Bi' Dolu Mola

Her Gün Bir Umut | Karışık Bir Salı

10 Aralık 2020

Öykü: Her Gün Bir Umut | Karışık Bir Salı | Yazan: Elif Bilici

 

İndeks

Birinci Bölüm: Sıradan Bir Pazartesi
İkinci Bölüm: Karışık Bir Salı
Üçüncü Bölüm: Çarşafa Sarılmış Bir Çarşamba
Dördüncü Bölüm: Şaşırtan Bir Perşembe
Beşinci Bölüm: Heyecanlı Bir Cuma
Altıncı Bölüm: Umut Dolu Bir Cumartesi
Yedinci Bölüm: Huzurlu Bir Pazar

 

İkinci Bölüm – Karışık Bir Salı

 
Yatağında yatmış, tavanı izliyordu. Bir süredir düzenli olarak alarm kurmasına gerek yoktu, zaten kendiliğinden uyanıyor hatta bazı geceler uyuyamıyordu. Kafasını pencereden giren belli belirsiz ışığa doğru çevirdi. Güneş çıktığına göre saat sabah sekizi geçmişti. Bugün bir görüşmesi de yoktu, bir haftadır olduğu gibi.

Mezun olduktan sonra kimsenin kendisini hazırda beklemediğini, ülkenin durumunu da göz önünde bulundurarak iş bulmasının zaman alacağını zaten biliyordu. Ancak bu kadar uzun süreceğini, kendisini bu kadar aciz ve işe yaramaz hissettireceğini kestirememişti. Öyle ki bazen düşünüyordu; “Peki neden senelerce okudum? Ailem bu kadar masrafa katlandı?“ Bir cevabı yoktu, olsa da kendisini tatmin eder miydi onu bile bilmiyordu.

En son iş görüşmesine geçen hafta pazartesi günü gitmişti.

Bu defa çok heyecanlıydı, iş için uygun olduğunu hissetmişti. Ama kendine hep hatırlatmıştı bu da sıradan bir iş görüşmesi, sıradan bir pazartesi. Günü yüceltip, kendine ekstra güven pompalamak istememişti. Ama başından belliydi, üzerine kahve dökülmesi, tanımadığı birisinin arabasına binmek zorunda kalması, görüşmeye girmeden apar topar şansına o saatte açık bulduğu butikten bir kıyafet alması ve görüşmede karşısına yine Can’ın çıkması.

Dünya mı küçüktü yoksa tesadüfler hep bizimle miydi o günden beri sorguluyordu.
Görüşmeyi ve o günü hâlâ düşünüyordu. Henüz aramamışlardı da; bir hafta geçmişti. Aklına gelen düşünceyi kovmak ister gibi hışımla yatağından kalktı. Pencereye gidip perdeleri araladı, aralık ayına inat insanın içini ısıtacak kadar parlaktı hava bugün. Ev terliklerini her zamanki gibi yatağının altından almak için yere eğildi, özensiz bir şekilde yatağının üzerini kapattı ve aynı aceleyle mutağa doğru gitti. Çayın suyunu koydu. Sanki arkasından atlı kovalıyor gibi banyoya doğru yürüdü. Saçlarını hemen bir topuz yapıp, yüzüne soğuk suyu çarptı. Derin bir nefes aldı. Kafasındaki düşünceden kurtulamıyordu.

Kendi kendine söyleniyordu;

“Ağladığını, bir elbise kirlendi diye ne kadar tepki gösterip, zayıf olduğunu gösterdin. Adam koskoca şirketin insan kaynakları yöneticisi çıktı. Bu kadar hassas birine kim iş verir ki, zaten mülakatta da yüzüme bile bakmadı. Çünkü notumu en başından vermişti. Belki daha beni yolda tanımasa da tepkisi aynı olurdu, baksana mülakatı bile önemsememiş, özgeçmişimi bile çaktırmadan mülakat sırasında okumuştu. Hatta belki de pozisyon doldurulmuştu ve beni öylesine çağırmışlardı.”

Tekrar yüzüne su çarptı. Banyoya geldiği aceleyle yeniden mutfağa doğru yöneldi. Kaynayan suyla çayı demledi. Hızlı bir kahvaltı yaptı. Kafası dolu olduğu zamanlarda olduğu gibi hızlı hızlı iş yapmaya başladı. Mutfağı topladı, yemek yapmaya karar verdi. Dolap boştu, hızlıca giyindi. Annesinin yolladığı, kalan son parasıyla, son alışverişlerini yapmak için markete gitti, dikkatli harcamalıydı.

Sanki her şey iyileşeceğine gittikçe kötüleşiyordu. Zaman geçtikçe iş bulma umudu, kendine olan güveni azalıyordu. Artık iş bulma sitelerinde bile karşısına bir ilan çıkmıyordu.

Aceleyle çıkmıştı evden. Acelesinin kime olduğunu bilmeden bir şeylere yetişmeye çalışıyor gibiydi. Yolda bugünün salı olduğunu ve pazara gidebileceğini hatırlayıp, markete girmeden pazara doğru yöneldi. Alışverişini yapıp eve döndü. Kapısının önünde, içeride çalan telefonunu duydu. Kimdi acaba arayan? Hızlıca çantasında anahtarı aramaya başladı ama aceleyle çıkarken anahtarını da unutmuştu. Telefonun çalan sesi Melisa’nın kalp çarpıntısıyla bir ritim oluşturuyordu adeta.

“Bir telefon, bir anahtarı bile almadan çıkıyorsun. Kim sana iş versin? Ya iş görüşmesi için arıyorlarsa?”

Can ikinci aramadan sonra ahizeyi kapattı.

Kendi cep telefonundan da aramayı düşündü ama bunun etik olmadığına kanaat getirip aramaktan vazgeçti. Geçen pazartesiden sonra bütün bir hayatını sorgulamasına neden olmuştu o tesadüf. Melisa’nın karşısında kendisini o kadar gafil avlanmış hissetmişti ki. Can’ın işine olan saygısını kaybettiğini, mülakatı unuttuğunu kesin anlamıştı Melisa. Oysa kendisi ne kadar idealist, ne kadar doluydu. Görüşmede Can’ın karşısında sanki yeni mezun biri değil de yılların profesyoneli vardı. Öyle ki pozisyon adaylarını ilgili birim yöneticisi ile değerlendirirken onu o kadar övmüştü ki poziyonun yöneticisi “Can istersen kendi ekibine alabilirsin” diyerek gülmüştü.

Abartmış mıydı? Yoksa Melisa o kadar iyi miydi onu da anlayamamıştı.

En azından Melisa ikinci görüşmeye dahil edilmişti. Sonrası artık onundu. Öyle ya zaten onu abartmış mıydı yoksa gerçekten çok mu iyiydi o zaman belli olacaktı.

Saat akşam dört olmuştu. Hâlâ aramaya dönmemişti Melisa. Oysa bugün ona haberi verip, haftaya randevusunu ayarlamaları gerekiyordu. Hoş bu randevu ayarlama işini normalde asistanları yapardı ama bu defa pozisyonu tamamen kendisi yönetmek istediğini belirtmişti.

Dayanamadı daha fazla bekleyemezdi, bu fırsatı kaçırmasını istemezdi. Cep telefonuna Melisa’nın numarasını kaydetti. En azından yolda eve dönerken aramaya devam edebilirdi. Numarasını kaydederken bir anda özgeçmişindeki adresine takıldı gözüne. Bir haftadır masasının köşesinde duruyordu özgeçmişi. Okuduğu okulları, geçtiği şehirlere bakıp nasıl birisi olduğunu zihninde canlandırmaya çalışıyordu Can.

“Evine mi gitsem acaba?” düşüncesini aklına geldiği gibi geri kovdu. Hem profesyonel değil hem de sapık gibi gözükeceğini düşünerek vazgeçti. Saat beşe gelirken Melisa hâlâ aramalarına dönmemişti, eşyalarını alıp otoparka doğru yürüdü. Arabasına binip köprü trafiğinin akmayan sıkıcılığına daldı.

Köprüyü geçerken Melisa’nın numarasını çevirdi. Açan yoktu. Can bir daha aramamaya karar verdi, artık ileri gitmiş olacaktı.

Evine gitmeden bir şeyler almak için birkaç sokak aşağıdaki markete doğru arabasını sürdü. Arabadan indi, marketin iki yan binasının kapı girişinde merdivenlere oturmuş birisi gözüne takıldı. Küçük bir kız çocuğu gibi başını iki elinin arasına almış, yanında devrilen poşetlerle oturuyordu. Saçları kıvırcık olan, başı önüne eğik olan bu kişi Melisa olabilir miydi? Apartmana doğru ilerlerken, Melisa olduğundan emin oldu. Yine o iri gözlerini, ellerinin tersi ile siliyordu.

Usulca yanına yaklaştı, kelimeler boğazına dolanmıştı. Ağzından çıkaramıyordu bir türlü. Tutulup kalmış gibiydi.

Melisa üzerine düşen gölgeyi fark edip, sessizce başını kaldırdı. Karşısında Can’ı görünce ne yapacağını şaşırmıştı. Ev kıyafetleri ile bir apartman girişinde oturuyordu, yanındaki poşetlerden kerevizler saçılmıştı yere, bu görüntü utandırmıştı onu. Öte yandan yine ağlarken yakalanmıştı, kesin bu işi alamayacaktı. Ne yapacağını bilemeden ayağa kalktı, “Merhaba Can Bey” dedi.

“Evimin anahtarını unutmuşum, telefonum da içeride kalmış. Apartmanda tek tanıdığım da işte, gelmesini bekliyorum da” diye yine tüm gün süren acelesiyle derdini anlatmıştı. Can tepkisiz şekilde kendisine bakıyordu. Dinlememiş miydi onu? Kesin görüntüsünden dolayı şuanda yargılıyordu.

Ne karışık bir salı günü oluyordu?
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Elif Bilici

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 11 Aralık 2020 at 21:09

    Çok keyifli bir seri oluyor Elifcim. Hikayeyi öykü dizisine çevirmene çok sevindim. Can ve Melissa’nın hikayesini okumaktan ben de dergimizin okurları da büyük keyif alacağa benziyoruz.
     
    Bir de hikayeyi haftanın her gününe özel şekilde kurgulama fikrine de bayıldığımı söylemeliyim 👌🏻

    • Yanıtla Elif Bilici 15 Aralık 2020 at 14:01

      Çok teşekkür ederim öncelikle fikrimi sana açtığımda yüreklendirdiğin, ardından da beğendiğin ve güzel yorumların için 🙂

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan