Sessizlik Öyküleri

Dükkan | 2

18 Mart 2021

Öykü: Dükkan | 2 | Yazan: Hakan Özbek

 

İndeks

Birinci Bölüm
İkinci Bölüm
Üçüncü Bölüm

 
 
Dükkan sahibine adını sormamıştım. Noterde öğrendim, Feyyaz’mış adı. Sen müslüman değil misin, diye sora sora sattı adam dükkanı bana. Sattı satmasına da, düşmedi yakamdan sonra. İlk günler hiç uğramadı. Ben de o boşlukta kendimce tadilatları yapmaya başladım. Elimden gelmeyen işlerde ise bir bilenden yardım aldım. İlk önce uyuyacağım için üst kattan başladım tadilata, sonra dükkanın olduğu kata geçtim. Binayı dışardan açık maviye boyadım, ahşaptan küçük bir tabela hazırladım. İşte tam o talebayı duvara asarken Feyyaz dayı dükkana uğradı.

“Güzel olmuş, maşallah. Maşallah!”

“Eyvallah dayı, çok sağol. Görünmüyordun?”

“Evdeydim bu ara. Biraz bağ bahçe işleri ile de uğraştım. Uğramadım kahveye.”

“Kahveye ben de uğramadım zaten.”

“Öyle olmaz, arada uğra sen.”

“Niye ki?”

“E, kaynaş insanlarla. Böyle bir başına mı gezeceksin buralarda. Canın sıkılır sonra.”

“Doğru diyorsun. Hem tadilat işleri de bitiyor, uğrarım bundan sonra.”

“Gençler var; Cemal, Aykut, Fikret. Sonra… Şenol… Tanışırsınız, iyi çocuklardır. Hem sen emsal. Beni Feyyaz dayı gönderdi dersen hemen arkadaşlık ederler seninle.”

“Referansla mı arkadaşlık kuruyorlar?”

“Ne?”

“Yok bir şey.”

“E çay ver de içelim madem.”

“Tamam ama önce şunu bir asayım. Sonra demlerim hemen, oturur içeriz. Olur mu?”

“Olur, olur. Hiç acelem yok benim.”

“Eyvallah.”

Tabelayı astım. Merdiveni topladım. İçeriye bıraktım. Feyyaz dayı tabelaya tam karşıdan baktı, beğenmedi. Dudaklarını büküp kafasını geriye attı.

“Ne oldu Feyyaz dayı, beğenmedin mi?”

“Yok, beğenmedim vallahi. Olmamış bu.”

“Niye, nesi var?”

“E, göt kadar tabela yapmışsın! Ne olduğu anlaşılmaz ki buranın.”

“Bilerek öyle yaptım, sevmiyorum ben öyle kocaman tabelaları. Zaten çok dükkan yok burada, merak edip bir kere gelen anlar ne dükkanı olduğunu.”

“Orası öyle. Zaten iş yapacak bir yer açmadın ama yine de şöyle gösterişli bir tabela yapsan daha iyi olurdu.”

“Yahu Feyyaz dayı, iş yapmaz diye diye başlamadan batıracaksın beni.”

“Yapmaz oğlum. Gel vazgeç, pilavcı aç sen.”

“Allah’ını seversen Feyyaz dayı, ne pilavcısı. Tutturdun sen de pilavcı diye. Canı pilav çeken evinde yer zaten. Ama kitap öyle mi?”

Bir yandan Feyyaz dayıya laf yetiştirirken, bir yandan da çayı demledim. İçerideki masalardan birini kapının önüne çıkardım. Taze taze çaylarımızı içerken, yoldan geçen insanlar da selam verip göz ucuyla dükkana bakmaya başladı.

“Bak pilavcı olsa şimdiye satmıştın birkaç tabak.”

“Daha tadilat devam ediyor Feyyaz dayı. Hem unut pilav işini. Ben batarsam o zaman sen açarsın pilavcıyı.”

Kasketini çıkarıp saçlarını karıştırdı. Seyrelmiş saçlarını eliyle düzeltti kendince. Kasketi yeniden geçirdi kafasına.

“Sen işçi alacak mısın buraya?”

“Ne işçisi?”

“Ne işçisi olursa…”

“Alırım illa ki birini. Önce işler bir otursun da. Şimdi birini alsam da parasını veremem ki.”

“Ben çalışayım yanında.”

“İlahi Feyyaz dayı, hiç güleceğim yoktu.”

Feyyaz dayı bozuldu. Kaşları çatıldı. Yüzünde sorgular bir ifade vardı. Bir süre gözünü dükkandan aldı, yola bakındı.

“Neyimi beğenmedin sen? Nesi komik bunun?”

“Niye beğenmeyeyim, şaka yapıyorsun diye söyledim öyle.”

“Yok, ne şakası! Ben sıkılıyorum evde. Benim bağım bahçem de az, varsa iznin çalışayım ben yanında.”

“Tamam çalış da, dediğim gibi. Ben şu an kimseye para veremem.”

“Verme oğlum, senden para mı istedim ben? İş istedim iş!”

“Parasız mı çalışacaksın? Olmaz ki öyle.”

“Niye olmasın? Ben istiyorum, kime ne?”

“İyi bakalım… Ne iş yapacaksın sen şimdi?”

“Sende ne iş varsa…”

“Bende çok iş var da, ben sana her işi yaptıramam. Büyüğümsün sen, ayıp olur.”

“E sen de ayıp olmayacak bir iş söyle de onu yapayım ben. Mesela çay demlerim güzel. Bu olmamış çünkü. Sen bu çayı satamazsın burada. Sonra servisini de yaparım, boşları da toplarım…”

“Sen öyle diyorsan, öyle olsun. Kahve işini ben yaparım, çay işini sen.”

“Ha şöyle! Bundan sonra beraberiz o zaman.”

Keyiflendi, çay bardağında kalan çayı tek yudumda içti, bıraktı masaya. Elini uzattı, tokalaştık. Ardından müsaade istedi, gitti. Belliydi, canı sıkılıyordu. Ben tadilat işleri bitince haber verecektim, o da başlayacaktı işe.

Birkaç gün sonra önce masalar ve sandalyeler geldi, sonraki günlerde ev kısmı için aldığım mobilyaların bir çoğu. Kitap raflarını oradaki atölyelerden birine yaptırdım istediğim gibi. En sonunda da onlar geldi. Her şey tastamam olmuştu, başlamaya hazırdım. Tek eksiğim kitaplardı. Parça parça geldiği için rafları tam dolduramamıştım. Yine de içimi ferahlatıyordu burada olmak.

Artık Feyyaz dayı da sabahları geliyor, çayını demliyor, ardından bir bardak çay alıp kendi köşesine çekiliyor, yoldan gelene geçene bakıyordu. Ben de bir yandan okuyor, bir yandan da nadir gelen müşterileri tanımaya çalışıyordum. Henüz kitap satamamıştım. Sadece çaya, kahveye gelen oluyor, arada tavla soruyorlar, yok diyordum. Tavla “bile” olmayınca Feyyaz dayının eşine dostuna çay verir gibi oluyorduk.

Bunun böyle başlayacağını biliyordum. Ülkede kitaba ilgi belliyken, küçük bir kasabada bu işin kolay olmayacağının farkındaydım.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Hakan Özbek

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

1 Comment

  • Yanıtla Burak Süalp 18 Mart 2021 at 17:52

    Küçük yerlerde yaşadığım diyalogları hatırladım okudukça. Bitmeyen soruları, “nereden geliyorsun”ları, “nerelisin”leri, sorgulayan bakışları… Çok gerçekçi olmuş.
     
    Moral bozmak gibi olmasın ama bence de kitapçı tutmaz 🙂 Sanırım halkımız bu konuda ikiye ayrılıyor:
     
    – Kitap okumaya karşı olup okumayanlar,
    – Kitap okunması gerektiğini düşünüp okumayanlar.
     
    Ne yapalım, ülkemiz işte.
     
    Kalemine sağlık arkadaşım.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan