İçimdeki Sesler

“İsmi Lazım Değil” Sergisi

26 Ekim 2022

'İsmi Lazım Değil' Sergisi | Abdülmecit Efendi Köşkü

Geçtiğimiz haftasonu “İsmi Lazım Değil” sergisine gittim. Narmanlı Sanat’ın rehberliğinde bu enteresan sergiyi gezdim. İyi ki bir rehber eşliğinde gezmişim, yoksa çok fazla bir şey anlayamayabilirdim.

Abdülmecit Efendi Köşkü’nün önüne saat 10.45 gibi geldik ve 15 kişilik bir grup ile sıramızı bekledik. O saatlerde bile köşkün bahçesi oldukça kalabalıktı. Bu sebeple Narmanlı Sanat, saat 14.00’te planladığı sergi turunu, saat 11.00’e almıştı. Hava da oldukça güneşliydi ve saat tam 11.00’de rehberimiz ile birlikte köşke giriş yaptık. Halk arasında “üç harfliler”, “ismi lazım değiller” olarak bilinenlerden yola çıkılarak, serginin adının konulduğunu öğrendim. Bu sebeple içeride insanı korkutan, ürperten bir hava esiyordu.

Dakika 1, Gol 1

Sizi köşkün kapısının girişinde, cam bir fanusun içerisine yerleştirilmiş 2 tane portre karşılıyordu. İnsana benzeyen 2 tane gözleri kapalı olan kafalardı bunlar. Kafalarının hemen altında yer alan elleri ile bir yere tutunuyorlardı. İçimden “dakika bir, gol bir” diyerek, rehberimizi dikkatle dinlemeye başladım.

İnanın, o kadar gerçektiler ki gerçek bir tene sahipmiş gibi duruyorlardı. Gözlerinin üzerindeki kirpiklere, kulaklarının içindeki tüylere kadar gerçektiler. Baktıkça karşı tarafta bir irkilme hissi yaşatıyorlardı.

Köşke girdiğimde, öncelikle yapının ne kadar güzel olduğunu fark ettim. Abdülmecit’in av köşkü olarak yaptırdığı bu ahşap yapının süslemeli tavanlarını, büyük, taşlı avizelerini, renkli vitray camlarını çok beğendim. Köşk, Mısır süslemeleri ile bezenmiş ve İtalyan mimar Vallaury tarafından inşaa edilmiş. Abdülmecit’in de sanatsal bir yanının olduğunu, hatta dış kapı tasarımının kendisine ait olduğunu öğrendim.

Lüks Hayatın Sonu

Serginin 3 ana figürü var. Bunlar; göz, yılan ve taşlar. Her yerde bu 3 temel ögeyi fark edip görebiliyorsunuz. Köşkün içine adımımı attığımda tavanda göze benzeyen bir süsleme dikkatimi çekti. Onun hemen altına konumlandırılmış bir süs havuzunun kenarlarında ise yuvarlak taşlar, küreler gelişigüzel serpiştirilmişti. Bu taşlar bana gözümüzden süzülüp giden gözyaşlarını anımsattı. Rehberimiz, eseri yapan sanatçının öldüğünü söylediğinde benzettiğim gözyaşları daha da anlamlı geldi.

Aynı katta bulunan altın sarısı küvette yatan iskeleti gördüğümde “İşte lüks hayatın sonu bu olsa gerek” dedim içimden. Zaten eserin ismi de “Lüks Cinayet” idi. Küvete baktığınızda dikkatinizi çeken şeylerden biri de içinin ağzına kadar pirinç dolu olmasıydı. Asya kültüründe pirinç ölümsüzlüğü ifade ediyormuş. Ne tuhaf değil mi? Ölümü çağrıştıran iskeletin bulunduğu alanda ölümsüzlüğü temsil eden pirinçlerin bulunması…

Aynı katta köşede duran kısa boylu, beyaz saçlı, üstü çıplak ve gövdesinde çokça dövmesi bulunan yaşlı kadını gördüğümde ise irkilmedim değil. Tarihte büyücülükle uğraşan kadınlara atıfta bulunularak yan hizasında bulunan siyah pelerinli şövalye ile birlikte sağ ve sol meleği temsil ettiklerini öğrendim.

Felsefecinin Çığlığı

Bu katta sırtları bize dönük duran, 7-8 insanın duvarın tam köşesinde aynı noktaya bakıyor olmalarını çok sonradan fark ettim. Sergide ilk bakışta fark edilmiyorlardı. Sanki sergiyi ziyaret eden bir grup insanın aynı noktaya bakarak bir eseri inceledikleri duygusunu hissettirmişlerdi bana. Rehberimiz bu eseri anlatırken aynı statüde olan insanların tek bir yöne baktıklarını söylemişti. Onlara bakarken keşke içlerinden bir tanesinin yüzü bize dönük olsaydı da diğerlerinin baktığı noktadan farklı bir yere bakıyor olsaydı, diye geçirmiştim. Neden böyle hissettim bilemiyorum ama sanırım içimdeki felsefecinin minik bir çığlığı idi bu.

Başka bir odada gördüklerim ise oldukça şaşırtıcıydı. Sanki karşı duvardaki kutudan sıçramış ve yüzüne yaratık yapışmış olan bir kadın bulunuyordu. Kadının pantolonu, üzerindeki hırkası, elleri o kadar gerçekti ki… Belki hepimizin korkularından biri olan bilmediğimiz bir şeyin yüzümüze yapışmasının yaratacağı korku ve endişe duygusunu yaşattı bana.

Sivilce

Abdülmecit Efendi Köşkü

Sanırım köşkün ikinci katındaydı; 3 tane ahşap insan yüzü bizleri karşılamıştı. İki yüzün yanaklarında doğadaki mantarlar yer alıyordu. Üçüncüsü ise cama dönük bir şekilde duruyor ve yüzünden ağaç dalları çıkıyordu. Mantarların, içimizde büyüttüğümüz korkularımızı temsil ettiğini öğrendim. Yüzümüzde bir sivilce çıktığında nasıl rahatsız olduğumuzu düşününce, bu mantarlar oldukça ürkütücüydüler aslında.

Sergide yer alan, kanlı bir tavuskuşu portresi de oldukça enteresandı. Bu kuşun seçilmesinin de ayrı bir anlamı vardı tabii. Mitolojiye göre tavuskuşu güzelliği ile çokça övünen bir kuştur. Tanrılar da onu cezalandırmak için her ses çıkardığında yağmur yağdırarak, onu lanetlemişler. Aslında olumsuz bir özelliği, bereketi temsil eden yağmur ile cezalandırmışlardı. Sergide tavuşkuşu simgesini görebileceğiniz başka yerler de mevcuttu. Örneğin; köşkün ana kapısının üzerine metalden yapılmış, tavuşkuşunun açılmış kanatlarını çağrıştıran bir motifi görebiliyorsunuz. Kanatların en uçlarında yer alan noktaların her birinin, göze benzetildiği söylenmişti tur esnasında.

Prometheus

Bu katta beni irkilten bir diğer eser ise ciğerlerini yiyen bir akbabanın üzerinde olduğu, elleri zincire vurulmuş Prometheus’un tablosunun önünde duran, formu bozulmuş insan vücuduydu. Sanki akbabanın sürekli ciğeri yiyip yedikten sonra tekrar büyüyen ciğeri yemeye devam ederek bozulan Prometheus’un vücudu gözler önüne serilmişti. Baktığımda inanın midem bulandığı için onu fotoğraflayamadım bile.

Bu katın balkonunda bulunan, büyükçe bir süngerin içine yerleştirilmiş bir taş ve balkonu çevreleyen tül perdelerden oluşan başka bir eser daha vardı. Bunun madde ve his arasındaki etkileşimi ifade ettiği söylenmişti bizlere. Bana NetFlix’deki Atiye dizisindeki, Göbeklitepe’yi anımsattı nedense. Hepimizin halının altına süpürdüğümüz, düşünmek istemediğimiz, kaçtığımız düşüncelerimiz veya yaşadığımız birtakım olaylar olmuştur, değil mi? İşte tam da bunun anlatıldığı, kabaran bir parkenin üzerindeki halının, tam ortasına yerleştirilen bir sandalye ile bu ifade edilmeye çalışılmış. Bu hoşuma gitmişti.

Ölü Kuşlar

'İsmi Lazım Değil' Sergisi | Abdülmecit Efendi Köşkü

Bu kadar korkutucu ve ürkütücü eserleri gördükten sonra beni en çok etkileyen ne oldu biliyor musunuz?

Bir odanın tüm zemine yayılmış bir sürü ölü kuş figürü.

Onları görünce, içim nasıl cız etti ve nasıl öfkelendim bilemezsiniz. Sanırım kuşlara olan yakınlığım ve ilgim, hissettiğim bu duygular üzerine etkili olmuştu.

Köşkün içerisinde yer alan daha nice eser var tabii, ben sizlerle beni en çok etkileyenleri paylaşmak istedim bu yazımda. Eserler sadece köşkün içinde değil, bahçede de yer alıyor. Örneğin; ağaç kozalaklarından yapılmış, dizlerini karnına çekerek oturan, sanki içine kaçmış bir insanı anımsatan bir eseri bir köşede; altın başlı, başının her bir yanından yılanlar sarkan Medusa heykelini başka bir köşede görebiliyorsunuz.

Bunların yanısıra köşkün bodrum katında yer alan digital sergiyi de görmenizi tavsiye ederim. İçerisinin tamamiyle karanlık olduğu, birkaç odanın duvarlarına yansıtılan 3D görüntüleri görmek de oldukça enteresandı. Bu görüntülerden birinin Adem ile Havva’nın cennetten kovulma zamanını yansıttığını da şimdiden paylaşabilirim sizlerle.

Kısacası, ben sergiyi değişik, enteresan ve ilgi çekici buldum. Güzel bir sonbahar gününü oldukça keyifli ve mutlu geçirdim. Sizlere de tavsiye ediyorum.

'İsmi Lazım Değil' Sergisi | Abdülmecit Efendi Köşkü

 
 
Sevgilerimle,
Demet Albayrakoğlu
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan