Müzik

Mutant Arabesk

25 Mart 2021

Mutant Arabesk


Mutant Arabesk, Beyoğlu. Fotoğraf: Samuele Schirò

Fırsatım oldukça gezerim, ülkemin ve gezegenimin birçok köşesini, evim dediğim yer gezegenimdir benim, betondan yapılmış dört duvar değil, orası sadece doğanın iklim olaylarından sığınmak ve hasta olmadan uyumak için gereklidir. Fazlası anlamsızdır, öleceksem de evde ya da hastanede değil, bir ormanda ya da denizde ölmeyi yeğlerim.

Yıldız İbrahimovaBir ülkenin kültürünü en açık belli eden ve gizlenemez gerçeği, o ülkenin insanlarının şehirciliğinde gizlidir. Yıldız İbrahimova ile bir gün konuşuyoruz, laf lafı açtı dedi ki: “Bulgaristan’da yaşlı bir ağaçtan daha yüksek ev yapılması yasaktır, eğer bir ağaç kesilecekse belediyeden izin almak gerekir, yoksa cezası çok büyüktür.” İşte doğaya saygılı bir şehircilik örneği, üstelik çok basit kurallar ile konuyu haletmişler, bizdeki gibi kurallar ansiklopedisi ile değil!

Moskova’da ise normal gelirde insanların yaşadığı en büyük ev 60-70m²’dir. Rus bir arkadaşımla muhabbet ediyoruz, dedim ki “Şehirleriniz çok güzel parklarınız çok büyük.” O da bana dedi ki “Sizin evleriniz var, bizim ise şehirlerimiz. Siz evlerinizde yaşamak istiyorsunuz, biz ise şehirlerimizde.”

Buradan sonraki yorumu sana bırakıyorum!

Müzik ile insanın yaşadığı yer birbirine çok bağlıdır, dolayısı ile yaşadıklarından edindiklerini sanatın diliyle ifade ederler. Biraz örnekler verelim.

Klasik müzik dinliyorsan, barok dönemi sanatçılarını incele (Albinoni, Vivaldi, Bach, Corelli, Telemann) müzisyenlerin hemen tüm eserlerinde bir kıvraklık, süsleme göreceksin. Aynı durum barok dönemi mimarisinde de gizlidir, çünkü sanatçı onlarla iç içe yaşar ve orada gördüklerini yaşadıklarını müziğine işler.

Örnek olarak George Frederic Handel’den bir Sarabande dinleyelim. Sarabande, Arap etkisinde kalmış bir İspanyol dans türünün geliştirilmiş şeklidir diyebiliriz.

Dünya ve şehirler değişir, pek tabii ki müzisyenler ve müzikleri de. Teknoloji geliştiği için bina hatları daha keskindir, doğadaki kuş sesleri yerini makine seslerine bırakır, müzikte o seslerden ilham alır ve armoni ve yazım biçimi değişir. Klasik armoniden uzaklaşılır, artık hayatı anlatmak için makine seslerine benzer atonal sesleri kullanmak gerekir, sadece klasik armoniyi kullanan yadırganır.

Bir örnek de 20. yy’dan verelim ve bu örnek 20. yy’ın en önemli bestecilerinden Maurice Ravel’in güzel bir piano eseri “Jeux d’eau” olsun.

Sadece klasik müzik değil, diğer tüm müzik türleri değişir, gelişir ama hepsi insanın yaşam biçimine göre biçim alırlar. Rock denilen elektronik müzik tabii ki sanayi devrimini ilk yapan ülke İngiltere’den çıkmış, bu bana tesadüf gibi gelmiyor, aynı şekilde blues müziğinin Amerika’dan çıkması gibi.

Gelelim bize;

Türkülerimizi biraz daha iyi dinlersek, bize sadece bir olayı anlatmazlar, yaşanılan yeri de anlatırlar.

“Söğüdün erenleri, durdurun gidenleri…”

Demek ki türkünün yakıldığı yerde bir söğüt ağacı var üstelik baskın bir ağaç türü olabilir. Çünkü türkünün içine daha en başta girmiş, sadece buradan bile yöresi tahmin edilebilir. Örnekler böyle uzar gider.

Şimdi çok özetle geçiyorum bunları, nedeni ise sadece bu konuyu inceleyen sayfalar dolusu araştırmalar olması.

Kısacası herkesin bildiği ya da tahmin ettiği gibi, yaşam ve yaşanılan yer ile çok bağlantılıdır sanatçı ve üretilen sanat eserleri.

İstanbul

Şimdi daha yakın ve gerçek bir örneğe gelelim, kendi şehirlerimize ve baskın olan müziğimize.

Bir hayâl et; varoşlar neredeyse hiç yok, evler düzgün, parklar bahçelerle dolu şehirlerimiz evlerle değil, 300m² arsanın 250m²’sini ev olarak kullanan bir kültür değiliz, dar sokaklarımız da olsa büyük meydanlara çıkıyor, denizi ve havası temiz.

Arabesk müzik çıkar mı buradan? Baskın olur mu bu kültür, böylesi bir şehirde?

Arabesk müzik direkt bizim yarattığımız bir müzik ve bizim kültürümüz değil ama güncel tabir ile “Mutant Arabesk”. Önce bizim yarattığımız bir şehirleşme ve yaşam biçimi, sonra benimsediğimiz bir müzik, hatta benimsediğimiz kültürümüz oldu, bu daha da kötü. Mutant Arabesk kültürü sadece bir müzik türü değil, buna istinaden önce şehirlerimizi, sonra geleneklerimizi ve hatta inanç biçimlerimizi ve pek tabii ki sanatımızı ve müziğimizi ele geçirdi.

Bu mutant kültürün merkezi de sanırım İstanbul oldu, böylesi bir şehir için çok yazık! Şimdi ise Bodrum’dan başlayarak bu kültür yavaş yavaş hem mimarisi hem de müziği ile ülkeye yayılıyor diye düşünüyorum.

Dünya değişiyor, daha güzel, daha umutlu daha hayata ve gerçeğe dair bir şeyler yapmak gerekir ve bunun ilk mücadele yerlerinden biri şehirlerimizdir. Ev değil park, dev lokantalar değil dükkanlar, Avm’ler değil çarşılar isteyelim. Nefes alsınlar ki şehirler biz de nefes alalım, bol oksijenli insanımız ve sanatımız olsun.

Ülkemiz güzel ama şehirlerimiz hemen hepsi çok kötü. Bu fakirlikten değil, buna sığınmayalım, eğer illâki bir fakirlik edebiyatı yapılacaksa, o fakirlik bizim dünya görüşümüz olabilir!

Güzel şehirlerimiz olsun, insanlarımız güzelleşir, ruhlarımız güzelleşir, müziğimiz de öyle, bunca çirkinlik arasında tek tük değil, hemen her yerde güzel şeylere ve pek tabii ki müziğe rastlarız o zaman.
 
 
Sevgiyle,
Özgür Ay

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

1 Comment

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 7 Mayıs 2022 at 22:01

    Şehir, müzik, insan, ne kadar iç içe. Anlatım, dinletiler ve görsellerle zenginleştirilmiş bir yazıydı. Zevkle okudum.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan