Ruh-u Revan

Fala İnanmayan İki Kadın

15 Ağustos 2022

Öykü: Fala İnanmayan İki Kadın | Yazan: Pınar Sude GençSaat sabah yedi buçuk. Tarihi Çınaraltı çay bahçesini sonunda bomboşken yakaladım. Yalnız kalmak istiyordu ruhum ne zamandır. İnsanlar arasında olup görülmemektense, insanları görmemeyi tercih eder oldum çünkü. Hem burası kalabalık olduğunda yer bulmak da zor oluyor. Yer bulmakla da bitmiyor dert. Zaten görülmeyen biriyken, basit bir garson bile beni göremeyince daha da görünmez hissediyorum, hoş olmuyor. Aslında yalnız olmak da istemiyorum tamamen. Dikkatimi ve ilgimi çeken biriyle arkadaşlık kurmak, yalnızlığımın sıkışıp kaldığı o çirkin vazoyu kırıp atmak istiyorum galiba. Fakat var olmayı kendim mi seçtim ki yalnız olup olmayacağıma kendim karar vereyim, öyle değil mi?

Kimse yok, bütün masalar hizmetime amade şimdi. Aralarında acelesiz yürüyorum, arkadan kimse ittirmiyorken beni. En sonunda, manzarayı en iyi gören masadaki sandalyeyi çekip kuruluyorum yavaşça. Boğaz, tam karşımda sergiliyor tüm ihtişamını. Karşı yakadaki yalılar, olması gereken yerdeler vakur duruşlarıyla. Denizi seyre dalınca maviyi hissediyorum iliklerime kadar.

Dalgalara baktığımda ise senin hırçınlığını görüyorum resmen. Senin ruhunun kasırgasını taşıyorlar bana her seferinde. Bazen de kahkahalarından izler bırakıyor beyaz köpükler. Gözlerim dalgaları takip ederken yüzümü yalayan rüzgarın hışırtısı senin sesini anımsatıyor. Saçlarımı okşuyor rüzgar, senin sıcacık sesinle. Martılar da oldukları yerde durmuyorlar tabii, uzaklarda olduğunu haykırıyorlar hep bir ağızdan. Biliyorum diyorum, biliyorum… Çınarların yaprakları sallanmaya başlıyor, söze başlamak için kımıldanan dudaklar gibi. Anladım uzakta, diyorum. Hep bir ağızdan defalarca söylemenize gerek yok.

Bir garson çocuk yaklaşıyor yanıma. Saçları dağınık, gözleri uyku mahmuru… Burada bu saatte bulunabilmek için saat kaçta kalktığımı hesaplamaya çalışır gibi bakıyor kehribar rengi gözleri. En sonunda varıyor yanıma.

“Çay?”

Gözlerimi devirdiğimi görünce şaşkın bir ifadeyle kaşlarını çatıyor. Bıkmış bir şekilde başımı iki yana sallıyorum hafifçe.

“Biliyorum onun en sevdiği içecek çay. Ama onunki. Unutmadım zaten aklımda ki. Sen nereden biliyorsun ki hem? Sen de mi onu severdin? Şaşırmam şaşırmam. Neyse ben Türk kahvesi içerim. Şekerli. Hayat zaten şekersiz, ne diye acı bir kahve içip boğazımda rahatsız edici bir telve tadı bırakayım ki!”

Ağzımdan taşıyor koskoca kahkaham ve Boğaz’a yayılıyor ürpertici soğukluğu. Garson çocuk korktu mu benden? Ne yapayım o da hatırlatmaya çalışmasaydı bana seni… Geri geri yürümeye çalışırken sendeliyor. Düşmedi ama, sandalyeye tutunarak kurtardı, birlikte kaydılar birazcık, o kadar.

Karamel bir tekir kedi yaklaştı şimdi bana. Bacaklarımın arasından geçiyor sürtünerek. O da senin gibi karamel. Ay. Karamel demişim, kumral.

“Bekle, sana da kahvaltı alalım kumral tekir.”

Çoktan uzaklaşmış olan garsonun dikkatini çekebilmek için ayağa kalkıp bakış açısına girebilecek şekilde eğiliyorum. Fark etti beni. Elimle gelmesini işaret ediyorum. Ah be Egemen. Senin önünde daha da çok eğildim ben, yerlere kadar, hürmetle kaftanının eteğini öpecek gibi. Sen neden fark etmedin ki beni? Eğildim ama öpmedim diye mi? Ama senin kaftanın zehirliydi Kanuni’ninki gibi, öpseydim zehirlenirdim sanki, öyle değil mi?

“Buyurun hanımefendi.”

Korkmuş garson çocuk, baksana, başka garson yollamış şimdi; orta yaşlı, saçları yer yer beyazlamış, sakalları çenesini kaplamış bir garson. Diğer garsonun üzerinde bıraktığım ürpertici tesiri düşünmenin verdiği zevkle gülümsüyorum ve yarım bir gülüş kayıyor yanağımdan dudaklarıma… Nihayet dilime düşüp sözcüklere dokunuyor:

“Biz iki poğaça istiyoruz, benimki patatesli, eşiminki kaşar peynirli. Türk kahvemiz ve çayımız vardı neden hâlâ gelmedi?”

Bu kadarcık siparişi bile aceleyle not ediyor elindeki küçük deftere, bu hafızayla sakın aşık olmasın bu adam! Senin gülümserkenki gözlerinin kısılmasını, uyanırken yavaşça aralanan göz kapaklarını, düşüncelere daldığında kaşlarının nasıl da kıvrımlandığını aklımda tuttuğum gibi tutamaz hiçbir şeyi, baksana.

“İçecek siparişlerinizi diğer garson arkadaşıma vermiş olmalısınız. Eşinizi bekliyorsanız içecekleri hemen getirmeyelim, soğumasın.”

Hah! Çok biliyor bu beyefendi. Gözlerinin ta içine bakarak gülümsüyorum. İstiyor ama çekemiyor bakışlarını üzerimden. Pranga vurdum çünkü göz bebeklerine. Ben izin vermedikçe oynatamaz o simsiyah boncukları, bembeyaz pamuk tarlasında ne sağa ne de sola.

“12 yıldır bekliyorum eşimi.”

Öne doğru eğiliyor ve aramızdaki mesafeyi biraz olsun daha azaltıyorum, daha da etkim altında şimdi.

“Senin ne haddine onun beş dakika sonra gelip gelmeyeceği hakkında fikir sunmak.”

Pamuk tarlasının üzerini gri bulutlar sardı. Bir gri bulut da kafasının tepesine astım, tüm gün gezsin onunla. Afallamış bir şekilde uzaklaşıyor yanımdan.

“Çok mu acıktın sen tekircik? Bekle gelsin poğaçamız, birazcık da martılara atarız olur mu?”

İki garson birlikte yaklaşıyorlar şimdi. Kahve ilkinde, poğaçalar deminkinde. Korkutmuşum gerçekten ikisini de, ne güzel. Fark etmişler benim sıradan bir insan olmadığımı, başkalarına benzemediğimi. Kapasiteleri el verdiyse belki, diğerlerinden daha zeki olduğumu bile anlamışlardır, kim bilir.

“Buyurun efendim afiyet olsun.”

Kahveyi bırakırken titreyen ellerini görünce bir kez daha yayılıyor genç garsonu ürküten gülümsemem suratıma. Siparişleri bırakıp ayrılıyorlar yine yanımdan aceleyle. Nihayet gittiler artık yalnızlığımın keyfini sürebilirim, diye içimden geçirirken tam karşı masama kırmızı elbiseli, sarı saçlı bir kadın oturuveriyor. Elimdeki kaşar peynirli poğaçadan küçük bir parçayı kediye verirken süzüyorum kadını hafiften, bu huzurlu atmosferde, bu saatte, yalnızlık tahtımdan beni indiren kadını…

Omzuna varmayan kısa sarı saçları ancak boynunu gıdıklıyordur. Bronzlaşmış teninde parlayan gümüş bir kolye var, dekoltesinin izin verdiği kadarını görebiliyorum, göğüslerinin arasına sıkışmış kolyenin ucundaki şekil ne bilmiyorum. Çayı geldi şimdi. Bir peçete çekiyor ince parmaklarıyla peçetelikten. Önce dökülen çayı siliyor bardağın altından, sonra da kırmızı desenleri olan klasik porselen çay tabağıyla bardak arasına yerleştiriyor peçeteyi sakince. Daha sonra çantasından çıkardığı kitabın ismini okuyamıyorum, kitabın kapağından Hasan Ali Yücel klasiklerinden olduğunu anlayabiliyorum sadece. Çayından bir yudum aldıktan sonra arkasına yaslanıyor, yüzü denize dönük şekilde.

Bana senin kahkahalarını taşıyan dalgalar ona ne taşıyor, bilemiyorum. Senin yokluğunu fısıldayan uğultu onun kulağına neler söylüyor, bilemiyorum. O da alıyor mu yosunların rahatsız edici kokusunu yoksa sadece bana mı ulaşıyor bu?

Kediye verdiğim poğaçanın kalanını alıp denize doğru yaklaşıyorum, çok daha yakınım artık kırmızı elbiseli kadına. Martılar toplaşıyor ben poğaça parçalarını atarken. Yavaş yavaş besliyorum onları. Kaç dakika geçti bilmiyorum; yedi, on iki, yirmi belki. Nihayet poğaçanın tamamı bitince ellerimi çırparak kırıntılardan kurtuluyorum. Masama dönmek üzere davranmışken kırmızı elbiseli kadınla çarpışıyor meraklı bakışlarımız. Ben de onun ilgisini çekmişim belli ki. Bir gülümseme yayılıyor ikimizin çehresine de aynı anda. Türk kahvesi söylemiş o da. Hatta bitirmiş neredeyse.

“Fal bakmasını bilir misiniz?” diyor etkileyici bir diksiyon ve ses tonu ile.

“Şanslı gününüzdesiniz” diyerek karşılık veriyorum bu davetine ve karşısındaki sandalyeye yerleşirken okuyorum kitabının adını: Bir Delinin Anı Defteri. Uzaktaki garsonun endişeli bakışını üzerimde yakalamışken “Kapatıyorum o zaman?” deyip uzanıyorum önündeki boş beyaz fincana. Hay hay diyor sanki başıyla izin verdiği anlamına gelen zarif bir hareketle…
 
 
Pınar Sude Genç
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

8 YORUMLAR

  • Yanıtla Tuğçe Büyükköse 15 Ağustos 2022 at 13:37

    Türk kahvesi içerken okunmuştur :))

    • Yanıtla Pınar Sude Genç 15 Ağustos 2022 at 17:47

      Ne güzel (:

  • Yanıtla Gülsüm Kum 15 Ağustos 2022 at 16:36

    Sen inanılmaz bir yazarsın.

    • Yanıtla Pınar Sude Genç 15 Ağustos 2022 at 17:48

      Gülsüm.. 🥺 Çok teşekkür ederim.

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 19 Ağustos 2022 at 23:50

    Bir an kırmızı elbiseli kadını kendim zannettim! 😊Ne kadar zengin, iddiasız ve gülümseten cümleler! Bayıldım! 🌻

    • Yanıtla Pınar Sude Genç 20 Ağustos 2022 at 01:22

      Beğenmenize çok sevindim Şen Hanım! Sevgiler. ❤️

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 20 Ağustos 2022 at 09:28

    Tasvirlere, iç seslere, şairane anlatıma ama en çok da karakterleri okurun zihninde keskin bir berraklıkta çizebilmene hayran oldum 👏🏻👏🏻👏🏻
     
    Edebî olduğunu sanrısı ile dilbilgisi yönünden oldukça hatalı cümleleri ve betimleme sandıkları ama tasvir salatasından öteye gidemeyen saçma sapan kelime öbeklerini okura fırlatan, üstelik de kendilerine “yazar” diyen insanlara “edebiyat” ne göstermişsin. Kiminin ömrünün sonuna kadar gelemeyeceği mertebeye 18 yaşında ulaşman, gelecekte nerede olacağını o kadar net gösteriyor ki seni kuvvetle alkışlamaktan başka bir şey bırakmıyorsun editörüne. Yolculuğun sırasında ayağına taş değmesin biriciğim ❤️😘

    • Yanıtla Pınar Sude Genç 20 Ağustos 2022 at 11:47

      Didem ablacım senin gibi kuvvetli bir okur ve başarılı bir yazardan bunları duymak benim için çok mutluluk verici. Çok teşekkür ediyorum. ❤️

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan