Bi' Dolu Mola

Hayatın Gerçeği

22 Nisan 2021

Öykü: Hayatın Gerçeği | Yazan: Elif Bilici

Güneşin ışıkları, kapalı göz kapaklarından içeri girmeye çalışıyor. Giremedikçe karanlıkta göz kamaştıran renklerle desenler yaratılmasını sağlıyor. İlla ışığını, parlaklığını hissettirecek; kapalı gözler ardından, karanlıklar içinde.

Kulağına hışırtısı geliyor yaprakların, usulca titreşiyorlar esen rüzgârda. Güneşin yaktığı teninden usulca sıyrılıyor rüzgâr. Yaprakları titrettiği gibi etkilemiyor insan bedenini, daha çok sakinleştiriyor, ısınan bedenin dinginleşmesini sağlıyor.

Arada kulağa çocuk sesleri çalınıyor. Ağlamalarında bile bir duygu var, ne kadar kolay çocukken duygularını yansıtmak, ağlamak, bağırmak. Sonra bir şey oluyor adına “büyümek” dendiği ve insan kendi bedeni içinde bir dünya yaratıyor dışarıdakinden farklı. Kendisine hassas bir terazi koyuyor, duygularını dışa vurmadan önce buradan geçiriyor. Belki de bu nedenle büyüdükçe daha hırçınlaşıyor insan, duygular anında dışarı çıkmadıkları için çağlayarak çıkıyor belki.

Gözler kapalıyken düşünmek ne kadar kolay, hele kalabalıktaysan herkes uyuduğunu düşünerek sana dokunmuyorsa. Bu da ayrı bir tuhaflık; rahat bırakılıp, düşünmek için bile insanlara orada olmadığınızı hissettirmeniz lazım. Uyuyorsan seni rahat bırakırlar ama uyanıksan hep bir iletişimde olmamız lazım. Farkında değiliz belki ama en çok uyanıkken düşünmek istiyor aslında insan. Rüyalarımızda dahi günlük yaşadıklarımızı düşünüp tamamlayamadığımız konuşmaları tamamlıyoruz. Oysa ki en güzel yer rüyalar olmalı, hayallerin uçsuz bucaksız olduğu, pamuk gibi kollarında huzurla sallandığımız rüyalar.

Gözlerini açmadan, altındaki örtüyü kontrol ederek sağ yanına doğru dönüyor.

Gözlerini açtığı an bitecek, biliyor o da. Gördüklerimiz ile hissettiklerimizin aynı olmadığını düşünecek kadar yaşadı bu dünyada çünkü. Sağ kolunu kıvırıp başına yastık yapıyor. Ne kadar güven verir bu insana, kendi bedeninde rahata kavuşmak. Ne kadar kıymetli bir şey aslında. Gün içinde yaşarken farkında olmadığımız o bedenimizin bize kucak açmış olması, bizim her saniye usanmadan gerdiğimiz o bedenimizin, güven, rahatlık aradığımızda ilk sığındığımız yer olması. Adeta kendi evimiz gibi bedenimiz, aslında aradığımız her şeyin içeride olduğu ve biz nasıl düzenlersek öyle gözüktüğü.

Yakınından koşan çocukların ayak seslerini duyuyor, çok yakınından geçiyor olmalılar. Gözleri kapalıyken insanın mesafe duygusu da karışıyor. Belki de çocuklar o kadar yakınından geçmediler de o öyle sandı. Beş duyu organımızdan bir tanesini devre dışı bıraktığımızda, nasıl da bütün denklem değişiyor. Oysa gözler açık olsa o mesafeyi çok rahat algılar ve devam edebilirdi düşüncelerini bölmeden düşünmeye.

Rüzgâr duruyor, güneş ısısını kaybediyor. Saat akşama yaklaşırken, güneşin hükmünün yerine ayın ihtişamının geleceğini anımsatırcasına bir bulut kapatıyor güneşin önünü galiba. Bunu ister istemez düşünüyor çünkü gözleri kapalı ve güneş tenine bir dokunuyor, bir uzaklaşıyor.

Düşünceleri yine son günlerde yaşadıklarına gidiyor.

En yakın arkadaşı ile olan konuşmalarını, iş yerinde sindiremediği sözleri, evde boş boş tavana baktığı zamanları. Bütün hayat kendisinin olduğunu düşündüğü zamanları özlüyor. Kontrolün kendisinde olduğunu hissettiği zamanları. Ama aslında hiç öyle olmuyor, çocukken insan zannediyor ki anne-babanın kontrolünden çıkınca komple kontrol sende olacak. Olmuyor. Bir an için oldu zannetsen de anlıyorsun, kocaman bir denklem var ve bu kontrole sahip olma meselesi değil. Bakış açınla her adımda aldığın nefesi hak etme meselesi. Öyle ya da böyle nefes alıyorsun, mesele senin nasıl nefes almak istediğinde.

Kafasının içinde düşünceler bir uçtan bir uca uçuşuyordu. Kendisi için yapılan iyi-kötü yorumları, yaptığı işleri düşünüyordu. İş deyince bir geriliyordu vücudu; acaba atladığı bir şey var mıydı, her şeyi tam yapmış mıydı? O toplantıda o cümleyi kurmasa daha mı iyiydi? Ama çok geç saatteydi o toplantı artık yorgunluktan bezmişti. Akşam da zaten o saatten sonra yemek yapmaya üşenmiş, dışarıdan söylemişti. Sonra yine pişman olmuştu. Bu hengamede salonu da temizlemeyi atlamıştı, iyi ki misafiri falan yoktu. Okuduğu kitapta kaçıncı sayfadaydı, bitirememişti bir türlü. Acaba yeni kitaba başlasa ikisi aynı anda biter miydi?

Düşünceler kafasında cirit atarken, çalan kapı ziliyle bir an durdu. Gözlerini açtı.
Evin balkonuna serdiği matta olduğunu anımsadı. Oysa gözleri kapalıyken, kendisini bir sahilde hissedebiliyordu insan. Duydukları ile hayalini süsleyebiliyordu. Hayal kurmak insana verilmiş en güzel hediyeydi belki de. Olamıyorsan hayal et!

İkinci kez çalan zilin sesi ile hızlıca yerinden kalktı, işte hayatın gerçeği kapıda bekleyen sucuydu.

Elif Bilici

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan