Bi' Dolu Mola

Maviden Kırmızıya

24 Şubat 2022

Öykü: Maviden Kırmızıya | Yazan: Elif Bilici

“Akın! Saat kaç oldu, bak geç kalacaksın!”

Annesinin alt kattan gelen sesiyle gözlerini ovuşturdu. Yarı kapalı gözlerini cama çevirdi, güneş belli belirsiz doğuyordu. Arkadaşlarının çoğunun uyuduğu bu saatte, haftanın altı günü kalkmak hem zor geliyor hem de kendisiyle gurur duymasına sebep oluyordu. Yaşıtları deniz kıyısında oynarken, o hayâline doğru bir adım atıp her sabah gelecekteki teknesinde misafirlerini ağırlamak için yola koyuluyordu.

“Akın, bak baban gitti. Müşteri dokuzda kalkalım demiş. Tekne dün akşam temizlenmemiştir, temizlesin, dedi baban bak!”

Akın bir önceki geceyi düşündü.

İstanbullu bir oğlan kiralamıştı tekneyi, Polonyalı sevgilisine teknede evlenme teklifi edecekti. Öncesinde tüm konsepti paylaşmıştı, babasını panikletse de bu durum, Akın senelerin organizatörü gibi “Hallederiz de baba, arkadaşlarına da anlatır, ayakları alışır” deyince Hasan Efendi oğlunu kıramamıştı. Bir hafta boyunca Akın ne yapıp etmiş, müşterinin gönderdiği konsepti hazırlamış, iş bitince de neredeyse bir haftalık bahşişi kapmıştı. Annesi yeniden seslendiğinde, “Bir gün ben de birini seversem, böyle evlenme teklifi ederim” diye düşünüyordu. Belki de çevresindeki hiçbir kadını o kadar mutlu ya da gülerken görmemişti.

“Geliyorum anne!” diye seslendi. Hızlıca deniz şortunu, gömleğini giyip gıcırdayan ahşap merdivenlerden alt kata, annesinin yanına indi. Annesinin halinden saatlerdir ayakta olduğu belliydi. Hazırladığı dünyalar kadar mezeyi görünce şaşırarak “Anne bugün alt tarafı iki kişi geliyor” dedi.

Kadriye Hanım, ıslak sol elinin dirseği ile yüzüne düşen perçemini geri ittirirken, “Yazlıkçılar pazartesi geliyor. Nermin Hanım ve Leyla Hanım, ikisi de misafir getiriyormuş. Bir hafta boyunca her gün bir ana öğün, bir ara öğün çıkaracağım. Bir de tekneyle uğraşmamak için birkaç günlük yemek hazırladım.”

Annesi konuşurken onu dinlemekten çok onun yorgun gözlerini, kamburlaşmış sırtını, suyun içinde kalmaktan buruşmuş parmaklarına bakıyordu. Köydeki insanlar ikiye ayrılıyordu; köyün yerlileri olan Akın ve diğerleri ile sadece yazları gelen, villalarda yaşayan zengin yazlıkçılar. Köyün esas geçimi balıkçılık olsa da zaman içinde birçok aile yaz aylarında gelen yazlıkçılara iş yaparak geçimini sağlamaya başlamıştı. Kışın da yine balıkçılığa kaldıkları yerden devam ediyorlardı.

İster istemez annesi ile dünkü Polonyalı kızı karşılaştırıyordu aklında; kızın gençliği, ojeli bakımlı tırnakları, parfüm kokusu annesinde hiç görmediği şeylerdi.

Annesinin yaptığı sandviç bir elinde, misafirlere verilecek mezeler diğer elinde tekneye doğru yürümeye başladı. Yolda gördüğü esnafa kafasıyla selam veriyor bir yandan da villaların önündeki arabalara bakıyordu. Teknelere, gemilere dair her detayı bilmesine rağmen araba markalarından anlamıyordu. Son lokmasını yerken “Biraz da bunları araştırayım, ileride almak istersem zorlanırım” diye geçirdi içinden.

Tekneye geldiğinde Yaşar Kaptan çoktan gelmişti.

Bu adama içi bir türlü ısınmamıştı, köylüleriydi ama her şeye sürekli olmaz demesi, Akın’ı dinlememesi sinirini bozuyordu. Yaşından dolayı kendi ehliyeti henüz olmadığından tekneyi çalıştırmak için Yaşar Kaptan’a muhtaç olması da iyice sinir bozucuydu.

“Bak Akın, dün yaptık şu organizasyonu bir saattir temizliyorum. Hiç gerek yoktu aldın başımıza iş.”

“Günaydın kaptan. Fena mı oldu, iki sefer yapıp fazla kazandık!”

Yaşar Kaptan, Akın’ı duymamış gibi yaparak söylenmeye kaldığı yerden devam etti, “Ne öptü kızı delikanlı! Ecnebi kıza da almış kocaman yüzük, kız tabii evet der.” Akın, tam kaptana cevap vermeye hazırlanıyordu ki bugünün misafirleri teknenin önünde belirdi.

Genç kadın ve adamı aynı babasının gösterdiği gibi kibarlıkla selamlayarak tekneye davet etti, önce kendisini sonra da kaptanı tanıttı. Misafirler yerleştikten sonra yola koyuldular. “Yine ışıl ışıl kadının yüzü, adamsa ne kadar güçlü duruyor” diye düşündü. Aklı yine annesine gitti. Gelen çoğu misafir gibi bunlar da İstanbul’dan gelmişlerdi. Kadın kibar sesi ile

“Akın, burada villalar falan var. Onlar kimlerin, devamlı mı burada yaşıyorlar, sezonluk mu?” diye sordu.

Akın’ın yüzünde belli belirsiz bir gülümse yerleşti. ‘Bunlar da buradan yazlık almaya karar veren ya da köye kaçmaya çalışanlardan’ diye düşündü.

“Çoğu yazlıkçı abla, sezonda gelirler. Çoğunun kendi teknesi vardır, iskeleye bağlarlar. Birçoğu iki üç sene önce geldi. Eskiden burası pek bilinmezdi, zaten teknesi olmayan da pek gelmez. Deniz kıyısı değil ama koylarımız güzeldir.”

Bu konuşma teknede hemen her gün yapılıyordu, aynı cümleleri kaç farklı kişiye kurmuştu Akın hatırlamıyordu. Yıldan yıla sadece rakamlar değişiyordu. Köydekiler şehre, şehirdekiler köye hayrandı. Bu durum şu an asla anlayamadığı ama büyüdüğünde anlayabileceğini umduğu şeylerden birisiydi.

Yaşar Kaptan ile tartışmadan, günü tam planladığı gibi bitirmiş, ekstra harçlığı cebine atmıştı. Fazla mezeleri de dolaba yerleştirdikten sonra tekneden çıkıp iskeleye oturdu. Güneşin batmasına çok az kalmıştı, iskelede dalgaların teknelere çarparak çıkardığı tıngır mıngır ses, güneşin batarken yansımasının denizde titremesi Akın’ı hep mest ederdi. Yazları çok severdi ama turistlerin, yazlıkçıların evlerine kapanıp akşam yemeğinden önce sokakları boş bıraktığı şu bir iki saati ayrı severdi.

Titreyen telefonu ile anın güzelliği bozulsa da babasının aradığını görünce şaşırdı:

“Akın neredesin?”

“İskeledeyim baba”. Babasının sesindeki endişe Akın’a geçmişti.

“Akın, iskelede kim varsa haber et, teknedeki bidonları doldurup yukarı ağaçlığa gelsinler. Yanıyor ormanlık alan, acele edin.”

Akın apar topar kalktı, birkaç dakika içinde on kadar kişi ormana doğru, ellerinde bidonlarla koşuyordu. Alana yaklaştıkça yoğunlaşan is kokusu köylüleri korkutmaya başlamıştı. Çevre köylerin çoğunda, son yıllarda yangınlar çıkıyor, yeşillik alanlar mahvoluyordu. Takip eden zamanlarda bu alanlar sırayla önce imarlaştırılıyor sonra devasa binalar, oteller dikiliyor, köy çirkinleşiyor, insanlar ekmeklerinden oluyordu. Gelen turistlerin artmasını bu nedenle yerli halkın bir kısmı haz etmiyor, dikkatleri üzerine çektikleri için kızıyorlardı. Yaşadıkları cennetin kendilerine olduğu gibi kalmasını istiyorlardı.

Yol boyunca her gördükleri kişiye durumu hızlıca anlatıyor, çoğalarak alana doğru ilerliyorlardı. Köyün yerlileri dışında, tatillerini geçirmek için gelen turistler ve villalardaki yazlıkçılar da ellerinde su bidonları ile koşturuyordu. Akın bir an durup geriye, geldikleri yola baktı. Yeşille mavinin uyumu yerini kırmızının kızgınlığı ve mavinin dinginliğine bırakmıştı. Denize bakıp gücünü topladı yürümeye devam etti. Babası ile karşılaştığında durumun kötü olduğunu anlamıştı, halkın kaynakları yeterli olmamıştı, yangın söndürme için helikopter bekleniyordu.

Peki yetişebilecek miydi?

Canhıraş kaç kez köyden su taşıdılar, en son ne zaman yemek yediler kimse hatırlamıyordu. Çoğu kişi taşıdıkları su azalmasın diye adeta su içmeyi bile bırakmış, damakları kurumuştu. Akın derbeder halde oturduğu taştan yanan ormana baktı.

Çocukluğu bu ormanda, bu denizde geçmişti. ‘Yok etmeden de bazı şeyler inşa edilemez miydi?’ diye düşünürken omzunda bir el hissetti. Kafasını kaldırdığında Polonyalı kadına evlilik teklifi eden, teknenin misafirlerinden Burak’ı gördü.

“Sabah deniz, akşam ateşler ha delikanlı?” dedi. Akın belli belirsiz gülümserken yine Burak’ın gözlerinin ne kadar parladığını, umut dolu olduğunu düşündü.

Konuşmaya gücü yoktu, yanındaki taşı işaret ederek davet etti sadece. Konuşmadan bir süre oturdular. Akın olacakları biliyordu, herkes yardıma koşmuştu. Ama köyün yerlileri dışında herkes evine dönecekti. Ormandan geçimini sağlayan köylüler yeni iş bulmak zorunda kalacak, belki evlerinden gideceklerdi, ormanda yaşayan hayvanlar evlerinden olmuştu, Akın’ın kardeşi dahil pek çok çocuk bu ormanda koşamayacaktı. Bu defa atlatmışlardı ama bir daha yanmayacağının garantisi yoktu, bir kere denenmişse neden yeniden denemesinler?

“Bu benim kartım Akın. Sen benim en güzel günüme eşlik ettin, ben de senin belki en kötü gününe eşlik ettim. Belli akıllı bir çocuksun, daha önemlisi vicdanlısın. Şirketim her sene birçok öğrenciye burs veriyor. Eylülde mutlaka ara beni. Ama öncesinde de her istediğinde arayabilirsin. Yaşar Kaptan’a selamlar!”

Akın, bir sonraki hayatına açılacak kapının anahtarı olduğunu bilmeden kartı Burak’tan aldı. Oturduğu taştan kalktı, Burak’ın arkasından evine doğru yola koyuldu. Yarın tekneye beş kişi gelecekti. Dinlenmesi gerekiyordu.
 
 
Elif Bilici
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

10 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 24 Şubat 2022 at 13:10

    Canım Elifciğim, öncelikle Bi’ Dolu Mola öykülerini uzun bir aradan sonra yeniden okuyabildiğimiz için çooook mutluyum. Kalemini özlemiştik. Welcome back baby. 😁
     
    Orman yangılarını öyküleştirme fikrine de bayıldım. Her yaz yaşadığımız bu yangılar bizleri derinden yaralıyor olsa da geçen yazki yangınların boyutu ve günlerce söndürülememiş olmasının yarattığı büyük kayıp, kedere boğmuştu her birimizi. Senin kaleminden bu acıyı okumak etkileyiciydi, yüreğine sağlık canım.
     
    Devamını merakla bekliyorum güzelim ❤️😘

    • Yanıtla Elif Bilici 28 Şubat 2022 at 19:54

      Çok teşekkür ederim yeniden köşeme dönmüş olmak beni de çok çok mutlu etti ❤️

  • Yanıtla Özge Can 24 Şubat 2022 at 21:32

    Yeniden yazmaya başlamana çok sevindim Elifciğim, hoş geldin 💐
     
    İçimizde kocaman ateş topu oluşturan, biz yaşadıkça da bizimle kalacak olan yangınların korunu öykünle ölümsüzlestirmen, yöre halkının gözünden anlatman enfes olmuş. Tebrik ediyorum seni.
     
    Hep yaz, okuyucuların olarak özledik seni 💙

    • Yanıtla Elif Bilici 28 Şubat 2022 at 19:57

      Özge çok teşekkür ederim ❤️
       
      Yazın geçtiğimiz birçok yerde kül olmuş yerleri görünce çok içim sızlamıştı. Ama birçok kişi gibi yaz bitip oralardan uzaklaşınca unutanlardanım ben de. Bu defa unutmamak istedim sanırım.
       
      Tekrar hoş bulduk ❤️

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 25 Şubat 2022 at 18:28

    Çok uzun yıllar Marmaris’te yaşarken pek çok orman yangınına tanık oldum. Yanan ormanın sesi, insanın tüylerini diken diken eder. Yanan hayvanların, ağaçların sesini unutmam mümkün değil.
     
    Bazen bir cam parçasından bile koca bir yangın çıkabiliyor ama kasıtla yakılması çok ama çok acı ne yazık ki.
     
    Dilerim bir daha geçen yıl yaşananlar olmasın.
     
    Kaleminize sağlık.

    • Yanıtla Elif Bilici 28 Şubat 2022 at 19:59

      Nimet Hanım çok teşekkür ederim yorumunuz için. Ağaçların hem bir canlı hem de yuva olduğu unutuluyor çokça. Umarım bir daha hiçbir coğrafyada bu tarz olaylar yaşanmaz.
       
      Sevgiyle kalın.

  • Yanıtla Burak Süalp 26 Şubat 2022 at 11:47

    Sevgili Elif, bizleri Bi’ Dolu Mola hikayelerinle yeniden buluşturduğun için teşekkür ederim. Akıcı kalemini özlemişiz. Küçük sahil kasabalarının geçirdiği hızlı dönüşümü ve orman yangınlarının sebep olduğu acıları çok güzel işlemişsin. Okurken birçok sahne gözümün önünde canlandı.
     
    Kalemine sağlık sevgili yazar arkadaşım!

    • Yanıtla Elif Bilici 28 Şubat 2022 at 20:00

      Burak çok teşekkür ederim hem yorumun hem de desteğin için 😊 Özellikle senin gibi doğada çok vakit geçiren, bölgeye oldukça aşina birisinden bunları duymak çok mutlu etti.

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 27 Şubat 2022 at 00:19

    Teşekkürler Elif. Bir yandan özlediğimiz yazı hatırlatıp diğer yandan bir daha yaşamak istemediğimiz yangınlar ve senin sade ifadelerinle birleşen akıcı yazın.
     
    Kalemine sağlık!

    • Yanıtla Elif Bilici 28 Şubat 2022 at 20:01

      Çok teşekkür ederim Sevgi, beğenmene çok sevindim.
       
      Yazı hepimiz özledik sanırım umarım kötü anıların olmadığı güzel yazlarımız olur 😊

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan