Bi' Dolu Mola

Her Gün Bir Umut | Çarşafa Sarılmış Bir Çarşamba

17 Aralık 2020

Yazı: Çarşafa Sarılmış Bir Çarşamba | Yazan: Elif Bilici
 

İndeks

Birinci Bölüm: Sıradan Bir Pazartesi
İkinci Bölüm: Karışık Bir Salı
Üçüncü Bölüm: Çarşafa Sarılmış Bir Çarşamba
Dördüncü Bölüm: Şaşırtan Bir Perşembe
Beşinci Bölüm: Heyecanlı Bir Cuma
Altıncı Bölüm: Umut Dolu Bir Cumartesi
Yedinci Bölüm: Huzurlu Bir Pazar

 

Üçüncü Bölüm – Çarşafa Sarılmış Bir Çarşamba

 
“Öğle yemeğine geliyor musunuz?”

Can, asistanının sesiyle önce irkilmiş, sonra öğlen olduğunu anlamıştı. Her zamanki mütevazi haliyle cevap verdi;

“Sağol Ahmet, siz gidin arkadaşlarla. Benim bugün pek iştahım yok.”

Sabahtan beri değil yemek yemeyi düşünmek, heyecanından arada nefes almayı dahi unutuyordu. Bugün Melisa mülakatın ikinci aşaması için ofise gelecekti. Geçen hafta ona ulaşamadıklarından son aday olarak görüşmesi bugüne kalmıştı, bir hafta sonraya. Can artık işe kabul edilmesinin çok olası olmadığını düşünüyordu çünkü pozisyona bakan birim aslında iki kişiyi belirlemiş ve bir sonraki mülakata geçirmişti. Gene de Melisa’nın şansı hâlâ devam ediyordu. Hayat, mümkünsüzleri mümkün kılmasıyla meşhur değil miydi? Belki de Melisa’nın şansının, kendisi olmasını umuyordu.

Son karşılaşmalarını düşündü, bir haftadır olur olmaz zamanlarda düşünüyordu zaten. Melisa’nın ona bakışı, Can’ın konuşamayışı. O sırada arkasından hışımla gelip, Can’a çarpan o iri kıyım adamı. Bu hikayede belki de en beklemediği şey o adamdı. Nereden çıkmıştı? Can iki kişilik bir hikaye yazmaya çalışırken, bu üçüncü kişi de kimdi?

“Neden o telefonu açmıyorsun üç gündür?” diye sormamış adeta haykırmıştı Melisa’ya doğru.

Can ne yapacağını şaşırmasına rağmen sakinliğini koruyarak adama doğru dönmüş, eliyle sakin işareti yapmış, “Sokak ortasında pek hoş olmuyor yalnız, hoş nerde olursa olsun hoş olmaz ama bir insane bu şekilde bağırmanıza müsade edemem” demişti. Adamın gözlerinden adeta fışkıran alevlerle Can bu işin büyüyeceğini anlamıştı, eğer o sırada Melisa aralarına girmemiş olsaydı.

“Can Bey merhaba, ilgiliniz için teşekkürler” diye apar topar ortalığı sakinleştirmeye çalışmıştı. Ardından adamın cebinden şangır şungur çıkardıkları anahtarla içeri girmişlerdi. Can orada kalakalmıştı, o adam kimdi, Melisa neden böyle birisini tanıyordu, dahası bu hikayede yeri neydi?

Bu anları kafasında defalarca yaşamıştı. Ne niyetini açıklayabilmiş ne de ona yardımcı olabilmişti. Tüm bunlara rağmen bir an gördüğü o kadını unutamıyordu. Bunu da düşünüyordu, neden bu kadar takılı kalmıştı? Hayatının monotonluğundan çıkmasını sağladığı için mi? Umut etmenin ne demek olduğunu onun gözlerinde gördüğü için mi?

Çok soru vardı bu hikayede, bazen de düşünüyordu “Ne gerek vardı, kendi halimde gidip geliyordum. Sanki bir değişiklik olsun istedim de ne oldu? Arap saçına döndü.”
 

* * *

 
“Neye niyet, neye kismet!” diye düşündü Melisa. En güzel elbisesinin üzerine ilk mülkatına giderken kahve dökülmüş, apar topar yeni kıyafet alıp bunu giyememişti. Şimdi bu sayede ikinci mülakatına bir elbisesi vardı. Aynada kendine son kez bakıp çıktı. Otobüs durağına doğru yürürken mülakattan çok Can ile karşılaşıp karşılaşmayacağını düşünüyordu.

Ne saçma bir karşılaşma olmuştu geçen hafta ki! Hoş karşılaşmalarının hiçbiri normal değildi. Ama Akın’ın o tavrını Can’ın görmesi çok ağrına gitmişti.

“Kim bilir hakkımda neler düşündü, ne kadar da ezik kadın demiştir. Belki de işi bile alamam bu yüzden.”

Kafasındaki binbir soru ile Can’ın şirketine geldi. Kalbi adeta fırlayacak gibiydi, yerinde durmayı bırak dışarı çıksa uzaya kadar giderdi. Hemen mülakata aldılar, üç kişiydi. İçlerinde bir tane tanıdık vardı, ilk mülakatta Can’ın asistanı olduğunu söyleyen, güler yüzlü çalışan. Diğerlerini tanımıyordu, başvurduğu departmanın yöneticileriydi. Can gelmemişti. Onu göremeyecekti.

Bir saat sürdü mülakat, Melisa her cümlesini özenle seçmiş, destekleyici örnekler vererek bu pozisyona ne kadar uygun olduğunu kanıtlamıştı. Aslında içten içe bu pozisyona ne kadar ihtiyacı olduğunu bağırıyordu, duyan var mıydı bilinmez.

Mülakattan çıktığında etrafına bakındı ama Can’ı gene göremedi. Şirketin bulunduğu alışveriş merkezinde biraz gezinmeye karar verdi, yorulmuştu mülakatta. Sürekli “mükemmel” ve “bu işe uygun” olduğunu kanıtlamaya çalışmak çok yorucuydu. Ne kadar sürecekti bu durum, ne kadar katlanabilecekti merak ediyordu.
 

* * *

 
Can hışımla arabasına bindi. Anlamıyordu insanları, neymiş yeni mezunmuş, tecrübesi yokmuş. “Tecrübe etmesine izin mi verdiniz sanki de tecrübe arıyorsunuz?” diye söyleniyordu. “Bir de açıklamaya bak; kendine güveni yok ki düşük maaş istiyor, diyor. Biz buna işe ihtiyacı var diyoruz ama insanlar yukarı çıktıkça insanlıkları azalıyor” diye düşündü.

Otoparktan çıkardı aracını, Levent trafiğine daldı. Böyle günlerde daha çok kızıyordu hayatına, neden duygusuz, insanlığını kaybetmiş insanlarla bir arada çalışıyordu, neden insanlar sanki çok büyük işmiş gibi bu plazalara koşuyordu? Çok soru vardı kafasında ama adeta sorularına cevap bulmuş gibi durakta bekleyen Melisa’yı gördü. Düşünmeden arabasını sağa çekip, camı açtı. Melisa önce şaşırmıştı, sonra gülümseyerek “Bir defa da dönüşte mi denk geldik?” dedi.

Can götürmeyi teklif ettiğinde, Melisa yine o utangaç iri gözleriyle bindi arabaya. Belki on dakika sessizce yol aldılar. İkisinin de kafasında çok soru vardı, nereden başlayıp neyi ilk sormaları gerektiğini bilemeyen her insan gibi kıvranıyorlardı adeta.

Sessizliği bozan Can oldu, “Nasıldı mülakat? Ben biraz yoğundum Ali katıldı ama onunla da konuşamadık.”

Söyleyememişti aslında herkesle konuşup, tartışıp düşüncelerine nasıl karşı çıktığını.

Melisa gülümsedi, “Bence iyiydi. Kendimi iyi ifade ettiğimi düşünüyorum. Ancak dürüst olmak gerekirse bu işe ihtiyacım var ve maaş beklentimi aşağı çektim. Bu bir dezavantaj mı bilmiyorum ama yapabileceğim başka bir şey gelmedi aklıma” dedi.

Can, beynine ok saplanmış gibi oldu. Her şeyin o kadar farkındaydı ki bu kız, bu düzende yok olup gitmesini istemiyordu. Arabayı durdurup ona her şeyi anlatmak, bu çalışma yerlerinin özendirildiği gibi olmadığını haykırmak istedi. Ama yapamıyordu, kimdi ki Can?

Melisa devam etti konuşmaya, “Aslında beyaz yakalı olmayı da çok istemiyorum. Biraz modern kölelik gibi değil mi? Hoş siz de bir insan kaynakları çalışanısınız hatta müdürü, size bunları söylemem doğru değil biliyorum ama profesyonel hayatınızla özel hayatınızı ayırabildiğinizi seziyorum. Biraz da boş boğaz oldum sanırım.” Kıkırdamaya başladı.

Can da ona gülüyordu. Ama bir türlü asıl soruyu soramadan bir saat yol gittiler. Kimdi o adam diyemediği her dakika yol bitmek bilmiyordu.

Melisa’nın sokağına gelmek üzereydiler. O anda Melisa yine başladı konuşmaya;

“Geçen hafta, salı günü dahil olduğun o çirkin şey için özür dilerim.”

Gerçekten mahçuptu. Can, yüzünü görmek için Melisa’ya doğru döndü. Yüzünde mahcubiyet, utanma, belki de yargılanma korkusu vardı. İşte bütün bir hafta merak ettiği o soruyu sorabilirdi. Artık sanrılarından kurtulabilirdi, hayal aleminden gerçekliğe yaklaşabilirdi.

Ta ki Melisa’ya bakarken önündeki arabaya çarpmamış ve kaza yapmamış olsalardı…
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Elif Bilici

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan