında aldık ve etrafından birkaç kere dönüp en ince ayrıntısını görebilmek için bayağı inceledik.

Rijksmuseum

Müzede beni en çok etkileyenler, her detayını görebildiğiniz bembeyaz heykeller ve duvarların tamamına yakınını kaplayan parlak renkli yağlı boya tablolar oldu.

Bir de ilkokul çağında çocuklardan etkiledim. Bir okul, o gün, öğrencilerini bu müzeye getirmişti. Çocuklar bir odada, bir yağlı boya tablonun önünde, yere oturarak öğretmenlerinin onlara anlattıklarını dikkatlice dinlediler. Hatta, öğretmenleri yanında getirdiği ufak bir oyunu birlikte oynamalarını sağlayarak, çocukların keyifli vakit geçirmelerini de sağladı. Gördüğüm bu manzaradan en az müzede gördüğüm eserler kadar etkilendiğimi itiraf etmeliyim sizlere.

Müzeyi gezmemiz yaklaşık 2 saatimizi aldı. Çıkışta yorgun ama ruhen de bir o kadar doymuş olarak dışarı çıktık, caddenin tam ortasında yer alan bir kafeye oturduk ve şehrin manzarasına karşı kahvelerimizi içtik.

Pankekçi

Canımız tatlı çektiği için otelimize yakın olan, meşhur pankekçiye gitmek için ayaklandık ve oraya doğru yürüdük. Bu esnada akşam yemeğimizi nerede yiyeceğimize de karar vermeye çalıştık. Bir gece evvel önünden geçtiğimiz ve atmosferini çok beğendiğimiz Sea Food isimli restorana gitmeye karar verdik. Yürürken önünden geçeceğimizi bildiğimiz için içeri girdik ve akşam için rezervasyonumuzu yaptırdık.

Aslında gitmek istediğimiz yerin adı; garsonların şarkılar söyleyerek servis yaptığı Pasta e Basta idi. Ama sadece döneceğimiz günün akşamı boş masaları olduğu için oraya gidemedik.

Pankekçiye vardığımızda gözlerimizin içi gülüyordu adeta. Meşhur spesiyali olan ve “Anne Pankeki” dedikleri minik minik pankeklerden istedim. Tabii bir de Amerikan usulü yaptıkları krepler ve envai çeşit şuruplar da vardı. Eşimi ikna ederek en sadesinde karar kıldık. Ne kadar lezzetliydi anlatamam 😋 Her müşteriye de minik bir Hollanda ayakkabısı anahtarlığı hediye ediyorlardı. Akşam yemeğinde de deniz mahsullerine doyacağımız için orada yemeyi çok abartmadan kalktık.

Sokaklar

Otelimize vardığımızda tabanlarımız yine zonkluyordu tabii, bu nedenle bir süre dinlendik. Ardından gecenin soğuğuna karşın yine en kalın kazaklarımızı üstümüze giyip botlarımızı da ayağımıza geçirdikten sonra Amsterdam sokaklarında yürümeye başladık.

Şehir inanılmaz derecede sessizdi; araba gürültüsü, kaos, karmaşa yoktu. Demek ki şehirler de sakin ve sessiz olabiliyormuş diye düşündüm.

Sea Food Restoranı

Amsterdam Sea Food RestoranRestoranın ambiyansı çok hoşuma gitti. Taş duvarlar ile çevrelenmiş, loş ışık ve mumlarla aydınlatılmış, oldukça hoş bir mekandı.

Garsonumuzun tavsiyeleri doğrultusunda kalamar, karides ve büyük bir kasenin içerisinde sunulan midyelerden söyledik. Ana yemek olarak da ayaklı sunum tabaklarında servis edilen çeşitli deniz ürünlerini tercih ettik. Yanında ben İspanyol şarabı istedim, eşim ise tercihini biradan yana kullandı.

Her şey çok lezzetliydi, mekan çok güzeldi. Hem sohbet edebiliyor hem de fonda çalan müziği dinleyebiliyorduk. Günün yorgunluğunu keyifle burada çıkardık. Artık Red Light sokağını ziyaret etme zamanı gelmişti 😁

Red Light

Kanal şehri olan Amsterdam’ın, kanallar boyunca sıralanmış, düz ayak diyebileceğimiz daireleri meşhur ablalarımız için ayrılmıştı. Sanırım daireler, kırmızı ışıkla aydınlatıldığı için sokak ismini buradan almış.

Bu küçük dairelerin camlarının önünde, ablalarımız çeşitli şekillerde kendilerini teşhir ediyor. Arada sırada kapıyı da açıp kapıyorlar. Bunun onların müsait olduğunu ifade ettiğini öğrendik.

Cadde özellikle gençlerin oldukça ilgisini çekiyordu. Hatta bazılarının önünde kuyruklar oluştuğunu gördük. Pakistanlı genç bir turistin ziyareti sonunda yüzünde oluşan o şapşal gülümsemeyi halen hatırlıyorum.

Red Light’ta herşeyin bu kadar alenen yaşanması karşısında tam olarak neler hissettiğimi bilmiyorum ama bana çok tuhaf geldiğini ve içimde bir yerlerde utanç duygusu hissetmiş olduğumu söylemeliyim.

Neyse, değişik duygular içerisinde yürümeye devam ederken ben Amsterdam’daki son günümüz olacak ertesi günü kafamda planlamaya başlamıştım bile.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Demet Albayrakoğlu
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan