Göçebe Öyküler

Kara | Can satılır mı kardeşim? Aman ha!

21 Ocak 2022

Yazı: Can satılır mı kardeşim? Aman ha! | Yazar: Burak Süalp

İndeks

Birinci Bölüm: Kara | Gece Gelen
İkinci Bölüm: Kara | Sergen Zeytin
Üçüncü Bölüm: Kara | Can satılır mı kardeşim? Aman ha!
Dördüncü Bölüm: Kara | Ayrılık Sevdâya Dahil

 
 
Bir gece, daha uykuya dalalı birkaç saat olmuştu ki dışarıda patlayan gök gürültüsü ile sıçrayarak uyanan Sergen Zeytin Kara hızla yorganın içine daldı. Bora’nın sağ tarafına, yan yattığı yatakta, koynunda tir tir titriyordu.

“Sakin ol kızım, sakin ol. Bir şey yok, yağmur yağıyor sadece” diye konuşarak yavruyu sakinleştirmeye çalıştı. Dışarıda yağmur onu yalanlamak ister gibi hızlanıyor, gök gürültüleri birbiri ardına patlıyordu.

Türkiye’nin en güzel sahil kasabalarından biri olan Bodrum’un, hava şartları açısından en garip ayını yaşıyorlardı. Gündüzleri çoğu zaman güneşliydi. Fakat bu aralık güneşi yaz aylarındaki gücüne yaklaşmak şöyle dursun, kendisini gösterdiğinde teninizi ancak bir miktar ısıtıyordu. Kimi günler de güneşsiz, yağmurlu geçiyordu. Fakat öyle sürekli değil, genellikle gün boyu bulutlar toplanıyor, yükünü boşaltıyor, ardından yeniden toplanana kadar kapalı, ıslak ve soğuk hava hâkim oluyordu.

Bu havaları seviyordu. Aslında her hava durumuna ayrı hayrandı. Yazın güneşin altında ısınmaktan ne kadar haz alıyorsa sonbaharda yağmuru, kışın da soğuğu bir o kadar seviyordu. Bu hava durumlarının her biri, yaşadığını bir kere daha hissetmesini sağlıyordu.

Kara, her ne kadar olduğu yerde, Bora’nın koynunda güvende hissetse de çok korkmuş, titremeye devam ediyordu. Bora karanlık odanın içinde pencereye vuran yağmur tanelerini yattığı yerden seyrederken bir yandan da “Tamam kızım, anlıyorum korktun. Yağmur bu. Geçecek birazdan. Daha hayatında çok yağmurlar göreceksin” diye konuşarak Sergen Zeytin Kara’yı sakinleştirmeye çalışıyordu.

Ancak bu gece hava her söylediğini yalanlıyordu. Dışarıda yağmur hızlandı, hızlandı; odayı sarsarak patlayan son gök gürültüsünün ardından doluya dönüştü. Kulübenin tepesine çarpan dolu tanelerinin çıkardığı sesler içeride şiddetle yankılanıyordu.

Sağ yanının üzerinde yatmaktan yorulmuştu, kolu uyuşmaya başlamıştı. Sırtüstü dönerken yorganın altına uzandı, yavru köpeği iyice kendine çekti. Üzerindeki yorganla koltuğunun altında Kara’yı tamamen, kendisini de çenesinin altına kadar sıkı sıkı örttü. Kulübenin tepesini döven dolu taneleri, sağanak yağmur, ara ara her yeri titreten gök gürültüleri müthiş bir orkestraya dönüşmüştü.

“Birileri Zeus’u çok kızdırmış olmalı” diye sesli sesli konuşmaya devam etti. Sesinin Kara’yı rahatlattığını biliyordu. Harari’nin kitabının ardından o gün dinlemeye başladığı Ahmet Ümit’in Kayıp Tanrılar Ülkesi adlı polisiye romanından öğrendiklerini anlatmaya başladı.

“Zeus kimmiş biliyor musun? Antik Yunan Mitolojisi’nde en güçlü tanrıymış. Hatta diğer tanrıların ve insanların babasıymış. Göklerin, şimşeklerin ve gök gürültülerinin tanrısıymış. Dünyayı o yönetir, yağmurları o yağdırır, çok sinirlendiğinde şimşekleri o çaktırırmış. Eski Yunan’da olsaydık şimdi hepimiz Zeus’u bu kadar sinirlendirenin ne olduğunu merak ederdik.”

Tepelerini döven dolu sesleri odanın karanlığında azala azala son bulana kadar diğer tanrıları, Zeus’un kardeşleri Poseidon ve Hades’i, Toprak Ana Gaia’yı, Titanlar’ı, kısaca romandan hatırladıklarını anlatmaya devam etti.

Doluyla birlikte azalan yağmur nihayet sadece çiselemeye dönüşmüştü. Odanın içindeki senfoni duruluyordu. Sergen Zeytin Kara’yı yorganın altında bırakarak doğruldu. “Güzel çocuğum, ben tuvalete gidicem, gelicem. Sen yorganın altında bekle, tamam mı? Dışarısı çok soğuktur şimdi” diye konuşarak ayağa kalktı; montunu ve ayakkabılarını giydi.

Kara’yı artık odada bırakabilirdi. Geldiği günden beri bu yeni çocukla anlaşamayan, bütün alıştırma çabalarına rağmen kıskançlıklarını devam ettiren Şaka ve Bulutsu’yu önceki gün komşusu Fırat’ın odasına transfer etmişti. Aslında Şaka alışsa Bulutsu da alışırdı. Görece mülâyimdi o. Fakat Şaka bir türlü söz dinlememiş, Kara’ya karşı kıskançlığını, Bora’nın kıyafetlerine ve botlarına zarar verme aşamasına vardırmıştı. Bora, hepsini ayrı sevmekle birlikte hem yavru hem emanet çocuk Sergen Zeytin Kara’yı bırakamayacağına göre çözümü üzülerek Şaka ve Bulutsu’yu Fırat’ın kulübesine transfer etmekte bulmuş, ikisini de göndermişti.

Telefonunu eline aldı. Daha gece yarısı bile olmamıştı. Kulübenin kapısını açtığı gibi dışarıya ondan önce Sergen Zeytin Kara fırladı. Etrafı kar gibi bembeyaz kaplayan dolu tanelerinin üzerinde oğlak gibi zıplamaya, kendi etrafında dönüp durmaya başladı. Sergen Zeytin Kara ilk defa böyle bir şey görüyordu.

Yağmur kesilmişti. Adım attıkça ayakkabılarının altında kırılan dolu tanelerinin çıtırtılarını dinleyerek tuvalete doğru giderken kulübesinin önünde Fırat’la karşılaştı.

Fırat “Ne doluydu arkadaş. Bu ne? Dondum. Ben burada elektrik sobasının başında zor oturuyorum, sen o ısıtıcısız kulübede ne yapıyorsun?” diye kelimelerin üzerine basa basa sordu. Bora gülümsedi, yan gözle Fırat’ın arkasında açık duran kapıdan yatağın üzerindeki Şaka’yı ve Bulutsu’yu keserek; “Oturmuyorum, yorganın altında takılıyorum. Sen o sobayla içeride bu kadar ısındığın için çıkınca üşüyor olmayasın?” diye takıldı.

Ardından konuyu değiştirmek istedi. Nihayetinde herkesin alışkanlığı farklıydı.

“Nasıl, alıştılar mı yeni yerlerine?” diye başıyla kedileri işaret ederek sordu. “Ne olacak abi, alışkınlar zaten buraya da” diye yanıtladı Fırat.

“Sağ ol ya, idare edemedim üçünü bir arada” diyerek teşekkür etti.

Fırat, oğlak gibi zıplamaya devam eden Sergen Zeytin Kara’yı sevmek için yere çömelirken “Sorun yok. Onlar kampın her odasına alışkın zaten. Sen asıl bunu düşün. Geri alacaklar mı sence? Çok alışıyor bak bu sana” dedi.

Haklıydı. Birkaç gün içinde baba-kız gibi olmuşlardı. Fırat’ın sorusunu “Bilmem ki. Almak isterlerse hayır diyemem tabii ama almazlarsa birlikte yaşamaya devam ederiz. Kısmet” diye cevapladı.

Fırat’ın yanından tuvalete gideceğini söyleyerek ayrıldı. Sergen Zeytin Kara dolu kaplı toprağın üzerinde sıçraya sıçraya peşinden geliyordu.

Tuvalet faslının ardından kulübeye dönüp Kara’yla birlikte yorganın altına girdiklerinde uykusu iyice açılmıştı. Bir duble rakı koydu, yatağın içinde bilgisayarı yine kucağına aldı. Dergi için yazmaya başladığı hikâye üzerinde çalışırken, koltuk altındaki Kara bir süre daha titremeye devam etti. Ardından titremeleri azaldı, durdu, uykuya daldı.

* * *

Her nefes alış verişinde ağzından çıkan hava karanlıkta bilgisayar ekranının ışığıyla aydınlanan odaya buğuyla yayılıyordu. Birkaç dakikada bir avuçlarını birleştirip nefesiyle ısıtıyor, sonra yazmaya devam ediyordu.

Telefonu eline alıp sevgilisine mesaj attı. Özlem, hemen görmedi, genellikle bu kadar erken de uyumazdı. Meşguldü belki de. Telefonu yeniden yanına bıraktı.

Çoğu insanın hayvanlarla ilişkisinin ne kadar değişik olduğunu düşünmeye başladı. Haydi hayvan sevmeyenleri ya da her hayvanı sevmeyenleri geçiyordu. Hayvan sevdiğini söyleyenlerin bile onlar hakkındaki fikirlerini birçok örnekte garipsiyordu.

Birkaç ay önce kampingde iki gece konaklamak için gelen üniversiteli öğrenci grubu geldi aklına. Bodrum’a gezi düzenlemişler, konaklamak için de kampingi seçmişlerdi. Hayvanlarla araları gayet iyiydi. Zaten iyi olmayanlar genelde kampingde kalmak istemezlerdi. Nihayetinde burada hayat onlarca hayvanla birlikte yaşanıyordu.

Aklı o güne gitti.

Gençler kulübelere ve kampingin farklı köşelerine dağılmış, yazdan kalma günlerin tadını çıkartıyorlardı. Akşam saatlerinde toplanıyor, masalarının etrafını saran ve kendilerinden yemek bekleyen hayvanlarla mücadele ederek yemeklerini yiyorlardı.

Bora, geldiklerinin ikici günü öğleden sonra barın arkasındaydı. Modern gençlerdi fakat çoğu alkol kullanmıyordu. Kendisi de barın arkasında az önce yıkadığı bardakları kuruluyor, yerlerine diziyordu. Klasik barmen sahnesi.

Şaka barın tezgâhında Bora’nın kendisine verdiği kaptaki suyu içiyordu. Bulutsu ise arkasında, meşrubat dolabının yanındaki masada, ses sistemine bağlı bilgisayarın üzerine kıvrılmış, uyuyordu. Kediler, bilgisayar çalışırken ısısından faydalanmak için gidip tuş takımının üzerinde uyukluyorlardı. Tuşlara gelişigüzel basmalarını engellemek için ekran kapandığında bilgisayarı çalışmaya devam edecek şekilde ayarlamışlardı. Şarkı oynatma listesini başlattıktan sonra ses sistemine bağlı dizüstü bilgisayarın ekranını kapatıyordu. Sonrasında hangisi ilk olarak kaparsa sıcak bilgisayarın üzerine o kıvrılıyordu.

Barın önünde takılan gençlerden bir tanesi “Abi bir soru soracağım” dedi, Bora’nın cevap vermesini beklemeden devam etti: “Bu kediler senin mi?”

Gerçek cevabının arkasından uzun uzun açıklama yapması gerektiği için bu soru her sorulduğunda aynı cevabı vermiyordu. Kimi zaman “Evet, benim” deyip geçiştiriyor, kimi zaman da “Bizim” diyordu.

O gün keyfi yerindeydi. Her soranın farklı sebeple sorduğu bu soruyu delikanlının neden sorduğunu merak ederek “Benim değiller, birlikte yaşıyoruz” diye cevapladı. Aklından, hayvanlarla arası iyi olduğu belli olan bu ekibin kendileri gibi düşünüyor olma ihtimali geçiyordu.

Birlikte yaşıyor olma kavramını tam olarak algılayamayan delikanlı soruyu bu sefer farklı biçimde sormuştu: “Nasıl yani? Hep yanındalar, senin değil mi bunlar şimdi?”

Bu meraklı genç arkadaşa ismiyle hitap edebilmek için “Dostum, senin adın ne?” diye sordu. “Kadir” diye yanıtladı 18-19 yaşlarındaki turuncu renkli kıvırcık saçlara sahip delikanlı. Bora önündeki bardakları kurulamaya devam ederek izah etmeye başladı.

“Sevgili Kadir, biz burada bu canlarla birlikte yaşıyoruz. Evet, bu ikisi çoğunlukla benimle vakit geçiriyorlar. Ben de onları seviyorum. Fakat onların sahibi değilim. Bizler, insanların diğer canlılara sahip olabileceğini düşünmüyoruz. Ancak birlikte yaşayabileceğimize, hayatı paylaşabileceğimize inanıyoruz. Ben şahsen insanların hayvanlara ya da diğer insanlara sahip olması fikrini oldukça yanlış buluyorum.”

Böyle bir yaklaşımı ilk defa duymuş gibi şaşıran Kadir “Nasıl yani? Benim mesela bir köpeğim olamaz mı? Hayvanları sahiplenmek kötü bir şey mi? Sokakta kalmaları daha mı iyi olur?” diye ısrar etti.

Bora çoğu zaman düşüncelerini ifade etmekte zorlanıyordu. Aslında o gayet anlatıyordu fakat kimileri anlamıyordu. Yine de üşenmedi, açıklamaya devam etti: “İnsanların ihtiyaç duyan canlılara sahip çıkması tabii ki iyi bir şey. Birlikte yaşamaları da öyle. Fakat sahip çıkmakla sahip olmak farklı kavramlar. Ben bunu ‘sahip olmak’ diye tanımlamayı sevmiyorum. Konuya öyle yaklaşınca, hayvana sahip olduğunu düşünen insanlar onlarla yanlış bir ilişki kuruyor ve yeri geldiğinde kritik konularda oldukça hatalı kararlar verebiliyorlar.”

Kadir iyice şaşırmış, bir yandan bu söylevi anlamaya çalışıyor, bir yandan da aynı minvalde sorgulamaya devam ediyordu: “Abi, ha sahip çıkmak ha sahip olmak, ikisi de aynı kapıya çıkmıyor mu? Köpeğimin sahibi gibi hissetmemin ne sakıncası var? Sonuçta onu besleyen, barınmasını sağlayan benim. Haksız mıyım? ”

“Dostum, sen şimdi bu ilişkiyi sahip olmak olarak tanımlayınca konu başka bir zemine kayıyor. Bence nesnelere sahip olabilirsin, o da bir süre. Canlı varlıklar nesne değildir” diye sözlerini sürdürdü.

“Anladım abi” dedi, ses tonundan pek de bir şey anlamadığı belli olan Kadir.

Çok uzatmak istemedi. Bora, yaradılış inancına pek de uymayan, insanın da aslında bir hayvan olduğu düşüncesi üzerine kurulu olan Animalizm felsefesini mantıklı buluyordu. Bu öğretinin insanın diğer canlılarla olan iletişiminde en sağlıklı yaklaşımı sağladığını çoğu kişiye kabul ettirmek zordu. Nihayetinde insanların pek azı bunu algılayabiliyordu. Zaten onun da hiç öyle herkesi ikna etmek gibi bir niyeti yoktu. Kimin neye inandığı onu ilgilendirmiyordu.

Kadir’le anlaşamayacakları belliydi, uzatmamaya karar verdi. Konunun gidişatını başka tarafa çevirmek için tezgâhın üzerinde ileri doğru uzanarak esneyen Şaka’nın sırtını okşadı. “Çok güzel kediler ama değil mi?” diye sordu. Şaka başını çevirdi ve Bora’nın sırtını okşadığı eline sürtünmeye başladı.

Kadir konunun bu yöne kaymasına sevindiği belli ederek “Evet abi, çok güzeller gerçekten” dedi. Sanki bir şeyler daha söyleyecekti ama kararsızdı.

Bora, “Bu üç renkli olan Şaka sene başında burada avucumuza doğdu” diye devam etti. Ardından bilgisayarın üzerinde yatan Bulutsu’yu işaret etti: “Bu da Bulutsu, onu da kardeşleri ile birlikte bıraktılar. Çok küçüktü. Birlikte büyüdü bunlar.”

Kadir biraz daha rahatlamıştı. “Abi ben de onu diyecektim zaten. Maşallah çok güzel kediler” dedi. Ardından biraz da çekinerek Şaka’yı işaret etti: “Burada doğduğuna göre çoğaltıyorsunuz da bunları” dedi.

Bora içinden lâ havle çekerek ve kelimenin üzerine basarak “Çoğaltmıyoruz” diye cevap verdi ve devam etti: “Kendileri isterlerse çoğalıyorlar. Biz karışmıyoruz. Sadece sayıları çok artarsa daha önce doğum yapmış olanları mecburen kısırlaştırıyoruz.”

Söylediklerini anlamamakta ısrar eden Kadir aynı yaklaşımla konuşmaya devam etti: “Abi yeriniz geniş aslında, isteseniz çoğaltırsınız da. Bak bunları Afyon’a götürsek her biri 3-4 bin liraya gider” dedi.

Bora sinirlerine hakim olmaya çalışarak “İşte hayvanlara sahip olabileceğini düşünen zihniyetin vardığı nokta burası. Onlar için hayvanlar üretilip satılabilecek nesnelere dönüşüyor. Evinde hayvan beslemek isteyenler de eskiden köleci dönemlerde zenginlerin insan seçmesine benzer şekilde beğendikleri hayvanı seçip satın alıyorlar. Hayvan köleciliği yani. Çok acı” diye düşündü.

Kadir’in son sözleri kulaklarında çınlamaya devam ediyordu. Lâkin burada kendisi ev sahibiydi, o misafir. Kendisi büyüktü, o küçük. Cevap vermeden önce bilgisayarın yanındaki sebilden bir bardak su doldurdu, ağır ağır içti. Sonra da Kadir’in karşısına geçti. Artık delikanlıya karşı dostum, genç arkadaşım hissiyatı falan kalmamıştı. Sesini yükseltmeden fakat olabilecek en katı ifadeyle cevap verdi: “Bak birader. Sen konuştuklarımızdan hiçbir şey anlamıyorsun galiba. Ben sana diyorum ki biz burada bütün canlar bir arada yaşıyoruz. Kimse kimsenin sahibi değil. Sen bana diyorsun ki satalım bunları. Can satılır mı kardeşim? Aman ha! Can satılır mı?”

Konuştukça siniri azalacağına artıyordu. Kötü bir şey söylememek ya da yapmamak için Kadir’e arkadaşlarını işaret etti. “Hadi evlâdım, sen şimdi geç şöyle arkadaşlarının yanına. Bana bu söylediklerini de bu kampingde başka kimseye söyleme, buranın en mülayim adamı benim. Başına iş gelir sonra. Haydi ikile!” diye azarlayarak bardan gönderdi.

Sakinleşmeye çalışarak içinden “Acaba insanlar birbirlerine ve hayvanlara sahip olamayacaklarını bir gün öğrenecekler mi? Ya da hayvanların alınıp satılamayacağını? Böyle düşünenlerle birlikte yaşamak zorunda olmak hiç de hoş değil. Daha bunları bile anlamayan insanlarla doğru ve sağlıklı bir doğa bilinci geliştirilebilir mi? Hiç sanmıyorum” diye geçirdiğini hatırlıyordu.

* * *

Buz gibi odada o gün geçen bu sinir bozucu diyaloğu aynı duyguları yeniden yaşayarak yazarken Sergen Zeytin Kara yanında, Şaka ve Bulutsu yan kulübede Fırat’ın yatağında huzur içinde uyuyordu.

Kapısına bırakıldığı evin sahibesi Sergen Zeytin Kara’yı geri alır mıydı, alırsa Şaka ve Bulutsu kulübeye döner miydi? Almazlarsa ne yapacaktı? Hayat yolculuğuna onunla mı devam edecekti? Hiçbirinin cevabını bilmiyordu.

Zaten cevap zamanı gelmemiş soruları düşünmeyi de sevmiyordu.

Kadehin dibindeki rakıyı yuvarladı, kucağındaki bilgisayarı kapatıp yatağın yanına yere bıraktı. Odayı kısmen aydınlatan kamp lambasını kapattı, yorganın altındaki Kara’ya sarılarak sağına doğru kıvrıldı. Küçük yavru çoktan adamın çenesinin altını yalamaya başlamıştı.

İkisi koyun koyuna uykuya dalarken dışarıda sabah ezanı okunuyor, horozlar ötüyordu.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Burak Süalp
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

3 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 21 Ocak 2022 at 13:55

    Elbette Yunan Mitolojisi göndermelerine bayıldım 😁😍 Çok çok güzeldi 👌🏻
     
    “Sahip olmak”
     
    Eşyalara, insanlara, hayvanlara… İnsanın en büyük kibri bu olsa gerek; üstün canlı olduğumuz kurumumuzdan vazgeçemiyoruz. Öyle ki bu sonsuz sahiplenme arzusuyla yaşam hakkını tükettiğimiz bitkiler, hayvanlar kısaca doğa bir gün bizim de sonumuzu getirecek onu dahi göremiyoruz.
     
    Dilerim bu öykü binlerce okura ulaşır ve zihinlerde farklı bir yaşam modeli tomurcuk verir.
     
    Kalemine, yüreğine sağlık canım ❤️❤️❤️

    • Yanıtla Burak Süalp 21 Ocak 2022 at 14:17

      Sevgili baş editörüm, mitoloji vazgeçilmezimiz. Seviyoruz, yapacak bir şey yok.
       
      Bu “sahip olmak” kavramına başlı başına katlanamıyorum. Haklısın, o sonsuz kibirimiz umarım bizim de, doğanın da bir gün sonunu getirmez.
       
      Sonsuz desteğin, güzel yorumun ve dileklerin için çok teşekkür ederim. İyi ki varsın! 😘 ❤️ 🙋🏻‍♂️

  • Yanıtla Burak Süalp 22 Ocak 2022 at 12:41

     
    Facebook edebiyat gruplarında öykü paylaşımımın altına gelen yorumlar:
     



  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan