Bi' Dolu Mola

Her Gün Bir Umut | Heyecanlı Bir Cuma

31 Aralık 2020

Öykü: Her Gün Bir Umut | Heyecanlı Bir Cuma | Yazan: Elif Bilici
 

İndeks

Birinci Bölüm: Sıradan Bir Pazartesi
İkinci Bölüm: Karışık Bir Salı
Üçüncü Bölüm: Çarşafa Sarılmış Bir Çarşamba
Dördüncü Bölüm: Şaşırtan Bir Perşembe
Beşinci Bölüm: Heyecanlı Bir Cuma
Altıncı Bölüm: Umut Dolu Bir Cumartesi
Yedinci Bölüm: Huzurlu Bir Pazar

 

Beşinci Bölüm – Heyecanlı Bir Cuma

 
“Ooo Can Bey, çok şıksınız bugün!”

Ali adeta bağırarak ofise girmişti. Can bütün gece heyecandan uyuyamamıştı, bir hafta nasıl hızla geçtiyse bir gece de bir o kadar yavaş geçmişti. Uyuyamayınca işe erkenden gelmişti, işlerini hızlıca toparlayıp biraz erken çıkabilirse randevusuna da geç kalmayacağını düşünmüştü.

Kafasını kaldırıp Ali’ye gülümsedi, daima mutlu olacak bir şeyler bulabilen insanlardandı Ali. Hayatı olduğu gibi gelişine kabul eden, her şeyde mutluluğu bulabilenlerdendi. İki senedir onunla çalıştığı için kendini hep şanslı hissetmişti Can. Bunu Ali’ye hiç söylememişti çünkü Ali ne kadar samimi ve sıcaksa Can da bir o kadar uzak ve mesafeliydi iş hayatında.

“Beğenmene sevindim Ali, sen de her zamanki gibi neşe saçıyorsun” diye cevapladı yerine oturan Ali’yi. Ali şaşırmıştı, gösterdiği cıvıklığa karşılık soğuk bir bakış ya da daha kötüsü bir umursamama beklerken, Can bugün ona ilk defa bu tarz bir konuda cevap vermişti. Severdi müdürünü ama biraz soğuk ve mesafeli olmasından dolayı yanında ağzından kaçırdıkları hep sonradan defalarca düşündürtürdü. Vardı bir değişiklik Can’da bir süredir ama kendisi de anlamlandıramıyordu.

Can’ın dikkati mesaj sesi gelen telefonuna kaydı.

“Unutmadın değil mi?” diye soruyordu Melisa. Can nasıl desin, bir haftadır ne söyleyeceğinin, konuşacakları konuların dahi listesini yaptığını, defalarca evde aynaya bakarak ellerini nerede tutması, nasıl bardaktan bir şeyler içmesi gerektiğini prova ettiğini?

“Tabi unutmadım. İş çıkışı orada olacağım. Yakınlardaysan beraber gidebiliriz?”

Gerek var mıydı buna bilmiyordu ama belki beraber giderlerse heyecanının azalacağını düşündü. Kendi haline gülüyordu, kaç yaşına gelmişti, insan kaynaklarında çalışıyordu. Belki de iş hayatında ağzı en iyi laf yapan, insanı en iyi anlayan, tanıyan meslek grubuna aitti. Ama konu kendi duyguları olunca ne profesyonellik ne eğitimler bir fayda etmiyordu. Adeta sudan çıkmış balık durumuna düşüyordu insan. Düşünceleri mesaj sesi ile bölündü:

“Oldukça uzaktayım. Yine bir iş görüşmesi, bakalım bugünün mülakatı nasıl geçecek? Akşama görüşürüz.”

Melisa, iş görüşmelerine gitmeye devam ediyordu. Özellikle son on gündür sanki herkes sıraya girmiş gibiydi, sürekli bir geri dönüş alıyordu ve bazı günler iki görüşmeye dahi katıldığı oluyordu. Bu defa ümitliydi, zaten artık beklentilerini de oldukça aşağı çekmişti. Başta sektör seçmeyi bıraktı, sonra pozisyon, en son da maaş beklentisini düşürmüştü. Bugün gideceği şirket ise ummadığı derecede iyiydi. Kendi kariyeri için çok güzel bir adım olacaktı. Artık iş hayatı konusunda ayak dirediği beyaz yakalı kavramı bile kendisi için çok cazipti, yeter ki kirası için bir ay daha babasını aramak zorunda kalmasındı. Taksiden indi mülakatın olduğu binanın kapısında durdu, “Bugün her şey çok iyi olsun olur mu?” dedi ve adımlarını kendisine beş sene ev sahipliği yapacağını henüz bilmediği ilk işine doğru attı.

İşten yarım saat erken çıkmıştı Can, trafiği görünce de şaşırmıştı. Sanki herkes yarım saat önce çıkmış gibiydi.

Gideceği yere vaktinde varacaktı ama navigasyon yanılmıyorsa. Trafikte, direksiyonu tutan elleri sürekli terliyordu. Hâlâ heyecanını yenememişti, bugün iş yerinde de ne kadar çok dalıp gitmiş, hata yapmıştı. Kaç defa toplantıya gecikmiş, hatta bir defa da yanlış mülakâta girmişti. Haftalardır olmasa bile bugün herkes anlamıştı Can’da bir şeyler olduğunu. Hele ofisten çıkarken Ali’nin Can’a bakışı adeta kocaman bir soru işaretini andırıyordu.

Heyecanını bastırmak için radyoyu açtı, müziğe eşlik etmeye başladı. Üniversite yıllarında edinmişti bu huyu, ne zaman gerilse ya da heyecanlansa, kendisine bir şarkı açar ve eşlik ederdi. Sanki üzerinden bütün bir baskı, endişe, heyecan uçar giderdi böyle anlarda.

Yine öyle olmuştu, yaklaşık bir saat süren yolculuğu sonunda kararlaştırdıkları restorana gelmişti ama henüz yarım saat vardı. Melisa’nın uzaktan geleceğini hatırlayıp, hemen restorana girmedi. Ona çiçek almaya karar vermişti. Madem bir randevuydu ve Melisa davet etmişti, hakkıyla elinden geldiği kadar kendi niyetini ve gözündeki değerini ona göstermek istiyordu. Çiçekçiye girdi oysa çiçek alma konusunda o kadar deneyimsizdi ki… En son belki beş sene önce çiçek almıştı.

Çiçekçide o kadar çok oyalanmıştı ki neredeyse geç kalıyordu, restorandan içeri girdiğinde kapının hemen sağ tarafında, sadece ağzı ile değil gözleri ile de gülen Melisa’yı gördü. Can’ın başkasını görecek durumda olmadığını bilmediğinden kendisini parçalarcasına el sallıyordu. Can için o an orada sanki sadece Melisa vardı ama o bunu nasıl bilebilirdi?

Can masaya doğru el sallayarak ilerledi. Melisa’nın gözleri çiçeğe takılı kalmıştı.

Can, Melisa’ya fırsat vermeden, “Sana Melisa çiçeği almak isterdim bulabilsem kocaman bir saksı ama tahmin edersin ki mümkün olmadı. Öldürülmek üzere toplanmış çiçeklerle de sana gelmek istemedim, o nedenle uzun seneler yaşatabilmen için bir Bonsai aldım sana” dedi ve gülümseyerek elindeki saksıyı Melisa’ya uzattı. Masaya otururken de sordu; “Nasılsın?”

Melisa elindeki saksıya bakmayı bıraktığında mutluluktan kıpkırmızı olmuştu.

“Çok ama çok heyecanlıyım sanırım iş oldu. Yani biliyorum çoğunda bence oldu diyorum ve olmuyor ancak bu defa farklı. Çünkü görüşmeden çıktım, tam taksi beklerken yeniden aradılar ve eğer uzaklaşmadıysam gelip ikinci aşamaya girip giremeyeceğimi sordular. Daha cümlelerini bitirmeden kapılarındaydım.”

Kahkaha atıyordu. Can da hissetti, bu defa olmuştu galiba.

Melisa’nın bütün bir mülakatını dinledi Can, yemek siparişlerini verdiler. Ama kafasına takılıp kalmıştı, hep iş mi konuşacaklardı? Acaba Melisa onu sadece profesyonel kimliği ile görüyor da bu nedenle mi görüşmek istemişti? Can kendi kendine kafasında kuruyordu, Melisa susmadan anlatmaya devam ediyordu. Enerjisi bitmiyordu.

Yemekler yendikten sonra restorandan çıktılar, arabaya doğru giderlerken Melisa “Ben eve gitmeyeceğim bu akşam, arkadaşımda kalacağım” dediğinde Can’ın beyninde şimşekler çaktı.

“Sevgilisi var. O gün de görmüştüm zaten hâlâ sormadım da kim olduğunu, o da anlatmadı. Benimle kesin iş için yemeğe çıktı sadece.”

Beyninde durmadan düşünceler geçiyordu. Melisa konuşmaya devam etti;

“Ama evi iki üç sokak ötede, evime değil ama yürüyerek beni oraya bırakabilirsin. Hem yediğimiz o koca yemeklerle aldığımız kalorilerin bir kısmına veda ederiz.”

Can başıyla onayladı, ancak konuşmak istemiyordu. Kafası dolmuştu, yine çok soru vardı zihninde. Melisa aniden, “Özür dilerim. O gün evin önünde Akın’ın tavrı için.” Bir çırpıda söylemişti, Can birden dönüp yüzüne baktı. Yüzleşme anı mıydı? Melisa, Can’ın anlamadığını düşünüp açıklamaya devam etti;

“Hani iki hafta önce, evimin önünde sen gelmiştin ama o sırada Akın saçma sapan bir tavırla davranmıştı sana. Onun adına özür dilemek istedim. Gerçi sanırım sen unutmuşsun.”

Belli belirsiz utangaç gülümsemesi ile kafasını önüne eğdi. Can ne diyeceğini, ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Eliyle binayı gösterdi, “Geldik, iki blok sonra varmış olacağız” dedi. Adeta bir yorum yapmasını bekliyordu Can’ın.

Can tüm cesaretini toplayıp, “Problem değil, özür dilemene gerek yok. O gün daha çok senin için endişelendim aslında” dediği anda Melisa konuşmaya devam etti, “Akın böyledir, bir gelir bir gider. Biraz psikolojik sorunları var, üvey kardeşim olsa da bir bağım var sonuçta. İstanbul’da o da anne ve babasından uzakta. Sadece bu süreci benim kadar iyi yönetemedi. Yalnızlığında bana abilik yapmaya bayılır, bazen altı ay aramaz, bazen altı dakikada bir nerede olduğumu sorar. Ama yine de insanın bu şehirde bir akrabası olması güzel.”

Can neredeyse Melisa’ya sarılacaktı. Sanki Melisa hızlıca yaptığı bu açıklama ile Can’ı hayata bağlayan sıkı bir düğüm atmıştı.

Can’ın kendisine baktığını görünce, “O zaman ben buradan ayrılıyorum. Çok güzeldi, teşekkür ederim. Bir dahakine sen davet etmek istersen çok sevinirim” dedi. Ufak elini kaldırıp Can’a el salladı. Can da gülümseyip el sallarken aniden Melisa geldi, uzandı yanağından öptü ve yine o utangaç gülümsemesi ve elindeki saksı eşliğinde içeri girdi.

Can peki bu gece nasıl uyuyacaktı? Neye sevinecekti de uyuyamayacaktı, hangi birine? Hayat böyleydi, beklemediğin anda güzellikler koşarak gelebiliyordu sana doğru.

Kafasında tek soru vardı arabasına dönerken, “Yarın için görüşelim desem abartmış olur muyum?”
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Elif Bilici
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan