Sentez

Göç

11 Haziran 2021

Öykü: Göç | Yazan: Özge Can

Vagonun merdiveninden adımını atar atmaz başındaki mendil kadar örtüyü omzuna atıp uçlarını tutarak yürüdü Feride. Trenin demir zemininin soğukluğunu ayağındaki plastik ayakkabının tabanından, el parmak uçlarına değin hissediyordu. Kalbinde çağlayan ürpermeyi bu soğukluğa yordu.

Omuzları düşmüş, iki tahta valizle ince beli iyice bükülmüş Ahmet’in önü sıra ürkek adımlarla gidişine bakıyordu. Ahmet’in omzundaki kepekleri elleriyle silkeledi. Yükünü çırpıyormuş hissiyle, hevesle, hızlıca.

Siyah gözleri daha da kararmış, yüzü sarkmış Ahmet’e gülümsemeye çalıştı. Çenesinin titremesini kontrol etmeye çalışarak seyrek dişleri arasında peltek çıkan, titreyen sesiyle;

“On ikinci numaraydı, değil mi Ahmet’im?”

“Aha şurası Feride. Üşüdün mü sen?”

“Ayaklarım ısınmıyor ya, ondan zahir.”

“Gidelim de bir, ilk iş sana ayakkabı alacağız söz.”

“Yok. Ben idare ederim daha. Önce çocuklara para salalım. Muhsin’imin bakışı gitmiyor gözümün önümden.”

Gözünün ucunda asılı duran yaş, titreyen çenesinden sızdı. Örtünün ucuyla sildi yaşını.

Vagonun penceresinden dışarıda bekleşenleri, vedalaşanları seyreylemeye geçti. Siyah takım elbiseli birkaç büyük adam, yanlarında polislerle kollarının altına attıkları küçük adamlarla fotoğraf çektiriyordu; büyükler sırıtkan, polisler ciddi, küçükler utangaç. Beri tarafta siyah kasketini avucunun ucunda buruşturan yaşlı adam, katarakt inmiş gözlerinin pusuyla annesi olduğunu düşündüğü yaşlı kadının elini öpen oğluna bakıyordu. Omzunda kesilmiş kahverengi saçlarını naifçe parmaklarıyla kulaklarının arkasına koyan kadın, adımını bir ileri bir geri atarak sarılma sırasının kendine gelmesini bekliyordu. Hemen arkalarında yaşlı kadının kucağında, el örgüsü mavi hırka giymiş, sümüğü yüzüne bulaşmış halde ağlayan çocuk vagona doğru gitmek istiyor, yaşlı kadının üzeri ben dolu, sert ellerinin kıskacında koca memelere çekiliyordu. Yeniden akmaya başladı gözyaşı Feride’nin.

“Ahmet’im çocukları terk etmiyoruz, değil mi? Alacağız yanımıza onları da.”

“Biz bir yerleşelim de çocukları da anamı da alırız.”

“Alırız.”

Gözüne pus inen Feride, ölür zahir o vakte, diye düşündü. İki göz odada nursuz yüzüyle yıllarını karartan kaynana Almanya’da da bulmazdı ya onu. Başını sağa sola sallayarak “Tövbe, tövbe” çekti. Çocukları ona emanetti. Ölürse evlatları ortada kalırdı, perişan olurdu. Karanlık fikrinden utanıp, avucunu yüzüne sürüp dualar mırıldandı.

Ahmet titreyen ellerini Feride’nin yumuşak dizlerine koydu.

“Sil gözünün yaşını Feride. Saatlerdir ağlıyorsun. Gavur elinde bırakmadık ya çocukları.”

“Biz gavur eline gidiyoruz ya Ahmet’im ona da mı ağlamayayım?”

“Geçici bir süreliğine. Biraz para biriktirelim. İşi öğrenelim fabrikada. Gelip burada canını yandığımın İstanbul’una taşınırız. Ayrı gayrı kalmaz. Devlet arkamızda Feride. Korkma, döneceğiz, bayrağımızın altında yaşayacağız yeniden.”

O bayrağın altında boğazımızdan helal lokma geçiremediğimizden gidiyoruz ya, diye iç geçirdi Feride.

Çantasından çocuklarının fotoğrafını aldı.

Dudaklarını büzmüş, objektife gözünün üstünden bakmış oğullarının yüzlerini sevdi avuçlarıyla. Göğsüne bastırdı fotoğrafı. Yeniden tutturduğu ağlamasını trenin düdüğü böldü. Sirkeci’den çıkıyordu artık tren. Ülkesinden ayrılanlar adına geride kalanları selamlıyordu düdük; acıyla, utançla, hevesle, pişmanlıkla, umutla, özlem dolu sesini yayıyordu gökyüzüne.

Feride çantasından üzerinde çizgiler olan teksir kâğıdı çıkarttı. Her iki yüzünde de küçük parmaklardan oluşan el izi çizilmişti. Avuç içi gelen yere kendi avucunu bastırdı. Küçük oğlan Neşet ne olduğunu anlayacak yaşta değildi de Muhsin farkındaydı her şeyin. “Beni de götürün” diye çok ağlamıştı. Elini çizerken annesi, işaret parmağını bükmüştü. Kalem içe kaymıştı çizerken. Muhsin’in göz yaşının damladığı yer kabarmıştı. Kabartıya dokundu Feride, yeni izleri de kendi yaşı oluşturdu. Köy evinin toprak duvarlarının kokusuna çocuklarının kokusu karışıp göğsünün üstünde ömür boyu kalkmayacak ağırlığıyla ilk o an tanıştı. Ahmet’in seslenişiyle göğsünden uçan kuşu köye doğru uğurlayıp vagona döndü.

“Muhtar bir kâğıt verdiydi ya, onda ne yazıyor? Adres filan da çantanda, değil mi Feride? Gidince ilk iş tütüncülerin Rıfat’ı bulacağız.”

“Ne Rıfat’ı Ahmet’im ya. Hepimizi orada karşılayıp yerlerimize yerleştireceklermiş. Ne yapacağız Rıfat’ı? Aha bütün kâğıtlar da burada.”

Birkaç tane vesika ile uyarı niteliğinde notlarla dolu bir dizi kâğıdı eline aldı Ahmet. Yarım yamalak okumasıyla “Onurlu Ol, Aileni, Evini Unutma, Zekanı İyi Kullan, Sağlığını Koru, Bayrağını Düşün” başlıklarından oluşan uyarı yazısını sessizce okudu. Diğer kâğıda geçerken kara kaşları iyice çatılmış, derin solumaya başlamıştı.

“Bak, bak dinle Feride, devlet bize ne diyor?”
 

“Yabancı memlekette çalışan her Türk işçisi şunu unutmamalıdır ki:
Viyanalara, Tuna kıyılarına kadar giden kahraman ecdadımız elin namusuna dokunmadığı gibi, sahipsiz bir bağdan bir salkım üzüm alsa bedelini kütüğün altına koymuş, bir incir koparsa parasını bir keseciğin içinde ağacın dalına bağlamıştır.
Bugüne kadar Türk’e hırsız, adaletsiz, hak yiyici, azgın denmemiştir.
Siz de dedirtmeyeceksiniz!”*

 
Son cümleleri sesi titreyerek bitirdi Ahmet. Notları elinden çekip aldı Feride. Az buçuk okuma yazmasıyla göz gezdirdi.

“Bunları bize muhtar mı diyor Ahmet’im?”

“Yok ona da devlet büyükleri demiş. ‘Uyun bunlara’ diye tembihlediydi beni. Katlayıp tutuşturdu. ‘Yolda okursunuz’ dediydi. Gözlerini kaçırarak verdiydi elime, işkillendiydim de unuttum telaştan.”

Başını ellerinin arasına alıp alnında yeni oluşmaya başlayan sönük kırışıklarını sıvazladı Ahmet. Kan kırmızı olmuş gözlerle baktı Feride’ye.

“Bize hırsız, uğursuz, namussuz gözüyle bakan devlete inanıp bu yola niye düştük Feride? Biz ne yaptık?”

 
 
Özge Can
 
 

Notlar & Açıklamalar:

* Almanya’ya işçi olarak gönderilen kişilere devlet tarafından uyarı niteliğinde hazırlanan not.    ⇡⇡⇡

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan