Yaşamak Yaratmaktır

Korona Günlerinde Felsefe | 2

8 Mayıs 2020

Yazı: Korona Günlerinde Felsefe | 2 | Yazan: Prof. Dr. Atilla Erdemli

İndeks

Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 1
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 2
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 3
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 4
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 5
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 6
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 7
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 8
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 9
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 10
Korona Günlerinde Felsefe 👉🏻 Bölüm 11
 

Bölüm 2

 
“El” denilince aklıma ilk gelen Immanuel Kant’ın sözü oluyor:

“Eller aklın uzantısıdır.”

Yani, eller, kendi başlarına, akıl olmadan pek bir işe yaramıyorlar; akıl da eller olmadan pek bir şey yapamıyor. Akıl amacı veriyor, yolu gösteriyor, El de yapıyor. El teknolojinin Yapıcı Tanrısı Demiourgos gibi.

Nerede akıl varsa, orada el var. İnsan elinin yapılanışı ile akıl arasındaki koşutluk da burada temelleniyor. Önemli olan ikisinin birlikteliği. Kant’ın bu saptamasında insana ve insanın yarattığı uygarlığa bir saygı hissediliyor.

Acaba insanın yapıp yarattığı her şeye aynı düzeyde saygı duyabilir miyiz?

El aklın paranteze alındığı ya da bir süreliğine göz ardı edildiği yerlerde de iş başında. Örneğin, hiddete kapılmış, öfkenin acı tadıyla sarhoş birinde akıl ne gezer. Oktay Rıfat, “Elleri var özgürlüğün” diyor. Ellerimizle iyi kötü, güzel çirkin, doğru yanlış, değerli değersiz, vb birbirine karşıt her şeyi yapabilme olanağımız bulunduğuna göre eller ve özgürlük arasında sıkı bir bağlılık var demektir. Bu karşıtlık ve bu seçme olmasa özgürlükten de pek söz edemeyiz.

Kant’ın saptamasını şöyle de anlayabiliriz kanısındayım:

“İnsanın bulunduğu her yerde el vardır ve işlevseldir.”

Olumlu, insanı canlandıran, insana saygılı bir yaşama için ellerle neyi nasıl yapacağımızın bilinci önem kazanmaktadır.

“Kirli Eller”; Sartre‘ın tiyatro yapıtlarından biri. İlk bakışta ellerin siyaset ortamındaki acımasızlığını, hoyratlığını, çirkinliğini ve kirliliğini anlatan bir oyun izlenimi veriyor. Elbette oyunun kabuğu böyle. İçine girdikçe ellerin marifetiyle siyaset dünyasının neredeyse evrensel işleyişi sergileniyor.

Oyunda Höderer Hugo’ya şöyle söyler:

“Temiz kalmaya ne kadar meraklısın yavrum. Ellerini kirletmekten ne kadar korkuyorsun. Peki öyle ise temiz kal. Kimin işine yarar?… Benim ellerim kirli, hem de dirseğime kadar. Onları hem lağıma soktum, hem de kana buladım, ne zannettin? İdare mekanizması masum olarak yürütülür mü zannediyorsun?”

Ağır sözler bunlar. İnsan elini bir şeye uzatırken aklına gelirse, durup düşünmesi gereken sözler, özellikle kişi yönetici konumundaysa.

Acaba bir el ahlâkı olabilir mi?

İnsanın yaşamasıyla elleri öylesine kenetlenmiş, biri olmadan diğeri olanaksızlaşmış ki bir el ahlâkı olamaz fakat elleri önemsemeyen bir ahlâk da olamaz. Böylesine önemli olan ellerimizi değerlendirmemiz, anlamamız için çok zaman bir dış neden gerekiyor.

Örneğin, Korona olayı çıkmasaydı ellerimize böylesine önem verir miydik? O da sürüp giden yaşamamız içinde diğer organlarımız gibi sıradan olurdu; kullanırdık.

El insanın dış dünyaya, kendisinden öteye uzanan yanı; el sıkışırız, el sallarız, el veririz, el uzatırız, dua ederken ellerimizi Tanrı’ya açarız, elimizi yumruk yapıp saldırırız, el falına baktırırız, konuşmaktan yana engelliysek el dili kullanırız, ellerimizle alkışlarız… sayıp tüketmek için insan yaşamının tümüne uzanmak gerekir.

Evrim canlının ellerini işlevli kullanmasına doğru gelişmiştir.

Bu kadar çok işe girince el kirlenmeye en açık organ olmakta. Eller yalnızca kirlenmiyor, kiri ile kirletiyor da. Her türlü kirlenmede insan eli var: İnsan kirleten bir varlık. Doğa kirletmez. Doğa kendisidir. İnsan ise kendisi olmaya çabalar, fakat hangi kendisi?…

İşte sonunda olan oldu ve Korona ellerimizi önümüze koydu.

İnsanlarda bir korku, bir telaş. En yapıcı-yaratıcı organımız, dikkatli olmazsak, bize ölüm getirebilir ve zaten getirmekte. Bu bir kuru yaşama kaygısıdır; bir düz yaşama feryadı; sürecinde içimizdeki “insan”ı ortaya çıkartmak bir yana kımıldatmayan bir yaşama; içindeki “insan”ı uyutmuş bir yaşama.

İçimizdeki insan uyursa ya da korkup sinerse ya da kaçarsa meydan “insan olmayanlar”a kalıyor demektir. İşte orası da Korona’nın, Veba’nın ve daha başkalarının alanıdır.

Merak ediyorum, insan mı daha canavar, Korona mı?

Sakince düşününce, tarihi boyunca insanın yaptıklarını göz önüne getirince soruyu yanıtlamakta zorlanıyorum.

Korona’nın insana benzeyen bir yanı var: Kendi başına hiçbir şey değil. Bazı etkiler ve katkılarla değişime (mutasyona) uğradığı zaman özel bir yıkıcı, zorlu bir zararlı oluyor.

Hiçbir görüşün yaşama anlayışının etkisinde kalmadığı zaman kuru, düz yaşayan insan da öylesine zararsız bir varlık. İşine gidiyor, işinden geliyor, hiçbir şeye karışmıyor. Derken bu insan bir görüşle, yaşama anlayışı ya da ideolojiyle karşılaşıp kaynaşınca Moğol Orduları harekete geçiyor, Haçlılar sürüler halinde geliyorlar, Naziler tüm yıkıcılıklarıyla ortaya çıkıyorlar. Bundan sonrasını şaire bırakıyorum:

Ya savaş meydanlarında yitirip bulamadığımız gerçek
Engizisyon işkenceleri yirminci yüzyılın
Fırınlar
Gaz odaları
Kitle halinde ölümler
Kara sineklerin konduğu çürümüş et yığınları
Yaylım ateşleriyle delik deşik olmuş insanlığımız
O azgın atların çiğnediği kollar bacaklar
O kan çanağı gözler
O süngü uçlarında yükselen kesik başlarımız
Bizi alçaltan bu kanlı zafer taçları işte
Öptüğümüz o pis eller
O maymun maskara soytarılar
Ümit Yaşar Oğuzcan

İnsan olmanın bir bedeli var.

Korona bu bedeli ödememenin, bu bedeli ucuza getirmenin sonucu. Yaşamak insana verilmiş bir ödevdir; insan dışında hiçbir canlının böyle bir sorumluluğu yoktur.
Korona diyor ki; “Ellerinle yarattığını, ellerinle temizle.”

Bu bir savaş. Dünyamızda hiçbir savaşı insan dışındaki bir canlı yaratmadı. Savaş insanların eseridir. Şimdi Korona çıktıysa, onun da bir bedeli var.

Sorumlusun!
Sorumluyuz!
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 

Dergimizde de yayımlamaya başladığımız, Prof. Dr. Atilla Erdemli‘nin Korona Günlerinde Felsefe yazı dizisinin ikinci bölümü, Herkese Bilim Teknoloji Dergisi‘nde 24 Nisan 2020’de yayınlanmıştır. SenVeBen’de yazarımız ve derginin özel izniyle yayınlıyoruz.

 
 
Prof. Dr. Atilla Erdemli

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

1 Comment

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 10 Mayıs 2020 at 14:09

    Merakla devamını bekliyor olacağım. Ne kadar doğru. Bunu okuyunca uzun uzun ellerime baktım ve kendi kendime, demek onun için önce ellerimiz yaşlanıyor dedim. Beynimizin hizmetkarı diye düşündüm sonra.
     
    Teşekkürler.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan