Yıldız Tozu

Şipşaşk | 2

31 Ağustos 2023

Yazı: Şipşaşk | 2 | Yazan: Sıla Malik

 

İndeks

Şipşaşk | Bölüm 1
Şipşaşk | Bölüm 2
 

Bastırdığı fotoğrafları 7. kez baştan sona inceledi Burak. Bariz bir belli ediş olmazdı bu değil mi? Dijital olarak gönderebileceği fotoğrafları üşenmemiş bastırmış, elden teslim etmek istiyordu Onur abisine.

Beril’in orada olma olasılığı değildi onu oraya çeken, asla olamazdı. Bir kez daha sinirlendi kendine. Neden almamıştı ki numarasını? İnsan en azından sosyal medya hesaplarını sorardı.

“Yeni çifte hediyem olsun.” Bahanesi bu olacaktı işte. Melek abla ve Onur abinin en güzel çıktığı kareleri bir albüme yerleştirdi. Diğer fotoğrafları da kağıt dosyaya koyarak “Anı kalsın canım” mantığıyla evden çıktı.

Ne görmeyi umuyordu? Beril orada olsa ne olacaktı? Belki sevgilisi vardır diye düşündü. Hoş o kadar da pesimist olmaya ne gerek vardı canım belki de sadece lezbiyendi ve hiçbir zaman Burak’ın bir şansı olamayacaktı. Sadece bir kez gördüğü bir kadın için zihninden geçenlere sinirlendi. Kulaklığını takıp müziğin sesini sona getirdi, şu an düşüncelerini duymasa daha iyiydi.

 

* * *

 
Beril, Melek’in ricasıyla kafenin mutfağındaydı bugün. Ara sıra olduğu gibi yardım ediyordu. Akşam servisi başlamadan önce oluşan boşluktan yararlanmış, dinleniyordu.

Tam o sırada hızlı yürüdüğü her halinden belli Burak girdi içeri. Elindeki poşeti sıkı sıkıya tutmuştu. Kaşları çatıldı Beril’in, anlam verememişti.

Burak kasanın arkasında tanıdık yüzleri aradı, bulamamışlığın verdiği şaşkınlıkla etrafı taradı gözleri ve bingo! Beril ile göz göze geldiler.

Tüm yol boyunca “Ya oradaysa?” tilkileri zihninde cirit atmıştı ancak şimdi hepsi de terk etmişti onu. Sakin olmalıydı. Sakin ve normal.

“Koşuya çıkmaktan çok birilerinden kaçarmış  gibi bir halin var Burak, gel soluklan istersen. Bir şeyler içer misin?”

Nasıl yani? İlk andan itibaren samimiyet mi? Sizli bizli konuşmalar, garip selam vermeler de mi yoktu? Beril’in karşısına otururken bunlar geçiyordu aklından.

“Bir şeyler kaçmıyorum  tabii ki ancak şarkıya kaptırmışım kendimi, daha sakin şarkılar dinlemeliyim sanırım dışarıdayken”.

“Sen de kulaklığı takıp kendi filminin başrolünde poz kesenlerdensin demek ki, e güzelmiş. Ee, ne var ne yok görüşmeyeli? Çekimlere devam mı?”

Konuşmak için farklı senaryoları vardı kafasında Burak’ın, hepsi birer birer silinip giden. Bu kadardı işte aslında olay. Arkadaş canlısı ve meraklı. Eh, biraz da konuşkan.

“Geçen gece çektiğim fotoğraflardan Onur abilere bir albüm yaptım, hoşluk olur diye düşündüm de. Bırakmaya gelmiştim. Onun dışında ne olsun, işler devam aynı.”

“Aaa, bakabilir miyim fotoğraflara? Çok tatlılardı o akşam. Nasıl çıkmışlar, merak ettim.”

Beril’in gülerek sorduğu soruya hafif bir tebessümle karşılık verdi Burak. Albümü çıkarıp masanın ortasına koydu, ikisi de fotoğraflara bakmak için eğildiler.

Tatlıydı, sevinçliydi fotoğraflar. Sevilen ve seven insanlar nasıl çıkarsa öyle çıkmışlardı işte. Birbirlerine bakarken gözleri gülen bir çift ve onların bu sevgi dolu anlarına en iyi şekilde ortak olmuş cana yakın insanlar.

İç geçirdi Beril, fark ettirmek istemese de Burak fark etmişti. Aralarındaki ilk sessiz anlaşma buydu aslında. Beril anlaşılsın istememişti, Burak da hiç bahsini etmedi.

“Ben de onlara bir hediye vermek istiyorum aslında ama kararsızdım ne zamandır. Aklıma bir fikir geldi. Bana yardım eder misin?” Ne olduğunu bilmemekle birlikte hayır diyemedi Burak. Hayır diyemedi ve mutfakta buldu kendini.

“Evet şefim, seninle birlikte çok güzel orman meyveli bir pasta yapacağız. Yemekler zaten benden bugün, o yüzden onda sıkıntı yok. Her şey tamam olduğunda şöyle güzel bir masa hazırlarız. Hoş yemek, güzel sohbet. Sonra yaptığımız pasta ve albüm. Ne gerek vardı, ayy çok güzel çocuklar nidaları ve kapanış. Ne dersin?”

Beril heyecanlı bir şekilde planını anlatırken güldü Burak, hayali kulağa hoş gelmişti.

Önce malzemeler çıktı ardından Beril bir şeyler sıraladı, Burak yapmaya çalıştı. Bir buçuk saatlik bir uğraşın ardından masa da hazırdı.

Akşam Melek ve Onur da gelince koyu sohbet başladı. Burak aklındaki soruların cevabını o sohbette aldı.

Beril, 25 yaşındaydı. Melek ablanın Moda’da babasından kalma dairede kiracıydı. Hayatın onu yönlendirmesine izin verdiği bir süreçten geçiyordu. Freelance çalışıyordu. Arada bir de burada Melek ablaya yardım ediyordu ve minik bir kafe açıp tatlı pişirmek istiyorum hayalinin mutfak kısmını gerçekleştiriyordu.

Ailesi Ankara’da yaşıyordu, okul için İstanbul’a gelmiş bir daha da dönme niyetine girmemişti.

Şaşırmadığını fark etti Burak. Nedense içten içe böyle olacağını hissetmişti. Albümle pasta geldi en son masaya.

Fotoğraflara bakıp gülüştüler, Beril Burak’ın yetenekli ama deneyimsiz bir mutfak elemanı olduğunu öne sürdü. Uzun zaman sonra ilk defa ikisi de güzel vakit geçirmişlerdi.

Eve geldiğinde hissettiği şeyi anlamlandırmakta zorluk çekti. Mutluydu fakat daha çok merakla dolmuştu.

“Bu kadar mutlu olmamalıyım, bu kadar mutlu hissetmemek için onu daha fazla tanımalıyım. Bir etkilenmeye kapılmaya değil, gerçekten tanıyıp yere sağlam basmaya ihtiyacım var.”

Sabah uyandığında aklının ucundan bile geçmeyen bir bildirim ile karşılaştı. Beril onu  Instagram’dan takip ediyordu. Sorun teşkil eden bir madde daha ortadan kalktı böylece.  Profiline baktığında Beril’in çok az fotoğraf paylaştığını fark etti.
 

* * *

 
Bir hafta işle ev arasında, arada da Kadıköy’de geçirdi günlerini. Melek ablanın kafesi keyfi bir izinle bir hafta kapalı kaldığından Beril’le görüşme şansı olmamıştı. Ayrıca yoğunluktan fırsat da bulamamıştı ki.

Cumartesi tam güneşin batmasına yakın, hava ılık rüzgarla tatlı tatlı okşarken tenleri, yürüyüşe çıktı. Öylesine yürümeyeli çok olmuştu. Hep bir şeylerin tamamlanması, yetişmesi gerekiyordu. Sakin bir nefes almak istedi. Sakin ve uzun bir nefes.

Hayatın cilvesinin o gün ise eli boştu ve aslında bu hikâyenin hikâyeliğini göstermesi gerekiyordu.

Çimenler üzerinde oturan bir grup insan içinden onu gördü. “Neden şimdi ve nasıl” sorularını bir kenara bırakarak bir sahneyi izlercesine izledi uzaktan.

Arkadaşlarının yanında, derin bir sohbet içindeydi belli ki. Her zamanki gibi elleri anlattığı şeyin hayali resmini çiziyordu havaya. Saçlarını açmıştı. Esen rüzgârda yavaşça dalgalanırken saçları, gülüşü yayıldı etrafa. Hemen kendini durdurmaya çalışmasını izledi, utanmıştı.

Dikkatini çekmeden ilerleyip gitmeyi düşündü. Konuşmasına gerek kalmadan, Beril’i görmek yoğun güne artı puan yazmasını sağlamıştı. Bu gerçek her ne kadar iç geçirmesine neden olsa da.

Beril ve arkadaşlarının ilerisine onları görebileceği ama görece fark edilmeyeceği bir yere oturdu. Güneş batıyor kızıl rengi denize yayılıyordu. Hafta sonu olmasına rağmen pek kalabalık değildi etraf. Şanslı hissetti kendini.

Ne kadar sürdüğünü bilmediği bir zaman diliminde müzik dinledi, bir şeyler okudu. Beril’in birkaç metre ilerisindeki varlığını unutabilmişti. Kendi dünyasına dalmıştı yine.

Havanın karardığını fark etti, kulağındaki melodi de yavaşlamıştı ki önünde bir şişe bira belirdi. Ardından da Beril’in gülerek bakan yüzü. Çizgi film karakterine benziyor dedi içinden Burak.

Kulaklığını çıkarıp doğrulurken Beril çoktan yanındaki yerini almış, tokasıyla iki birayı da açmıştı.

“İnsan görür de selam vermez mi be Burki? Sıcakkanlı insanlardır arkadaşlarım, yemezlerdi seni” Şaşırdığı her halinden belli olan Burak’ın şaşkın ve hafif büyümüş gözlerine güldü Beril.

“Rahatsız etmek istememiştim, hem benim de yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. İyi oldu böyle” diyebildi sadece.

“Sen rahatsızlık vermezdin ya. Hala ihtiyacın varsa gidebilirim de hem. Mini bira servisi gibi düşünebiliriz bunu” Elindeki bira dolu şişeyi hafifçe havaya kaldırıp sallarken söylemişti. Gitmesini isteyen kimdi? Burak bira dolu poşeti Beril’in elinden alıp ortalarına koydu. Eliyle problem yok derken birasından içmekle meşguldü.

Bir süre sessizce denizi izlediler. Ne demiş şair, birlikte rahatça sessiz kalabilmektir marifet. Sıkıldılar mı diye sorarsanız, hayır. Garip bir rahatlığı vardı birlikte yarattıkları sessizliğin.

İkinci bira biterken mini hoparlöre bağladığı telefonuyla ilk 5 saniye sahili inletti Beril. Yüksek çıkan sesle yaşadığı panik, sesi kapatmaya çalışması, ellerinin birbirine dolanması çok komik gelmişti Burak’a. Gülmesi ise sinir etmişti Beril’i.

Böylece başladı sohbetleri. Yanlarından insanlar, bisikletli çocuklar, kaykay öğrenmeye başlayan minikler geçti. Bir köpek topunu kaçırdı, Güneş yerini Ay’a bıraktı.

“Eee, ne kadar devam edeceksin Melek ablanın kafesinde? Var mı aklında başka planlar?” dedi Burak.

“Şu an için memnunum, mutluyum da. Kendi yerimi açma isteğim hâlâ var ama Kadıköy’de bu kadar işlek ve büyük bir yer tek başıma zor olur. O yüzden baya avantajlı aslında. Henüz geliştiriyorum kendimi. Hem kafeyi meşhur edeceğim hem de yaptığım lezzetlerle kendimi.”

Tam o anda Semiramis Hanım ve o meşhur şarkı girdi fondan araya. Sahi ne kadar anlıyordu çiftler birbirini. Beril bir anda dünyanın sırrını çözmüş gibi ellerini çırptı.

“Buldum Burki buldum. Konsept menü yapsak ya kafede? Hem sosyal medyada reklamı da güzel döner.”

“Ne konsepti olacak o?”

Issız Adam mesela. Filmdeki ıssız adamımızın yaptığı tariflerden bir menü oluşturup rastgele bir günü Issız Adam günü ilan edebiliriz. Tatlı olarak havuçlu kek olur, ana yemek mor lahanalı kız etkileme sotesi, meze de zeytinyağlı yaprak sarma olur. Şeftali suyu servis edilmeyecek ama o gün.”

“O niyeymiş?”

Güldü Beril.

“Travmatik ikili onlar da ondan. Ada mutfakta oturmuş bir tencere sarmayı şeftali suyuyla birlikte gömerken ayrılık konuşması almıştı. İnsanlara güzel yemekler yedirip eğlenceli bir gün geçirmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Ayrılık acılarını hatırlatmak istemem.”

Bu tavrına Burak da güldü. Hatta Beril’e katılmaya karar verdi. Nasıl olsa o bu plana başlarken onu da dahil etmişti değil mi?

“Bir gün de Disney filmlerindeki yemekleri mi yapsak o zaman? Tarifleri illâki vardır. Hem çocuklu ailelere de hitap ederiz. Bakarsın doğum günü kutlamalarına bile gider iş.”

“Ayyy desenli, şekilli bir sürü rengarenk pasta yapabilirim hem. Çok iyi fikir desene. Sen de sessiz falansın ama tam yerinde buluyorsun çözümleri.”

Sessizlik. Aslında konuşmayı çok severim ama yanında konuşacaklarımın saçmalamasından korkuyorum, diyemedi Burak. Aslında onunla konuşurken saçmalamaktan bile korkmadığını fark etti. Ancak Beril’in yanında susmak hiç de kötü hissettirmiyordu. Konuşurken anlaştıklarına diyecek yoktu ama belli ki onlar sessizliği de çok güzel başaracaklardı.

Yazılabilecek bunun gibi bir sürü an yaşadılar. Hayat tesadüflerini konuşturdu bazen, sosyal medyanın da yardımı ile denk gelişler yaratıldı.

Her defasında uzayan sohbetler, bolca kahkahalar, derin düşünceler geçti ikili arasında. Ancak bir akşam uzunca bir süre göz göze kaldılar.

Herkese bakarken de böyle parlıyor mu acaba gözleri diye düşündü Beril. Başkasına da böyle bakması ihtimali canını acıttı, buna hakkı var mıydı? Zamanın durmasını dilerken buldu kendini Burak. Hayatı seven bir insan tabii böyle güzel bakacaktı etrafına. Bir gün ona bakarken de güler miydi gözleri acaba?

“Keşke ölümsüzleştirebilseydim bu anı, sonsuza kadar yitmeyecek bir kareye hapsedebilseydim” dedi Burak. Fakat fotoğrafının çekilmesini sevmiyordu Beril, öyle demişti sahilde. Kendini objektif önünde güzel bulmuyormuş. Saçmalık, dedi Burak içinden. Eğer o da görebilseydi benim gözümden kendini.

“Bir şeyleri karelere hapsedebiliriz evet. Ancak vakti geldiğinde yakıp yok edebilirim onları. Silebilirim tüm dijital hafızalardan. Hiç var olmamışlar gibi. Peki ya hafızam? Hatıralar hep canlıdır bende. Fotoğrafları gözümle çeker, gönlümde saklarım. Silmesi can acıtır ama yine de asla unutulmazlar.”

Herkese böyle bakıyorsa, ne şanslı insan olacak Burak’ın sevdiği kadın diye düşündü Beril. Gözler ruhu yansıtırdı ona göre. Burak’ın gözlerinde donuk bir perde yoktu, içi dışı bir safi duygulardı yansıyanlar. Bir de sevip sevilince, düşüncesi bile gülümsetti Beril’i. Çocuksu bir mutluluk yerleşecekti kesin gözlerine, farklı aydınlanacaktı aklına her “o” kişi geldiğinde. Güzel sevilmesini diledi içinden. Görünür olmayı delice isterken.

“Sevmek neyse de sevilmeyi tanımlayamıyorum ben. Belki de gerçekten sevilebileceğime inanmadığımdandır. Hiçbir sevgi hatta aşk ilk oluştuğu haliyle kalmaz. Fakat kim garanti edebilir iyiye evrileceğini? İnişli çıkışlı uzun bir yolculuk ancak şimdiler de herkes kısa mesafe derdinde.”

Günler birbirini kovaladı, anlaştı Burak’la Beril. Korktuğu gibi olmadı Burak’ın. Gayet mutlu olabilirdi, gayet mutluydu. Ayakları mutlulukla yere sağlam basabiliyordu. Fakat bilmediği, kalbindeki duyguları fark etmek için geç kaldığı oldu. Beril bakmıştı gözlerinin içine, defalarca. Konuşmayı çok sevse de dili varmamıştı “Seni seviyorum.” demeye. Fark eder diye umut etti sessizce köşesinde. Ancak bu dünyada bazı şeylerin sesli söylenmesi gerekliydi, yapamadı Beril. Kendi küçük dünyasında “imkansız” dedi, geri çekilmeye karar verdi.
 

6 Ay Sonra

 
Karlı bir gün. Hava gündüz olmasına rağmen gri, karanlık.

İçinde tuhaf bir ağırlıkla adım adım gitti kafeye Burak. Beril ile planları vardı. Yeni yıla özel birkaç tatlı yapacaktı Beril, Burak da fotoğraflarını çekip kafenin sayfalarına ekleyecekti.

Kafeye geldiğinde Onur abiyi düşünceli bir şekilde otururken gördü. Geldiğini fark edince yavaşça karşısındaki sandalyeyi işaret etmişti. Her şey suskunluk içinde gerçekleşiyordu. Tek duyulan şey Melek ablanın adımlarıydı. Elindeki kahveyi Burak’ın önüne bırakmıştı.

İkisinin de yüzünde anlayamadığı bir ifade vardı. Melek abla derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.

“Beril’e karşı ne hissediyorsun?”

Ani darbe karşısında sarsıldı Burak. Bu soruyu daha önce kendisine hiç sormuş muydu? Tamam, sormuştu ancak cevap vermekten hep kaçmıştı. Sevmek, hâtta aşık olmak. Bunları uzun zaman sonra tekrar başarabilir miydi ki? Konuşmaya mecali yok gibi hissediyordu, karşısındaki çiftin gözlerine onu anlamaları için yalvarırcasına baktı.

“Bak kardeşim, biliyorum Beril’le çok iyi anlaşıyorsun. O deli dolu, enerjik, konuşkan, sıcakkanlı bir kız. Seninle de gayet iyi anlaşıyor. Herkesle anlaşan, anlayışlı ve uyumlu biri. Fakat onun görmediğin bir yanı daha var.

Onun düşüncelere dalmış halini hiç gördün mü mesela? Bir köşede yalnız başına kaldığında neler hissediyor biliyor musun? Her zaman, her konuda konuşabilen o kızın susarak neler anlatmak istediğini hiç çözmeye çalıştın mı?”

Karamel kız yalnız kalır mıydı sahiden? O kadar hayat dolu bir kız neden yalnız kalsın ki diye geçirdi içinden. Sustukları çok an olmuştu ama hiçbirinde bir şeyler anlatmak ister gibi bir hali yoktu onun. O hep eğlenceli, hayatı sevmesini sağlayan Karamel’di işte.

“Bunu yapmam ne kadar doğru bilmiyorum ama görmen gereken bir şey var bende Burak.” Dedi Melek abla ve bir defter uzattı Burak’a. Ardından Onur ile kalktılar masadan.

Anlam veremeyen bakışlarla açtı defteri. Birçok sayfası el yazısı yazılmış yazılarla doluydu. İlk sayfayı okumak istediğinde adını fark etti. Kaşları çatıldı.

 

Burak,

Sana ulaşacak veya ulaşmayacak yazılara hoş geldin. Eğlenceli şeyler de okuyacaksın belki ancak başlamadan uyarmalıyım.

Sana söylemeye asla cesaret edemediğim şeyleri okuyacaksın. Ve evet, bunu tanıştığımız ilk gece yazıyorum.

Az önce hayatımdaki en önemli iki güzel insanın anılarında figüranlık yaptık ikimiz de. Tamam sen biraz da kameramanlık yapmış olabilirsin.

Her neyse, büyük laflar eden biriyim. Sadece adını bildiğim bu geceden geleceğime bakarak diyorum ki; seninle bir daha karşılaşacağım.

Romantik komedi filmleri gibi bir hayat yaşamıyor olabiliriz ama kimse beni inanmaktan alıkoyamaz öyle değil mi? 

 

Sana, seni tekrar göreceğimi söylemiştim. Yani teknik olarak söylemedim ama yazdım. Bu da sayılır bence.

Bugün mutfakta bana yardım ettiğin için teşekkür ederim. Biliyorum, yine çok konuştum ama ne yapayım. Heyecanlanınca konuşan bir insanım. Heyecanlı olduğumu anladın mı?

Anladıysan lütfen çok fazla dalga geçmemiş ol, yüksek enerjili karakterler de vardır. Melek abla bu gece çekildiğimiz fotoğrafı hesabında paylaşmış, seni de etiketleyip beni hesabını sormak derdinden kurtarmış. Sabaha takip isteğimle uyanacaksın.

Yazarken bile çok konuşuyorum fark ettin mi?

Yakın zamanda görüşmek üzere, iyi geceler. 

 

Sahilde, arkadaşlarım yanımda diye mi gelmedin yanıma yoksa yanıma gelmek istemedin mi?

İçsel sorgular hiç bitmeyecek ancak ben dayanamadım. Seninle sohbet etmeyi sevdiğimi fark ettim ne yapayım?

Umarım sıkmamışımdır seni. Hem biralar sağ olsun, sakinleştim sayelerinde.

Alkol alınca biraz daha açılıyorsun, sohbetin daha farklıydı. Bir de ne güzel sustuk birlikte. Hoş içimde binlerce cümle akıp geçti ya. Onları sorma, bana kalsınlar.

Fotoğraf çekmeyi bu kadar sevmen ve benim bu derece soğukluğum. Sen de benim gibisin aslında.

Benim fotoğraflarım çekilmediğimden senin fotoğraflarınsa objektifin hep arkasında olmaktan yok.

Ama biliyor musun? Seninle objektifin önünde olduğumuz anılar yaratmak güzel olurdu.

 

Yavaş yavaş yere basıyor ayakları ruhumun.

Sevilebileceğine inanmayan senin karşına, sevilebildiğini kanıtlamak için gönderilen biriyim ama benim sevilme kısmımı yazmayı unutmuş senaristler.

Ama bir an için de olsa gözlerindeki parlaklığın sebebi olabileceğime inandırmıştım kendimi. Ve lanet olsun ki o an yaşadığım mutluluğun tarifi yok.

Benim dersim ne peki Burak? Ben neyi öğrenmeliyim bu karşılaşmadan? Yine canım acımamalı değil mi? 

 

Hissediyorum, sona yaklaşıyoruz.

Yani, yaklaşmamız gerekiyor çünkü canım çok acıyor.

Beraber geçirdiğimiz anların hiçbirine kırgın değilim ben. Kırgınlığım da kızgınlığım da kendime aslında.

Kendi hayal dünyama ve umutlarıma.

Seni, sevilebileceğin biri olduğuna inandırırken kendimden şüpheleneceğim hiç aklıma gelmemişti.

Bana kattığın her şey için teşekkür ederim.

Parlayan gözlerini hak eden birini sev olur mu?

Sevilebilecek en güzel adamlardan birisin. Hatta –izin verirsen- sevilebilecek en güzel adamsın.

Kalbine layık olacak kadını kıskanmakla birlikte,

Hoşça kal Burki.

Hoşça kal Kameraman Çocuk. 

 

Kağıttaki kurumuş gözyaşları izlerine, yenileri eklendi birer birer.

Koşar adım çıktı kafeden Burak. Bir yanı sevinçliydi, karşılıklıydı kalbindeki aşkı. Bir yanı ise acıyordu çünkü görememişti. Bambaşka başlayabilirdi her şey. Bambaşka devam edebilirdi.

Bastıran kara rağmen hızla ilerledi. Beril’in oturduğu apartmana geldiğinde aceleyle tüm zillere bastı. Kapıyı açmama ihtimaliyle yüzleşemezdi. Oysaki Beril’in ondan kaçmak gibi bir niyeti yoktu.

Görecek bile olsa her gün, zamanla biterdi elbet içindeki bu duygular. Bir gün uyanırdı ve özlemezdi artık Burak’ı.

Telaşlı kapı çalışa şaşkınlıkla karşılık verdi Beril. Karşısında soğuktan yanakları kızarmış, gözleri ağlamaktan hafif şiş Burak görmeyi beklemiyordu.

Ne oldu diye soramadan içeri girdi Burak. Koltuğa oturduklarında hiçbir şey söylemeden defteri ve siyah kaplı kutuyu çıkardı çantasından.

Defteri görünce elleri titredi Beril’in, kalp atışları hızlandı. Öğrenmiş olamazdı, böyle olmamalıydı.

“Burak ben, gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum. Lütfen yanlış anlama beni.” Hızlıca bir şeyler çıkıyordu ağzından. Neyi toparlamaya çalışıyordu ki?

Burak onu susturarak kucağındaki kutuyu açtı. İçinde bir sürü fotoğraf vardı.

“Bak, burada o tanıştığımız ilk gece. Çok güzel bakıyordun Onur abiyle Melek ablaya. Burada kek yapıyorduk, farkında bile olmadın çektiğimin, yüzün una bulanmıştı ama sen daha da güzelleşmiştin. Yanıma geldiğin için senden sıkıldığımı sorguladığın sahil gününü hatırladın mı? Bak, güneş batarken ancak seninle bu kadar güzel bütünleşebilirdi. Sen arkadaşlarınla konuşurken sana sarılmamak için ne kadar zor durduğumu bilmiyorsun.

Bak, buradasın. Kitap okurken, bir şeyler pişirirken, çocuklara kurabiye dağıtırken, sessizce oturmuş denizi izlerken, sarhoş olup gülerken. Her anımızdan bir anın var bende.

Tamam ben gösteremedim sana olan sevgimi. Çünkü dünyayla ilişkisi bu kadar güzel olan birinin yanında sönük kalmaz mıydım?

Gözlerimin güldüğünü senden öğrendim çünkü ancak sana bakarken güldüler. Sevilebileceğimi bana gösterdin evet.

Fakat sen bu hayatta beni sevdiği için şanslı hissetmem gereken tek kadınsın. Üzgünüm Karamel kız,

Seni gördüğüm ilk gün anladım ben. Seni sevmekten başka yolum yok benim.

Ben seni seviyorum. O yüzden;

Merhaba Beril, merhaba Karamel kız.

Merhaba sevgilim.”

Ve bazen hiç sona ermeyecekmiş gibi hissettiren bir bekleyiş gerekir, sarılmanın kıymetini anlayabilmek için.
 
 

…SON…

 
 
Sıla Malik
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan