80’lerin çocukları hatırlayacaktır. ‘Can ile Tomtini’ diye animasyon bir kamu spotu vardı. Hani şöyle diyordu; “Sağdan git, hep sağdan, kaldırımın sağından.” Benim gibi kırklarında olan tüm okurların hatırladığına eminim. Hatta birçoğunun, satırları okudukları anda zihinlerinde melodisi bile çalmaya başlamıştır.
Nereden çıktı şimdi bu hikaye, diye soruyorsunuzdur. Şöyle anlatayım:
Hani son bir iki aydır Kondisyonum Sıfır diye yakınıyordum ya, işte bu duruma bir son vermek adına yürüyüşe başladım. Bir aydır, her gün oldukça hoş bir peyzaj ve çevre düzenlemesi olan Mihraplı Park’ta düzenli yürüyüş yapıyorum. Park bir saat boyunca keyifle yürüyüşümü yapmam için tüm fiziksel olanakları sunuyor. Biraz bu parktan bahsedeyim öncelikle size.
Mihraplı Park
Rengarenk lalelerle çiçeklendirilmiş bu parkın ortasından Nilüfer Çayı akıyor. Arada soluklanabileceğiniz dört, beş tane de cafe ve restaurant var parkın belli noktalarına konumlanmış. Hatta çayın kenarına, çimenlerin üzerine armut minderler atmış bir cafede, turlarımı bitirip, ışıldayan çayın manzarasında bu minderlere uzanarak, kitap okumak ayrı bir keyif oluyor benim için.
Baharda dağdaki karların erimesiyle su seviyesi artan çayda kano yarışları düzenleniyor ki oldukça hoş bir görüntü olduğuna herkes hemfikir olacaktır. Çayın üzerindeki modern köprüleriyle oldukça Avrupai bir park olduğunu söyleyebilirim. Gel gelelim medeniyet buraya kadar…
Mihraplı Park, terakota bir yürüyüş parkuruna, onun hemen yanında da üzerine bisiklet ikonları çizilmiş beton bir bisiklet yoluna sahip. Belli aralıklarla da beton zeminin bisikletli ziyaretçilere, toprak zeminin de yürüyüş yapanlara ayrıldığını yazan tabelalar yerleştirilmiş. “Amerikalıların ‘kuralları en aptalın anlayacağı şekilde açıklayacaksın’ ilkesiyle parkı düzenlemişler” diye düşünmüştüm ilk gittiğimde.
Gelin görün ki kural ve saygıdan bir haberiz çoğumuz.
Yürüyüş parkurunda bisikletler, bisiklet yolunda sallana sallana yürüyen insanlar…
Bisikletle de bu parka gittiğimden, her iki durumda da çıldırıyorum. Bisikletliler için ayrılmış yolda dört-beş arkadaşın tüm yolu kapatarak sohbet ede ede yürüdüklerini gördüğümde, bisikletle grubun ortasına dalıp, hepsini sağa sola fırlatmak istiyorum ya da terakota zeminde yürüyüş yaparken üzerime üzerime gelen bisikletliye bir yumruk çakıp uzaya fırlatmanın hayalini kurabiliyorum.
Bir de bu yazıya başlığını veren konu var; insanların, bisikletli ya da yaya, oldukları yolun sağ tarafından yürümeyi reddetmeleri. Aklımı oynatmama inanın az kaldı. Parktaki herkese savaş açtım ama sanırım sonunda dayak yiyeceğim.
Aslında parkurun bir gidiş yönü var, bunu bisiklet ikonunun konumlandırmasından anlamak da mümkün. Ama bunun bir zorunluluk olduğunu iddia edemem tabi. Devamlı bir yöne gideceksin, cüzdanını düşürsen geri dönüp alamazsın gibi bir durum yok elbette. Fakat aslında tur atan insanlar yöne dikkat etse, akış çok daha rahat olur, bu da ayrı 😉
Sağdan git
Neyse uzatmayayım bu akış yönü hikayesini çünkü çok daha basit bir kural var; herkes yolun sağından giderse kimse burun buruna gelmez! Bu kadar basit.
Karşıdan, hızlıca üzerime üzerime gelen 1.75 boylarında 90 kilo civarında bir adam varken, “Ben yolun doğru tarafındayım, çekilmeyeceğim” diye direnmek inanın kolay olmuyor. Bir de yüzündeki o “Çekilsene be kadın yolumdan” bakışı var ki şaşıp kalmamak elde değil.
Bu arada bunu yapan sadece erkekler değil; kadını, çocuğu, yaşlısı, genci… Hepsi doğru, bir ben yanlışım sanki! Bir gün dayanamayıp; “Sağdan git Mihrapli ahalisi” diye kocaman bir pankartla yürümeye başlayabilirim.
Beni elimde pankartla, sinirli sinirli yürürken görürseniz şaşırmayın diye buradan da uyarayım dedim.
Seyretmek isteyebileceğinizi düşünerek 80’lerin kamu spotuna bağlantı ekliyorum: Can ile Tomtini
“Sağdan gidin arkadaşlar, sağdan” der, çekilirim sahneden 😘
Didem Çelebi Özkan
5 YORUMLAR
Şekerim geçen akşam İstanbul Metrosu içinde türlü türlü Arap memleketli sağolsun aynı bu durumu yaşadım.
Metroda Türkçe-İngilizce uyarılar hatta görseller bile her yerde var; yürüyen merdivende sağda bekleyin şeklinde ama gel gör ki tüm Araplar her iki tarafı da işgal ediyor. Bir tanesine artık daldım; arkamda bir adam önümde başka bir adam sanırım Afgan idiler çünkü Arapça değil farklı bir dil konuşuyorlardı. Neyse iki yanımı çevrelemişler, biri solda duruyor arkadan da bir kadın geçmeye çalışıyor. Kadının geçmek istediğini solumdaki anlıyor ama sohbet etmek onun için daha önemli. En sonunda adama son derece sert şekilde “Sağda dur” diye çemkirdim. Aslında o da biliyor sağda durması gerektiğini ama umrunda değil. Sonunda sağa yani önüme geçti nihayet.
İnan İstanbul Metrosu özellikle Avrupa yakası berbat. Bir arkadaşım benle dalga geçti “Aaaa sen Taksim’e mi yani Küçük Şam’a mı gittin?” diye; kız haklıydı…
Cehalet, saygısızlık, bencillik ve kabalık birleştiğinde Mahşerin Dört Atlısı’ndan daha tehlikeli olabiliyor ne yazık ki. Sanırım yapılması gereken, doğrunun yanında kalıp, yanlışı uyararak düzeltmeye çalışmak. Bu uyarılar ne kadar kibar olursa, façamız da o kadar güvende olacaktır 😝 Çünkü cahil, diliyle yetersiz kaldığında yumruğuyla saldırmayı sever 😉
“Sağda dur” diye sertçe söylendim, ne yapayım 😉 Kadına sözde yol veriyor ama aslında vermiyordu. Direkt çemkircan moduna geçtim 😬😁🤷🏼♀️
Aynı parkta, aynı şeyden dertliyim. Bir gün pankartla yürümeye karar verirseniz yanınızdayım. 😃😃
Hele laleleri, sümbülleri poşet ile kökleyenlere ne demeli?..
Dün yazıyı yayınladıktan sonra, günlük yürüyüşüm için parka gittiğimde laleleri koparan bir kadın gördüm. Ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Sanki lale bendim ve canımı acıtıyordu.
Keşke bu konuda da yazsaydım diye düşündüm. Senin bunu da belirtmen harika olmuş Dilekcim. Çok teşekkür ederim yorumun için.
Sevgiler